T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 3 ŞUBAT 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Yusuf KAPLAN

İslâm'ın "yeniden-gelişi" muhteşem olacak

İslâm'ın getirdiği ilâhî mesaj, hem pagan sivilizasyonların, hem de Kilise Hıristiyanlığı'nın temellerinin önce sorgulanmasına, sonra da tartışılmasına yol açtı: İslâm'ın sunduğu Allah, kâinât ve dünya tasavvuru, hem fizik gerçekliği, hem de fizikötesi gerçekliği aynı anda ihata eden bir evrensellik temeline dayandığı ve böylesi bir evrenselliğin yarım asır gibi kısa bir süre içinde bir medeniyete dönüşmesine imkân tanıdığı için, İslâm, tarihin akışını değiştirecek köklü ve sarsıcı bir meydana okuma geliştirmeyi başardı.

İslâm'ın diğer dinlerle, kültürlerle ve medeniyetlerle teması ve karşılaşması, örneğin 2500 yıllık pagan Batı sivilizasyonunda gözlendiği gibi asimilasyona ve eliminasyona dayalı bir temas ve karşılaşma biçimi değildi. Aksine, ilâhî mesajın örneklenerek, hayata aktarılmasını ve bütün insanlığa ulaştırılmasını esas alan, herkese hayat ve hayatiyet bahşedici bir temas ve karşılaşma biçimiydi. İşte bu, diğer dinlerin, kültürlerin ve medeniyetlerin, özellikle de paganların yabancısı oldukları bir şeydi.

O yüzden, İslâm'ın gelişinden ürküntüye kapıldılar. Çünkü İslâm, onlarla, onların diğerleriyle kurdukları dışlayıcı ve ötekileştirici bir ilişki ve temas biçimi sunmuyor; aksine, hem vahyî geleneğin, hem de beşerî geleneğin mirasçısı olduğunu beyan ve fiilen ispat ederek kucaklayıcı, kuşatıcı ve ihata edici bir ilişki ve temas biçimi öneriyor ve bunu fiilen uyguluyordu.

Bu durum, İslâm'ın ilk yüzyıldan itibaren Doğu'da Hindistan'a ve Çin'e, Batı'da ise İspanya'ya kadar ulaşması ve yayılmasıyla, Batı dışındaki pagan toplumların Müslüman olmalarıyla, kadîm medeniyetlerin de İslâm medeniyetinin, tarihin akışının şekillendiği "üç kıta"da kısa zamanda tesis ve temin etmeyi başardığı barış ve adalet ikliminde huzûr ve sükûn bulmalarıyla sonuçlanınca, Kilise, büyük bir paniğe kapıldı ve Batılılar, İslâm'a karşı bayrak açtılar: Ancak Batılılar, Haçlı Serleri'yle İslâm'a karşı büyük ve esaslı bir cevap üretmeyi başaramadılar. Rönesans ve Reformasyon'dan sonraki süreçte başarabildiler bunu.

Rönesans ve Reformasyon'dan sonraki süreçte Batılıların ürettikleri meydan okuma, Batılıların dünya üzerinde hâkimiyet kurmalarıyla sonuçlandı; ama daha adil, daha insancıl, daha barışçıl bir dünya kurmalarıyla değil.

Sonuçta, İslâm'ın tarih sahnesine çıktığı zamandan bu yana, büyük ölçüde aktif / doğrudan özne olarak, son 2 asırdan bu yana da pasif / dolaylı özne olarak dünya tarihinin şekillenmesinde birinci derecede rol oynadığını görüyoruz.

İslâm'la Batı arasındaki yüzleşme, karşılaşma ve hesaplaşma süreci, İslâm'ın önce Avrupa'dan uzaklaştırılması, sonra da, son bir yüzyıldan bu yana da Müslüman toplumlarda sekülerleştirilerek (Protestanlaştırılarak) etkisizleştirilmesi ve hayattan uzaklaştırılması çabasıyla sürüyor veya sürdürülüyor.

Gelinen noktada, İslâm, Hıristiyanlık gibi metamorfoza (dönüşüme) uğrayarak, kaynaklarını da, müntesiplerini de, hayat ve hayatiyet bahşeden asîl ruhunu ve dinamizmini de yitirmedi. Sadece hâkim ve var olduğu vasatı, hâkim ve var olmasını mümkün kılan vasıtaları yitirdi.

Mevcut medeniyetlerden hiç birinin kendisini İslâm kadar korumayı, üzerine gelen saldırıyı püskürtebilecek kadar dinamizmlerini ve direnç noktalarını sürdürmeyi başaramadığını; seküler Batı sivilizasyonunun geliştirdiği saldırı sonrasında metamorfoza uğradıklarını görmek gerekiyor.

Bütün bu tarihsel süreci iyi tahlil edebilirsek, İslâm'ın hâlâ dünya tarihinin şekillendirilmesinde dolaylı özne olarak neden belirleyici rol oynamayı sürdürdüğünü; Batılıların neden hâlâ panik psikolojisiyle hareket ederek vargüçleriyle İslâm dünyası üzerine "çullandıklarını" anlamakta zorlanmayız.

O yüzden, İslâm'ın yeniden gelişi, muhteşem olacak, diyorum. Biraz sıkıntı yaşayacağız; ama sıkıntı yaşamadan hiçbir şeyi elde etmeyi hak etmeyeceğimizi unutmayalım. Bu nedenle, sadece Müslümanların değil, bütün insanlığın hakkın, hakikatin, adaletin ve sulhün yeniden hâkim olabileceği yeni bir dünyanın kurulabilmesi için her zamankinden daha fazla İslâm'a ihtiyacı olduğunu bilelim ve İslâm'ın bütün bir insanlık için nasıl bir nimet olduğunun şuuruyla hareket edelim, diyorum.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi