T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 27 TEMMUZ 2006 PERŞEMBE | ||
|
Sevginin içinde o alevi söndürecek/Tükenmekte olan fitil gibi bir şey vardır. Shakespeare İnsan bilmeyebiliyor. Belleğinde seni rahatsız ettiğini hissedip durduğun bir çapak vardır hani.. oraya yapışıp kalmıştır.. bir türlü söküp atamazsın.. çıkartıp tüküremezsin.. Ukde.. o şey düğümlenip kalmıştır orada.. Bilinç de bir yere düğümlenmiştir.. Düş görürsün, ama gördüğün düş de işe yaramaz.. işe yarar düş, insana açıklık sağlayandır.. oysa sen, seni iyice düğümleyen, seni kendi içine çeken bir düşe uyanıyorsun: ukde ortadan kalkmıyor, büyüyor.. O çağrıyı aldığımda çağrının hedefinde duran sevgili'yi hemen bulacağımı sanmıştım. Bunu kaç kez anlatmalıyım sana? Kaç kez, bu arayışın battal olduğunu bildirmeliyim? Buna rağmen o çağrının ardından gitmek zorunda bulunduğumu, çünkü ancak bu yoldan onu bulabileceğimi?.. Aramakta, bir şeyin ardına düşmüş olmakta her şeye rağmen bir umut bulunur, ufkun öte yanında konuşlanmış olsa da, ona ulaşamayacağını bilsen de.. tıpkı eleğimsağma gibi: altından geçemeyeceğini bilsen de, o, oradadır ya, görüyorsundur ya, belki altından da geçersin, en azından onu deneme imkânı varbulunmaktadır. Ama görünmeyen bir eleğimsağmanın altından nasıl geçersin? Çağrıyı işitip de icabet etmemek, edememek, yani sürekli bekleme halinde kalmak, acının en dehşet verici olanıdır. Cehennemdir. Beyefendinin dediği gibi başkası değildir cehennem olan. Cehennem senin kendi içindedir. Cehennem, şairin dediği gibi bekleme halinde kalmaktır. Irmak karşımda akıyor ve alev içimde büyüyordu. Onu, orada, nehrin kıyısında gördüğümü düşünüyorum. Onu gördüğümü hayal ediyorum. Hayal.. hayal, o arama ânlarında gerçeklikle özdeşleşir: gerçeği mi hayalinde yaşıyorsun, düşün mü hayale dönüşmüştür; yoksa hem hayal, hem düş, gerçeğin parçası haline mi gelmiştir, kestiremezsin. Âşığın söylediğine bu yüzden itibar edilmek istenmez. Düşünü mü gerçek sanmaktadır, yoksa gerçeği mi hayale dönüştürmüştür, anlaşılmaz. Kesin olan o ki, bütün bunlar âşığın gerçeklik alanında tezahür eder. Ondördünde delikanlının çekmek istediği acının ve sıkıntının sınırı yoktur: koşuyu kırbaçlar, her bir kırbaç darbesiyle bağrı şerha şerha yarıldıkça hızını çoğaltır, bir ân önce ulaşmak istediği hedef her ufukta bir kulaç daha öteye sıçrar.. bağrında yanan fitil tükenme bilmez. Çünkü alevin ateşi o fitilden gelir ve ciğer bu ateşe körük olur. İyi düşünürse, aslında, o fitil, ardından koştuğu sevgilinin ta kendisidir. Öyleyse koş diye buyurur kendine. Tabanı zonklayarak, ciğeri parçalanmış, ağzının köpükleri gemi berbat etmiş.. koşar. Elini uzatsa ulaşacaktır sevgiliye. Uzatır. Ama her seferinde eli boşa gelir. Öbür yanını döner ve elini bu kez oraya uzatır.. Onun kendini mahvetmesi böyle olur. Kendini mahvetmedikçe, kurtuluşunu yok oluşunda aramadıkça, bu arayışı kutsamadıkça koşuşunun onu hiçliğe götüreceğini, bilincinin en dibindeki bilgelik kütüğü fısıldar ona. Genç tay çevikliği ona mahmuz olur. Ve yoluna öyle devam eder. Öldürün beni diye bağırarak, ateşe sürün diye haykırarak.. dumansız ateş saçarak nar-ı beyza haline gelmiş olan fitilin bizzat kendisi olduğunu görerek..
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |