T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 21 ŞUBAT 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Mississippi Misak-ı Milli'ye dahil miydi?

  • ORHAN OĞUZ GÜRBÜZ (orhanoguzgurbuz@yahoo.com)
    Toplumsal meşruiyetleri yitip giderken elde kalan tek kozlarını kullanıyorlar. Mevzilendikleri mevkilerde rehin tuttuklarına inandıkları kavramların/yasaların içeriğini tahrif ederek toplumu yaylım ateşine tutuyorlar. Avrupa Birliği sürecine ve Türkiye'nin özgürlük çabalarına karşı muhalefet yürütenlerin artık zihinsel intiharı göze alırcasına taarruzdan başka varoluş seçenekleri kalmamış gözüküyor. Geçtiğimiz günlerde kamuoyunda yankı bulan yasaklama haberi işte tam bunun yansıması olarak tepkiyi hak ediyordu.

    Danıştay, aldığı sürpriz bir kararla okulun dışında başörtüsü takan bir öğretmenin anaokulu müdürü olmasının mümkün olmadığını açıklayarak bir hukuk skandalına imza atmıştı. Gerekçesinde ise bu öğretmenin okulun dışında yani sokakta bile olsa başörtüsü taktığı için "kötü örnek"olduğu ve "öğrencileri olumsuz etkileyeceği" yargısında bulunuyordu.

    Kamusal alan savunmasından bire bir markaja yönelmek biraz da kaçınılmaz yenilginin telaşından olsa gerek!

    ÖZGÜRLÜK ÇIKMAZ SOKAKTA

    Kendilerini 'ulusalcı' etiketiyle tanımlayanlar, söylemlerinde AB sürecinin bizi sömürgeleştireceği, özgürlüğümüzü elimizden alacağı korkusunu vurgulamaktan kaçınmıyorlar. Ortak bir özgürlük mekanı olan 'kamusal alan' algısını sadece totaliter/baskıcı rejimlerin öngördüğü şekliyle dönüştürmüş/kısıtlamış olmaktan hiçbir pişmanlık duymuyorlar. Kimliklerden, sürücü belgelerinden, okul yıllıklarından çıkarılan türbanlı fotoğraflar geleneksel iktidar odaklarının 'örtme/yadsıma' stratejisi olarak karşımıza çıkmıştı. Artık siyasetin yeni öznesi olarak 'bedenler' hedef tahtasına konuyor. Onların gözünde 'Hayat ve Siyaset' ayniyet kazanıyor; cezalandırmak için gündelik yaşamdan ve toplumsal hafızadan bu kıyafet tercihinin/göstergesinin tümüyle silinmesi amaçlanıyor.

    Sosyolog Zygmunt Bauman, toplumsal dağılmayı irdelediği 'Parçalanmış Hayat' adlı kitabında modern tahakkümün 'birlikte yaşama olanaklarını' nasıl tahrip ettiğini şöyle anlatır; "Biyosiyasetin temel karakteristiği 'içeridekileri' ve 'dışarıdakileri' teşhir ederek bunları birbirinden ayıran 'hayat eşiğini' sürekli olarak yeniden tanımlama çabasıdır."

    Bireylerin ortak yaşama alanlarını devlet eliyle 'istimlak ederek' modern tahakkümün fethedilen topraklarına katmanın yollarını aramaktalar. Modern toplum ancak görünenin varolduğu bir modelse eğer; derhal görünmeyenin politikası üretilmelidir. Dolayısıyla başörtülü bir birey kamuda ya da özel alanlarda görünmezliğe/ilişkisizliğe mahkum edilmelidir. Çünkü tasavvur ettikleri yakın gelecek için o; yaşama süreçlerini ancak merhametin sınırları içinde yerine getirebilen bir 'mülteciden' başkası değildir. Artık herkesin kaçındığı,yüz çevirdiği,düzen dışı gördüğü bir 'öteki' olarak okulun, mahallenin, kentin dışına püskürtülmelidir. O şimdi bir 'yabancı'(olmalı)dır ve dolayısıyla 'belirsiz'/müphem'dir. İnsanın ve yapılarının olmadığı bir 'çöl yolculuğunda' ne geçmişinden izleri ne de önünü görmesine imkan verilmemelidir. Yine Bauman'ın ifadesiyle, dışlanan bu 'öteki' artık 'kapıdaki yabancı' (ante portas) dır. O'nun varoluş biçimini reddetmenin, ıssızlığa terk etmenin özgüveniyle egemenliğinize kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.

    Ama kimlikleri 'görünmez' kılarak 'buharlaştırdıklarını' düşünenler, özgürlük talep edenleri 'yaşayan ölülere' dönüştürerek kamusallığı fethedenler unutmasınlar;aynı çıkmaz sokaklarda yürüyenlerin yüzleşmesi kaçınılmazdır.

    KAMUSAL ALAN YÜRÜMEKLE AŞINMAZ!

    Totaliter/baskıcı eğilimlerin en dikkat çekici stratejisi sokağın ele geçirilmesi/denetim altına alınmasıdır. Bugün Türkiye'de yasakçılığın,demokrasi karaborsacılığının temel algısı da bu hedefi işaret ediyor. Tarihin kara sayfalarından dersler değil, ödevler/taktikler alınarak güncelleniyor. 1950'li yılların siyah ayrımcılığında sert ve akıl dışı uygulamalarıyla insanlık tarihinde ırkçılığın hayat bulduğu bir Amerikan kentini, Missisipi'yi düşleyerek/esinlenerek 'ulusalcılık' politikalarını tasarlayanları şaşırmadan izleyemiyor insan. Okullarında azınlık politikalarıyla 'siyah'ları dışlayanlar aynı otobüslerde/yollarda dahi siyah ve beyazların bir arada yolculuğuna müsamaha göstermiyordu elbette. Bu ırkçılık coğrafyası, protestolar ve gerilimlerle geçen uzun yıllar sonunda ayrımcılığın yenilgisini anıtlaştıran bir kent olarak hafızalara kazındı sadece...

    Yasakçılığı 'ulusalcı' politikalarının temel argümanı olarak kullananlar için,anakronik (tarih dışı) bir çağrışımla geliştirdikleri bu yeni ayrımcılık girişimleri de aynı akıbeti bekliyor. Sokakta başörtüsü takanlar için yasaklamalara başvurulacaksa, siyasallaştırılmış beden projesinde daha da ileri gitmeleri onlar için kaçınılmaz gözüküyor.

    Hukukçu kimliğiyle birlikte Türk akademisinin üst düzey yönetici olarak sorumluluk ve duyarlılık sahibi olması gerekenler de açıklamalarında "kışkırtıcı" ve "derinleştirici" yorumlardan kaçınmadılar.Evlerimizin bile bir gece ansızın kamusal olan olabileceği, çarşı/pazarda alışveriş yaparken dahi bir kamu görevlisinin başörtüsü kullanamayacağı yargısıyla "kabusun" kapsama alanını genişlettiler.

    Paranoyanın sınırları uçsuz bucaksız bir karanlık dünyaya doğru açılabilir elbette... Bu yeni 'asfalt siyaseti'ni akıldışı ve kışkırtıcı tel örgülerle daha da yaygınlaştırabilirler.Sözgelimi caddelerde sadece türbanlıların geçmesine izin verilen yaya geçitleri icat edilebilir. Madem bir öğretmen çocuklara kötü örnek oluyor; başörtülü kadınlara duyarlı X Ray cihazları, 'dikkat türbanlı var!' trafik levhaları da bu çılgınlığa eklenebilir. Nazi Almanya'sının ve Güney Afrika'nın ırkçı (aperthied) tecrübesinden de faydalanabilirler. Tarihin utanç sayfalarından kopya edilen 'yasak kent' düşleriyle, özel hayatlara, kamusal alanlara 'sınır ihlalleri' gerçekleştiren ulusalcı yurtseverlere de sormadan edemiyor insan! Hay aklınızla bin yaşayın 'Çılgın Türkler'!

    Missisipi'de Misak-Milli sınırlarına dahil miydi sahiden?

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi