T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 3 ŞUBAT 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

İbrahim KARAGÜL

Hani medeniyetler ittifakı? Kim kimden nefret ediyor?

Kim kimden nefret ediyor? Müslümanlar mı Batı'dan yoksa Batı mı Müslümanlardan? "Bizden neden nefret ediyorlar?" sorusunu soranlar, "Biz Müslümanlardan neden nefret ediyoruz" sorusunu neden sormaz? İslam tehdidi, İslamcı terör, radikal İslam tehlikesi, siyasal İslam tehlikesi gibi onlarca kavram üretip bu kavramlara paralel politikalar geliştirilmesini, ardından bu coğrafyaya yönelik acımasız bir savaş başlatılmasını neden sorgulamazlar?

İslam'a, Müslümanlara, bu topraklara ait ne varsa aşağılamayı demokrasi ve özgürlükler çerçevesinde değerlendirirken Batı'nın hayat tarzına, değerlerine, politikalarına, gayri insani uygulamalarına yönelik her eleştiriyi, tepkiyi bağnazlık olarak algılayanlar, Müslümanları terbiye edilmesi, ehlileştirilmesi, kontrol altında tutulması gereken kitleler olarak görenler içlerindeki nefreti bütün arsızlıklarıyla sergilerken kim kimden nefret etmiş oluyor? Kendilerinden olmayan bütün dinleri, kültürleri, toplulukları yargılama, aşağılama nasıl bir genetik miras?

Medeniyetler barışı, hoşgörü, dinlerarası diyalog adına bugüne kadar atılan adımlara, ayrılan bütçelere, oluşturulan kurumlara ve en üst düzeyde himayeye ne oldu? Ya da Batı, gerçekten böyle bir şey istiyor mu?

1990'lardan bu yana devam eden uygulamaların, özellikle ABD öncülüğünde yürütülen ve İslam düşmanlığını temel alan küresel kampanyanın etkilerini bir kez daha gördük. Kendilerinden olmayan her şeye saldırmanın, alaya almanın, küfretmenin bir başka örneğiyle karşı karşıyayız. İfade özgürlüğünü sadece Müslümanların değerlerine hakaret ederken hatırlayanlar, İsrail'e yönelik her eleştiriyi anti-semitizm olarak görüp insanları hapse atanlar, konu İslam olunca nasıl kendilerini bu kadar sorumsuz hissedebiliyorlar?

Danimarka'nın Jyllands Posten gazetesinde yayınlanan, Hz. Muhammed'i (s.a.v) zaman ayarlı bir bombayla "terörist" olarak gösteren karikatürler, Avrupa ve dünya genelindeki Müslümanların haklı tepkilerine rağmen Avrupa'nın diğer gazetelerinde neden tekrar yayınlandı? Bu gazetelerin, söz konusu karikatürleri, ne kadar ağır bir tahrike yol açtığını gördükten sonra yayınlamasını nasıl anlamalıyız?

Hiç geri adım atmadılar. Danimarka Başbakanı Müslüman ülkelerin Kopenhag büyükelçilerinin görüşme talebini bile reddetti, randevu vermedi. Gazete ve yönetim, büyüyen tepkilerden, özellikle de Danimarka ürünlerine yönelik boykotlardan sonra yarım ağız özür diler gibi yaptı. Çünkü Danimarka-İsveç ortak ürünü olan ve Ortadoğu'ya yıllık 500 milyon dolar mal satan gıda şirketi Arla Foods, 140 kişiyi işten çıkarmakla yüz yüze gelmiş, yine Novo Nordisk'in ürünleri Ortadoğu'daki hastanelerden çıkarılmıştı. Ekonomik açıdan zarar görmeye başlamışlardı.

S. Arabistan, Suriye ve Libya elçilerini geri çekerken İslam Konferansı Örgütü, konuyu Birleşmiş Milletler gündemine taşıma kararı aldı. Filistinli örgütlerden yüz bin üyesi olan Malezya Tüketiciler Birliği'ne kadar bütün İslam dünyasının şiddetli reaksiyonun rağmen, Danimarka ve Norveç gazetelerinden sonra aynı çizgiler Avrupa genelinde bir çok gazete tarafından yayınlanarak son derece çirkin bir kampanya başlatıldı.

Çökmek üzere olan Fransız France-Soir, muhafazakar Alman gazetesi Die Welt ile Berliner Zeitung, İtalyan Corriere della Serra ile La Stampa, İspanya'da Catalan El Periodico hakaret kervanına katıldı. Hollanda gazetesi Volkskrank kasım ayında yayınlamasına rağmen Çarşamba günü karikatürleri bir kez daha yayınladı. İsviçre gazetesi Tribune de Geneva, karikatürleri yayınlayacağını açıkladı.

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, bütün Avrupa'yı Danimarka yönetimi ve gazetesinin arkasında yer almaya çağırırken Müslümanlara verdi veriştirdi. Fransa gibi, Müslüman azınlıkların sert tepki vermesinden endişelenen ülkeler olayı yumuşatmaya çalışırken, Avrupa genelinde siyasiler ifade ve basın özgürlüğüne sığınıp sürece destek verdi. France Soir'ın Mısır kökenli sahibi Raymond Lakah, yayın yönetmenini kovdu. Müslüman ülkelerin, çevrelerin Avrupa başkentlerine yönelik çağrıları yanıtsız kaldı.

Tahrike katılan ve karikatürleri yeniden yayınlayan Avrupa basını, bununla da yetinmeyip, Müslümanlara yönelik ağır hakaret içeren yazılara yer verdiler. Kendi suçlarını görmezken gelişen tepkilere öfke kustular. Bir yandan dayanışma çağrıları yaparken diğer yandan Müslümanlarla ilgili çirkin ithamları kullanmaktan çekinmediler. Olay, onlar için bile ifade özgürlüğünün dışına çıktı ve İslam'a karşı yeni bir kampanyaya dönüştü.

Batı değerleri, sadece kendileri söz konusu olunca anlam kazanıyor. Öteki olan için bu değerlerin hiçbir anlamı olmadı. Aynı ülkelerin son birkaç yıllık sicillerine bir bakalım. İslam fobisine paralel olarak, vatandaşlık yasalarını değiştirdiler, yabancı düşmanlığını daha da beslediler, Avrupa'yı yabancılardan kurtarma seferberliği başlattılar. Gözaltına alınan Müslüman bireyleri hiçbir yasal hak tanımadan aylarca cezaevlerinde tuttular, tutuyorlar. Özgürlük söylemlerini ellerinden düşürmeyen bu ülkelerin hepsi, Amerikan istihbaratının işkence suçlarına ortak oldular. Hava sahalarını, havaalanlarını işkence uçaklarına açtılar. Avrupa topraklarında işkence merkezleri kurulmasına onay verdiler. Dahası, küresel düzeyde yürütülen insan kaçakçılığında ABD istihbaratıyla birlikte çalıştılar. Avrupa ülkelerinin bir çoğunda gizli operasyon merkezleri kurdular. Temel hak ve özgürlükler, ifade özgürlüğü bu insanlara tanınmadı. Nerede olduğunu bile bilmeyen insanlar, kendini savunma hakkından, avukat hakkından, yargılanma hakkından mahrum bırakıldı.

Medeniyetler çatışması kimin projesi? ABD'nin ve Avrupa'nın 21. yüzyıla yönelik güvenlik stratejilerinin hepsi neden medeniyetler çatışması ön kabulü ile hazırlandı? Batı gerçekten dinler, medeniyetler barışı istiyor mu? İstiyorsa, birlikte yaşamayı arzuluyorsa, birlikte güven içinde bir dünya inşa etmeye inanıyorsa, bunu neden şimdiye kadar göstermedi? Neden bütün politikalar, uygulamalar dışlama, yargılama, kontrol etme üzerine şekilleniyor?

Mesele şu: "İslam tehdittir" söylemi, sadece askeri/güvenlik stratejilerinde değil, Batı'nın günlük yaşamında da hakim bir kanaat haline geldi. Avrupa basınının bile bile böyle bir provokasyonu devam ettirmesinin altında bu yatıyor. Bütün bunlardan sonra, birinin kafasına bir kurşun sıkılması, ya da Paris'in yeniden alevler içinde kalması halinde ne olacak? Sonuçlar, Müslümanlara yönelik yepyeni bir saldırı kampanyasına dönüşecek. Kontrollü ve kasıtlı bir gerilim üretiyorlar, bu gerilimin sonuçlarını da aynı şekilde istismar ediyorlar.

Karikatürler için ayağa kalkan Müslüman ülke yönetimlerine de söylenecek çok şey var: Bu tahrike karşı çıkmak kolay. Elçilerinizi geri çekebilir, halklarınızı yanınıza alma fırsatını yakalayabilirsiniz? Irak'ın işgaline, Afganistan'ın işgaline, on binlerce insanın öldürülmesine, tarihi şehirlerin harabeye çevrilmesine, Müslüman gençlerin dünyanın ıssız bölgelerindeki gizli işkence merkezlerine taşınmasına, bu toprakların kaynaklarının yağmalanmasına, ABD'nin Ortadoğu'yu yeniden dizayn etmesine, etnik ve mezhep eksenli çatışma projelerine karşı neden sustunuz? Neden hiç biriniz kalkıp hayır diyemediniz. Neden hepiniz açık ya da gizli bu vahşetlere ortak oldunuz, destek verdiniz?

Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi