T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 7 TEMMUZ 2006 CUMA | ||
|
33 yıl önce Bursa Erkek lisesinde okuduğum yıllarda Dostoyevski'nin 'Beyaz Geceleri'yle Sezai Karakoç'un 'Mona Roza'sını birlikte okumuştum. Mona Roza da, Nastanke de gençliğimin muhteşem aşk simgeleriydi... Her gece, Mona Roza şiirinin /Açma pencereni perdeleri çek
dizelerini tekrar tekrar okuyup, 'Beyaz Geceler'le aşk rüyalarına dalardık. Gençliğimiz belki de hiçbir dönemde olmadığı kadar coşkulu, bir o kadar da acılıydı. Dostoyevski'yle, Puşkin'le, Sezai Karakoç'la, Tolstoy'la Boudler'le çok çabuk büyüdük. Yaşımıza denk olmayan hayallere daldık, büyük rüyalar gördük. Bu yüzden de kimselerin umursamadığı acıları bile kendi acılarımız bildik, ütopyalara inandık. Belki de bu, çabuk büyümenin en güzel haliydi. Şimdi, yıllar sonra St. Petersburg'ta 'Beyaz Geceler'in lacivert şafağında Nastanke ve Mona Roza'nın muhteşem rüyaları ile uyanıyorum. Gazeteciler Ve Yazarlar Vakfı'nın davetlisi olarak gittiğimiz St. Petersburg'ta, uluslar arası Türk lisesinin mütevazi salonunda Petersburglu kız öğrencilerden Türkçe şiirler ve şarkılar dinliyoruz. Adı Nastanke değil ama, Petersburg'lu sarışın bir kız öğrenci, o şiir gibi sesiyle Mona Roza'yı okuyor. Bir anda yıllar öncesine gidiyorum. Ve 'Beyaz Geceler'de beyaz rüyalara dalıyorum. Kanallardaki suların kızarmaya başladığı büyülü saatlerde, St. Petersburg'un taşa yansıyan musikisi başlıyor. Gecenin en dayanılmaz saatleri güneşin kollarında bir başka akıyor sanki 'Beyaz Geceler'de... Gölgelerden soyunmuş St. Petersburg evleri, narin bir Çin porseleni gibi görünüyor 'Beyaz Geceler'de... Güneşin gece yarılarına kadar batmadığı St. Petersburg'ta geceler, rüyalarımızdan daha renkli akıyor sanki... Baltık kıyılarında, Neva nehrinin sahillerinde geceyarılarında bir aşk kırgınlığı içinde güneşi uğurlayan çiftler, nice aşklara, ayrılıklara tanıklık etmiş denizi yaşlı gözlerle seyreden hüzünlü ihtiyarlar, eğlence gemilerinden çılgın şarkılarla el sallayan gençler ve sabahın ikisinde, Batlık denizinin kıyısında uçup uçmamaya karar veremeyen martılar... Fantastik renklere bürünmüş St. Petersburg'un yollarında, mesela Nevski caddesinde kendi gölgenizi, ayak izlerinizi ararsınız. Ayak izlerinizi bulamazsınız belki ama, bu şehrin her köşesinde ünlü bir romancı, şair ya da müzisyenle buluşabilirsiniz. Mesela Nevski'de Puşkin'in ve ünlü Rus sanatçılarının edebiyat sohbetleri yaptığı 'Puşkin Cafe'de kısa bir kahve molası verip, genç Dostoyevski'nin ilk eserini yazdığı evin yolunu tuttuğunuzda müthiş bir coşkuya kapılırsınız... Gogol'ün cümleleriyle, "Hiçbir adres defteri, danışma bürosu böylesi bir sağlam bilgi sağlayamaz. İşte böyle her şeye gücü yeten bir yerdir Nevski Caddesi!. Aynı zamanda her garibanın gezme zevkini tattığı bir caddedir. Yaya kaldırımları ne denli süpürülüp paklansa da, pek çok kişinin ayak izi kalmıştır orada." Yıllar sonra bile Nevski'den geçerken, Dostoyevski'nin 'Yeraltından Notları'nın gariban kahramanının hissettiği o yakıcı sızıyı yeniden hisseder, iliğinize, kemiğinize kadar ürperirsiniz... İkiyüz merdiven çıkarak ulaştığım İsak Katedrali'nin kubbesinden Petersburg'a doğru baktığım o an donup kalmış belleğimde. İçimde uzak ülkelerdeyken duyulan derin ürperti var sanki... Kalp atışlarıma yansıyan bir serüven duygusu. Uzak diyarlara taşıdığım içimin 'şiir bahçeleri'ndeki özel kederlerle ilgiliyim. Tıpkı Cemal Süreyya'nın "Ben nereye gidersem yalnızlığın başşehri orası" dizelerinde olduğu gibi...
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |