T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 3 ŞUBAT 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
Ali Murat GÜVEN

Terbiyesiz herifler...

Geçtiğimiz günlerde, son yirmi yıldır inatçı bir koleksiyonculukla oluşturduğum kalabalık kitap ve dergi arşivimi zahmetli bir operasyonunun sonucunda bir adresten başka bir adrese naklettim. Karton kutulardan çıkardığım balya balya kitapları yeni yerlerindeki raflara özenle dizerken, bir anda yığınların arasında bir "kitap" gözüme ilişti. Kitabın üzerinde "Holy Bible" (Kutsal İncil) yazmaktaydı. O anda içimden bir sesin bana aynen şöyle seslendiğini hissettim:

"Onu oradan al ve diğer kitaplardan daha yüksekçe bir yer koy!"

İçime doğan sesin emrini hemen yerine getirdim.

İşte o ses, bu topraklarda yaşayan bizlere analarımızdan babalarımızdan, dedelerimizden ninelerimizden intikal eden -artık genetik kodlarımıza işlemiş- yüzlerce yıllık bir davranış biçiminin, vicdanımızın sesidir.

Hayatın pratiği içinde Hıristiyan ve Yahudilerle siyasal alanda ne kadar didişirsek didişelim, içinde tek satır Allah kelâmı olması ihtimâline karşı onların kutsal kitaplarına, hele hele bizim de önderlerimiz olan peygamberlerine (aramızdaki çok az sayıdaki densiz insan haricinde) asla saygısızlık etmeyiz, edemeyiz ve de ettirmeyiz. Çünkü, böyle bir davranış biz Müslümanlar açısından tartışılmaz bir günahtır.

Ben kendi adıma hayatım boyunca içinde Hıristiyanlığın peygamberinin ismi geçen hiç bir yazımda ya da haberimde o ismi "Hazret" ön takısından bağımsız olarak "İsâ" şeklinde anmadım. Haddime mi düşmüş böyle bir üslûp! Keşke, kıyamete yakın bir zamanda bu dünyaya yeniden gelecek ve kardeşi Hz. Muhammed'in (SAV) misyonunu sürdürecek olan sevgili İsâ Hazretleri'nin ayağının tozu olabilsem şu kısacık hayatta...

Aynı şekilde, gerek Türkiye'de gerekse çağdaş İslâm coğrafyasını oluşturan diğer Müslüman ülkelerde caddeler adları "İsâ", "Musa", "Harun", "Danyal", "Meryem", "Üzeyir", "Yahya", "Davut" ya da "Süleyman" olan insanlarla doludur. Bu bizim, Allah'ın gelmiş geçmiş bütün o sevgili kullarına yönelik olarak yüreğimizde yaşattığımız, muharrif İncil ve Tevrat tartışmalarının çok ötesine taşan ölümsüz sevgimizdir, hürmetimizdir.

Ancak, adına "Avrupa" denilen "makine uygarlığı"nda böyle bir anlayışın esamesine bile rastlayamazsınız. O Avrupa değil midir ki en büyük Rönesans yazarları arasında sayılan Dante Alighieri'nin "İlâhî Komedyası"nda son peygamber Hz. Muhammed'i (SAV) -hâşâ- cehennemlik bir bozguncu olarak gösteren!

Bugün herhangi bir Avrupa ülkesine gidin; Müslüman olan Avrupalılar haricinde çocuğunun adını istisnai bir örnek olarak "Muhammed" koymuş bir tek insan evladına rastlayamazsınız. Yahu, yok mudur koca kıtada alışılmışın dışındaki isimlere meraklı bir tek aile! Hemen söyleyeyim ki yoktur. Bu insanlar çocuklarının adını "Pink" (Pembe) koyarlar, "Apple" (Elma) koyarlar, "Cookie" (Kurabiye) koyarlar, Avrupa'ya gelip Hıristiyanlara karşı kanlı savaşlar yapmış olan Hun İmparatoru Atilla'nın ismini koyarlar, hattâ isim olarak upuzun sayıları seçenler bile çıkar; ama oradan bir tek "Muhammed", "Mehmet", "Ahmet", "Osman", "Ayşe" ya da "Hatice" tercihi çıkmaz. İslâm'a ilişkin simgeler, bu kıtanın kültür hayatındaki "kırmızı çizgi"yi oluşturur.

İşte, o yüzden Danimarka Hükûmeti, ülkedeki çeşitli basın organlarında yayımlanan çirkin Hz. Muhammed (SAV) karikatürleri için özür dilemiyor. Çünkü bu yapılan, dinî konularla gırgır geçmeyi gelenek haline getirmiş hafif meşrep bir bulvar gazetesinin sıradan densizliği değildir. Doğrudan doğruya Danimarka halkının ve yönetiminin İslâm'a ilişkin bilinçaltı duygularının kollektif bir yansımasıdır. Hiç kimse durumdan gerçek anlamda bir rahatsızlık duymuyor, çünkü aslında hepsi o gazeteyle benzer görüşleri paylaşmakta. Baksanıza, bırakın özür dilemeyi, Danimarka Dışişleri Bakanı sırf bu konuda sıkıştırılıp canı sıkılmasın diye bugünlerde bazı Müslüman Afrika ülkelerine yapacağı geziyi iptal etti!

Adına Danimarka denilen 6 milyonluk ülkeye bir kez gittim ve bir kaç gün kaldım. Bunlar, vaktiyle Türkiye'de kanlı terör eylemlerine girişip sonra da kaçan PKK'lı teröristleri en dostâne şekilde bağrına basan bir ulustur. Kopenhag'ta dolaşırken, her köşe başında aylak aylak oturup "dâvâ arkadaşları"yla tavla oynayan eski teröristlere rastlarsınız. Normal bir hukukî süreçte en az 20-30 yıl yemesi kesin olan bu tipler, bizzat Danimarka Devleti tarafından ödenen cömert birer işsizlik sigortasıyla aslanlar gibi yaşayıp, gelecekte gerekirse bize karşı tekrar tekrar kullanılmak üzere semirtilmektedir.

Başkent Kopenhag'da bulunduğum günlerden birinde, yine kentin işlek bölgelerinde gezinirken gözüme kocaman bir tabela çarptı: "Museum Erotica". Yani "Erotizm Müzesi".

"Bu ne ola ki? Böyle bir müzede neyi sergiliyor olabilirler" diye düşünüp, merakımı yenemeyerek içeri girdim. Bu talihsiz tecrübe sonucunda da da insanı insan yapan "edep" duygusunun bu küçük ülkenin hedonist halkı tarafından nasıl da pervasızca çökertildiğine tanık oldum. "Cinsellik üzerine aklınıza gelebilecek (ve de gelemeyecek) olan herşeyin alenen teşhir edildiği bu bir kaç katlı "sözde müze"de on-onbeş dakika kadar şaşkınlık içinde dolaştıktan sonra, son kattaki video monitörlerde yayınlanan hard-porno ötesi görüntüler karşısında mide bulantıma engel olamayarak orayı terkettim.

Bu "özgür" toplum, Avrupa kıtasında "porno"yu ve eşcinsel evlilikleri yasalarla serbest bırakan ilk ülke olmanın kirli onurunu da taşır aynı zamanda. Mahremiyetin her türüne savaş açmış bir sistemden farklı bir tutum da beklenemezdi zaten...

Üstelik, bunlar yalnızca İslâm konusunda değil, Hıristiyanlık sözkonusu olunca da benzer türden bir pervasızlığa sahiptirler. Porno tarihinde, içine rahip ve rahibelerin karıştırıldığı en âdi filmler yine Danimarkalılar tarafından yapılmış, dinî kurumları ve kişilikleri bu şeytanî alanın birer figürüne dönüştüren en pespaye kitaplar ve dergiler yine o topraklarda basılmıştır.

İşte, bu ülkenin başbakanı Rasmussen de son bir aydır bu karikatür konusu her açıldığında papağan gibi basın özgürlüğünden dem vuruyor ve göz yaşartıcı bir direnişle "Özür dilemem de dilemem" diye tepiniyor.

İyi o zaman... Ona bakarsanız Türkiye de Avrupa Birliği'ne uyum yasalarından sonra basın özgürlüğü alanında bir hayli yol aldı. Öyleyse şimdi ben de benim dinimin peygamberini (onu tasvir etme konusunda oluşmuş haklı tabu ve İslâm ülkelerinde varolan derin hassasiyet gayet iyi bilinmesine karşılık) inatla karikatürize eden Danimarka basını karşısında bir Müslüman-Türk olarak bu özgürlüğümü sonuna dek kullanacağım.

Danimarka, domuz etine bayılan ve et tüketiminin büyük bir bölümünü o vıcık vıcık yağlı, iğrenç kokulu hayvandan karşılayan bir ülkedir. Orada geçirdiğim süre boyunca doğru düzgün yiyecek bir şey bulamamaktan dolayı, Danimarkalıların domuza olan aşırı düşkünlüğüne epeyce yakından tanık olmuştum. Sanırım, bu insanların sevgililerini ve eşlerini artık başkalarından fazla kıskanmamalarının kökeninde de sözkonusu etin insan neslinde yol açtığı genetik deformasyon var.

Avrupa'da bir söz vardır. "You are what you eat", yani "Ne yersen, sen osun". Hafif bir yüzgözlükte yanındaki kız arkadaşını üzerime doğru iteleyen Danimarkalı erkek tipinin şaşırtıcı sayıda örneğini gördükten sonra, bu sözün doğru olduğuna artık iyiden iyiye kanaat getirmeye başladım. Hele de ülkedeki homo ve lezbiyen sayısının boyutlarına şöyle bir göz atınca, Kopenhag yönetiminin muhtemel bir "İslâm göçü"nden neden bu denli korktuğunu anlamak için müneccim olmaya hiç gerek yok.

Ama, öte yandan, korkunun da ecele faydası yok. Eninde sonunda geleceğiz ve sizlere -tıpkı geçmişte olduğu gibi- oturmayı kalkmayı, yıkanmayı, her türlü âdâb-ı muaşereti ve başkalarının kutsallarına saygıyı tekrar öğreteceğiz. Yani, kısaca "insanlığı"...

Tabiî, başka peygamberler için olduğu gibi kendi peygamberiniz Hz. İsâ (AS) hakkında saygılı konuşmayı da!


Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi