T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 28 TEMMUZ 2006 CUMA | ||
|
Bir yanda, Ortadoğu'nun ortasında Lübnan ve Filistin'de yakın tarihin en sistematik katliam zincirine günden güne eklenen yeni halkalar.... Öte yanda, Türkiye tarihinin en sinir bozucu ve sinsi terör eylemlerinin kapıyı giderek daha sık çalmakta olduğu gerçeği. İki "terör"ün ortak noktası ise Türkiye'nin birbiriyle bağlantılı olarak askeri güç kullanıp kullanmayacağı sorusunda saklı. Yani, Lübnan'a gönderilmesi muhtemel bir Barış Gücü'ne asker vermek karşılığında, Türkiye'nin Irak'taki PKK üslerine operasyon yapabileceği hesabı. Bu ahlak dışı olduğu kadar, akıl dışı da olan bağlantıyı tartışmak bir yana; iki operasyon birbirinden bağımsız değerlendirilecek olsa bile vaadettiği sonuçlar açısından anlamsızdır. Türkiye, İsrail saldırıları karşısında -konunun tabiatı gereği çok etkili olduğu söylenemese de- dünyada pozisyon sahibi tek demokratik ülke durumundadır. Türkiye hükümeti, hissedilir boyutta bir itiraz ve direnç koymakta, bir anlamda dünyanın vicdanını temsil etmektedir. Pozisyonunun temel parametresi de İsrail'in Lübnan'a yönelik saldırılarını derhal kesmesi gerekliliğidir. Barış Gücü gibi uluslararası oyunları onaylamak değil... Öte yandan, insanlık için bir utanç olarak kalacak Roma Konferansı'nın ardından bir de Lübnan'a Uluslararası Barış Gücü göndermek ise, İsrail saldırılarını meşrulaştırmak ve işgale hukuki dayanak üretmek demektir. Bölgeye bir askeri gücün gönderilmesinden söz edilecekse bunun sadece İsrail'i durdurmak amacına matuf olması gerektiği de muhakkaktır. Peki, Türkiye Lübnan konusunda ABD-İsrail eksenine paralel bir yürüyüş sergilememenin karşılığında PKK ile mücadele desteğinden mahrum mu kalacaktır? Kalırsa, sınır ötesi operasyon imkanı da bulamayacak mıdır? Bulamasın.... Zira, Türkiye'nin PKK ile sorununda sınır ötesi operasyon sadece bir sembolden ibarettir ve çare olmadığı gibi sorunu körüklemekten başka anlam da taşımamaktadır. Bugüne kadar aynı örgüte karşı 20'yi aşkın etkili sınır ötesi askeri hareket yapan bir ülke için; yıllar sonra yeniden aynı enstrümana dönüş de zaten ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur. Türkiye'nin sorunu öncelikle içeridedir, sınırın ötesinde değil. Bunu çözebilirse sınırın ötesinde bir sorunu kalmadığını görecektir. Bir sınır ötesi harekat hükümete, "İşte hadlerini nasıl bildirdim" gibi geçici ve çabuk eskiyecek bir slogan atma imkanı, askere de siyasetin tam tepesine çöreklenme fırsatı vermekten başka hiçbir şeye yaramayacaktır. Ardından daha çok çatışma, daha çok şehit ve bölgeyle Ankara arasında daha kapanmaz yaralar.... Ne hükümet bir slogan uğruna kendisini genel gidişatından saptıracak bu adıma heves etmeli, ne de asker "içeride" yapamadığını dışarıda yapmak gibi artık pek inandırıcı olmayan bir role soyunmalıdır. Türkiye'nin sorun çözme yöntemi de zaten ABD ve İsrail gibi olmamalıdır. Özellikle de bu yöntemin bir fayda sağlamadığı yakın tarih tecrübesiyle sabitken... Ve özellikle de JİNSA gibi Yahudi düşünce kuruluşularının, "Biz nasıl Lübnan'da kendimizi savunuyorsak, siz de Kuzey Irak'ta kendinizi savunmalısınız" gibi ayartıcı fikirler muhataplarını aptal yerine koyacak kadar sıradan bir şekilde ortalığa salınmışken.... Türkiye'nin sınır ötesi girişimi esasen bir gösteri atışından ibaret kalacaktır. Dolayısıyla, ABD ve İsrail'in bölgede giriştiği "yeni"lenmeyi meşrulaştıracak üstelik de geriye "PKK+Irak Kürdistanı ittifakı" gibi ağır bir fatura bırakacak bu gösterinin cazibesine kapılmamak en doğru tercih olacaktır. Türkiye, ABD'den PKK'ya karşı istediği desteği Ortadoğu sorunundan bağımsızlaştırabilirse başarılıdır.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |