T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 27 TEMMUZ 2006 PERŞEMBE
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Özlem ALBAYRAK

Bir gün karşısında olacaksın kaçtıklarının

Dünkü Yeni Şafak'ın sürmanşet haberinde, Mersin'e ayak basan, Türk bayrağıyla sardığı çocuğunu havaya kaldırarak zafer işareti yapan vatandaşlarımızdan Mustafa Akçay'ın "Bir daha asla Lübnan'a dönmem" dediği yazıyordu. Korkunun tetiklediği bu cümle bile tek başına, o kanlı işgalde, hakkı çiğnenen, hayatı paralanan insanların yaşadığı dehşeti anlatmaya yetiyordu. İşgalden kurtulan vatandaşımızın gözlerindeki sevinç ışıltısı, aslında o coğrafyadaki korku büyüklüğünün karşılığıydı.

Kimse dönmesin Lübnan'a, Filistin'e gitmesin tabii.. Düşünmesin bile bu meseleyi. "Reel politik"in en önemli ayağı, çıkarların korunması adına soğukkanlılıktır, çok iyi biliriz. Mümkünse gözlerimizi bağlayıp, kulaklarımızı duymaz edelim, bastırıp susturmaya çalıştığımız vicdanımızı hiçbirşeyin kışkırtmasına izin vermeyelim. Kendi çocuğumuzu sağ salim evimize getirdik ya, sevinip kurbanlı, bayramlı sofralar kuralım. Ne badireler atlattığımızı anlata anlata bitiremeyelim.

Ama ne yaparsak yapalım, o soru bir lanet gibi peşimizde olacak: Gidecek yeri olmayanları, olup da gitmeyi seçmeyenleri, tuhaf bir inatla bir yere kaçmayanları, bulundukları yerde kalıp vatanlarının selameti umuduyla ölecekleri ne yapalım?

1948 yılından bu yana Deir Yasin, Kana, Sabra, Şatilla gibi katliamlarla, Kara Eylül, Yom Kippur, Altı Gün, İntifada savaşlarıyla düpedüz periyodik bir soykırıma uğrayan Filistinliler'in, uzaktan kumandayla yönetilen mezhep savaşlarıyla milenyumun başına kadar birbirine kırdırılan Lübnanlılar'ın azalmış, azaldıkça çok olmuş, dünyanın karnına batacak bir diken gibi sertleşmiş çocukları nereye gidecek? Hem bakalım, gitmeye gönüllü müdürler?

Bu yazının yazıldığı sırada sürmekte olan Roma'daki Lübnan Konferansı'ndan önce, Türkiye ve katılımcı üç Arap ülkesinin "acil ateşkes" önerisine karşılık, "sürdürülebilir ateşkes"ten yana olduğunu açıklayan Condelezza Rice'ın "Yeni bir Ortadoğu'nun zamanı geldi" sözü, misket mermileriyle, eti yakan fosfor bombalarıyla öldürülen Beyrutlu çocukların ne olacağı sorusunu zihnimizden atamayacak. Kendi çocuğumuzu kurtardık diye, "sürdürülebilir ateşkes"in, "sürdürülebilir katliam" anlamına geldiğini unutmamız da, mümkün olamayacak.

Bu savaşın haksızlığı, Hamas'ın Filistin'de demokratik bir seçimle işbaşına geçtiği, Hizbullah'ın ABD'nin 11 Eylül'den bu yana aslında bütün Arapları kastederek tanımladığı şekilde ilkel, vahşi, gözü dönmüş bir terör örgütü değil, arkasına Lübnan halkının, neredeyse bütün Şii olmayan Arap ülkelerin halklarının da desteğini almış, 2000 yılına kadar yakılıp yıkılmış Beyrut'ta yıllardır bir yardım kuruluşu gibi çalıştığı, "Yeni bir Ortadoğu" planına karşın mıh gibi aklımızda olacak.

Yüzyılın başında "Halkı olmayan bir ülkeyi, ülkesi olmayan bir halka devredin" diyerek bölgedeki Filistin varlığını inkar etmek yoluyla kıyımın fitilini ateşleyen Israel Zangwill'in siyonist hareket tavrının bugün hiçbir değişime ve demokrasi güncellemesine gerek bile duyulmadan, akıl dışı uygulamalar eşliğinde sürdüğünü söylemek de... 2. Abdülhamit Filistin'i vermedi diye 'Kızıl Sultan'dır hatırlayın. Bazen unutmak istemediğini unutur çünkü insanlığın ortak aklı ama, kimi zaman da istemediğini hatırlamak zorundadır.

Bugün göreve çağırılan, yardımı istenen, haksızlığa karşı en azından "durdurun bu katliamı" demesi beklenen BM'nin Yahudi Devleti İsrail'i ilk tanıyan kuruluş olduğunu hatırlattığımda, neler hissedersiniz. Binlerce Filistinli'nin yokedildiği İntifada dahil olmak üzere, bütün İsrail işgallerini, katliamlarını, ardı arkası gelmeyen kınamalarla dünyanın hazmedebileceği lokmalar haline getiren BM, şimdi 4 görevlisinin İsrail bombaları sonucu ölmesinin ardından feveran koparıyor, ama aynı ortak akıl, BM'nin Ruanda başta olmak üzere Afrika'daki 'Barış Gücü' icraatlarını da biliyor. Bir akıl tutulması yaşıyor simülasyonu içindeyiz ama, aslında herkes biliyor. Bilinmeyen, farkedilmeyen tek şey şu ki; sıra yavaş yavaş 'çocuğumu kurtardım ya' diyerek kenarına çekilen, dünyayı ayağa kaldırmayanlara geliyor.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi