|

Kürtçü siyaset bir arpa boyu yol alabildi mi?

Türkiye'nin tanınmış terör ve güvenlik uzmanı İhsan Bal, Kürtçü siyasetin 2009 yerel seçim kampanyasına kadar geçen sürede bir arpa boyu yol alamadığını savunarak, "Aksi takdirde Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'in "dilimizi tanıdılar, kimliğimizi tanıdılar ve şimdi de toprağımızı tanıyacaklar" sözünün başka türlü anlaşılması mümkün değildir" diye konuştu.

Aynur Yılmaz
00:00 - 13/03/2009 Cuma
Güncelleme: 13:30 - 13/03/2009 Cuma
Yeni Şafak
Kürtçü siyaset bir arpa boyu yol alabildi mi?
Kürtçü siyaset bir arpa boyu yol alabildi mi?

Yerel seçim kampanyasını yürütmeye çalışan Kürtçü siyasetçilerin hala Soğuk Savaş döneminde kaldıklarını söyleyen İhsan Bal DTP'ye, "'Bugün Aslında Dündü' filminin kahramanı hep bir sonraki güne uyanmanın hayali ile yatarken -işin ilginç tarafı Kürtçü siyasetçiler- hep takıldıkları günde kalmayı bir kazanç saymaktadırlar. Bakalım 30 Mart sabahı onları yeni bir güne taşıyabilecek mi?" diye bir soru sordu.

Her seçim dönemi yaklaştığında Kürtler adına siyaset yapma ayrıcalığını kendi ipotekleri altında gören bir kısım partilerin Türk halkına sürekli aynı filmi seyrettirdiklerini belirten Bal, "Gerçekte, 'Bugün Aslında Dündü' filminin trajik kurgusunu gerçek yaşama taşımayı bu denli özenle başaran DTP ve aynı çizgiyi paylaşan yakın geçmişteki diğer partiler, artık kendilerini çok daha fazla ele vermektedirler" diye konuştu.

"Bugün Aslında Dündü" yapması gerekenleri sürekli eksik ve yanlış yapmasından ötürü sürekli aynı günü yaşamak zorunda kalan bir insanın öyküsü olduğunu hatırlatan Bal, Kürtçü siyasetin son temsilcisi DTP'nin bırakınız yaptıkları yanlışları düzeltme çabası ve arayışında olmayı, acaba yanlış yapıyor muyuz sorusunu dahi kendilerine henüz sormayı akıl edebilmiş durumda olmadıklarını savundu. Bal bu iddiasını birkaç örnekle desteklemeyi de unutmadı. Bal'ın örnekleri şöyle: "Bir DTP milletvekili daha önce öğretmenlik yaptığı okuldaki çocukları neden ülkesinin başbakanına karşı kışkırtıp onları eyleme teşvik etsin veya bir başka DPT'li vekil devlete öfkeyle meydan okusun ve başkaldırı mesajları versin?"

Türkiye'nin tanınmış terör ve güvenlik uzmanı İhsan Bal'ın "Yerelden Küresele DTP siyaseti"ni değerlendiren makalesinde değişen Türk siyaseti ile değişmeyen Kürt siyasetini de ele aldı. Bal makalesinde şu konulara değindi:

TEK SERMAYESİ ÇEKİÇ OLANIN...

29 Mart Yerel Seçimleri için sürdürülen kampanyalar yukarıda bahsedilen yanlışlarda ısrar edildiğine dair sayısız örneklerle dolu. DTP, yine hiçbir sürprize yer bırakmayacak şekilde kampanyanın merkezine öfkeyi, külhanbeyliğini, tehdidi ve gerilim stratejisini yerleştirmiş gibi görünmektedir. Bu çerçevede bölgesel tüm etkinlikler ve Kürtlerle ilgili bütün kutlamalar, ağıt törenlerine ve taşlı sopalı meydan okumalara dönüştürülmektedir. İleri sürülen çocuklar polislere taşlar atarken, çevredeki işyeri ve kamu binalarının camlarını kırarken, gazetecilere saldırırken sorumluluk kabul etmeyen DTP, hemen arkasından cezaevine düşen bu gençlerin aldıkları yüksek cezaları gündeme taşımaktadır. "Tepemizi attırmayın, olacaklardan sorumlu olmayız, bu gidişat Türkiye'ye çok pahalıya patlar, sabrımızı taşırmayın, dağdakilere terörist diyemeyiz" gibi açıklamalarla kamu düzenini bozan, halkı tahrik eden söylem sahipleri, bu söylemlerinin infiale yol açması ve eyleme dönüşmesi sonucunda birçok hukuksal sorunun da ortaya çıkacağını elbette yakından görmektedirler. Ancak Maslow'un dediği gibi tek sermayesi çekiç olanın hayatta her şeyi çivi olarak görmesi kaçınılmazdır.

Kürt siyasallaşmasını Kürtçü çizgiye hapsedenlerin yıllardır süren bu kısır döngülerine daha geniş çerçeveden bakıldığında Kürtçü çizgide siyaset yapanların, Türkiye'de genelde ve özel olarak Kürt siyasetine yönelik gelişmeleri içeren önemli bir dönemi ıskaladıkları ortadadır. Kürtçü siyaset anlayışı Türkiyede adeta her şey sabitlenmiş gibi davranmaktadır. Oysaki Türkiye ve Türkiye'deki siyaset anlayışı içinden geçtiğimiz dönemde değişmiş ve gelişmiştir. Türkiye'nin sosyal ve ekonomik dokusu adeta farklı bir şekilde örülmüştür. Türkiye terör sorununa cevap arama ile Kürtlerin yaşam kalitesini artırmayı önemli oranda farklı iki konu olarak görmeye başlamıştır. Ayrıca terörle ve teröristle mücadele alanlarında büyük zihinsel değişimler yaşanmıştır. Türkiye kendisiyle yüzleşme cesaretini göstermeye başlamış ve aynaya bakabilmiştir. Nerede yanlış yaptık sorularının sıklıkla sorulup cevaplar arandığı bu süreçte, gözaltı sürelerinin kısaltılmasından işkenceye sıfır tolerans uygulamalarına, terörist vatandaş ayrımında kılı kırk yaran anlayıştan son derece titiz operasyonlara, insan kazanma projelerine kadar birçok gelişme yaşanmış ve halen bu yaklaşımdan esinlenen başta "eve dönüş" olmak üzere birçok proje üzerinde çalışılmaktadır. Kısacası Türkiye'nin sorunlarına çözüm üretme anlayışı evrimleşmiş, ancak Kürtçü çizgide siyaset yapmaya çalışanlar bu dönemin farkına varamamış ve tarihin hep aynı gününde hapsolup kalmışlardır.

KÜRTÇÜ SİYASET BİR ARPA BOYU YOL ALABİLDİ Mİ?

Son gelişmelere bakıldığında Türk siyasi hayatında dönüşümü yakından gözlemlemek mümkündür. Zira Türkiye Kürtçeyi serbest bırakmış ve hatta devlet televizyonu Kürtçe yayına başlamıştır. Avrupa Birliği sürecinde geniş özgürlük hamleleri başlatmış ve Kürtçü çizgide siyaset yapanlar dahi parlamentoya taşınmıştır. Özgürlüklerin sağlanması ile büyük hamleler yapılırken, bölgedeki ekonomik atılımlarla da bu hamleler desteklenmiştir. Ancak Kürtçü siyasetçiler hala "tepemizi attırmayın, bırakın bizi yoksa mahvederiz" gibi külhanbeyi tavırlarını yıllardır olduğu gibi aynen sürdürmektedirler. Altyapının kurulması, ekonomik hamlelerin gerçekleştirilmesi ve sağlık alanında köklü çözümlerin bulunmaya çalışılması, Kürtçü siyaset açısından sömürü gibi algılanmıştır.

2009 itibariyle Türkiye'de kültürel hakların en kapsamlı projelerle gerçekleştirilmeye çalışıldığı ve Kürtçe bir televizyon kanalının yayına girdiği bir dönem yaşanmaktadır. İşin en ironik tarafı bu dönemde bile, aynı konular sanki hiçbir gelişme sağlanmamış gibi, kara mizaha konu olacak bir şekilde gündeme getirilmektedir. Zira yayının başladığı günden itibaren Kürtçü siyaset taraftarları Kürtçe yayını dahi Türkiye'nin bölgeye yönelik propagandası olarak yansıtmaya çalışmışlardır. Kürtlerin şiddetten bıktığı, gerilimin tarafı olmak istemediği ve gündelik yaşamlarını sürdürmek gibi bir çabalarının olduğu artık bilinen bir gerçektir. Bunun en önemli göstergelerinden biri de, bütün tahriklere rağmen sokak eylemlerinden uzak durulduğunu, son zamanlarda gerçekleştirilen eylemlere olan çok düşük katılımdan açıkça anlaşılmaktadır. Dolayısıyla da karşılaşılan sorunlara karşı böyle anlayışa prim vermedikleri ve bundan sonra da vermeyecekleri anlaşılmaktadır. Bu durum nedense bizatihi Kürtler adına siyaset yaptığını söyleyen Kürtçü siyasetçiler tarafından göz ardı edilmektedir. 1991 yılında Leyla Zana'nın meclis kürsüsünde ajite edici Kürtçe çıkışından, 2009 yerel seçim kampanyasına kadar geçen sürede bir arpa boyu yol alınmadığı anlaşılmaktadır. Aksi takdirde Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'in "dilimizi tanıdılar, kimliğimizi tanıdılar ve şimdi de toprağımızı tanıyacaklar" sözünün başka türlü anlaşılması mümkün değildir.

Çözüm yolunda ter dökmeyenlerin, sürekli kan dökülmesinden şikâyetçi olmaları ve aynı kandan beslenmeye çalışmaları ne kadar da trajik bir yaklaşımdır. Türkiye'de terörist ile masum vatandaşı ayırmak için kılın kırk yarıldığı, Kürtlerin talepleri ile teröristleri birbirinden ayrıştırmak için büyük çabaların sarf edildiği bir dönem yaşanmaktadır. Türkiye terörle mücadelede hukukun üstünlüğünü savunmakta ve gözaltı sürelerine Avrupa'nın en ileri ülkeleri kadar dikkat etmektedir. Bu değişim ve bu yolda alınan önemli mesafelere rağmen nedense Kürtçü siyasetçiler süreci birbirine katmak için özel çaba sarfetmektedirler. Hele hele Türkiye'nin gerçekleştirdiği son 23 (biri 8 günlük kara operasyonu olmak üzere) sınır ötesi operasyonda sadece bir sivil kayıp yaşanmasına karşın, Kürtçü çevrelerin bu operasyonlarla İsrail'in Gazze'ye karşı yürüttüğü operasyon arasında benzetmeler kurmaya çalışma kolaycılığı ve hazırcılığı gözlerden kaçırılmamalıdır. Zira daha önceki yazılarda da ifade edildiği üzere İsrail'in uyguladığı terörle mücadele politikaları ile Türkiye'ninki arasında paralellik kurmak bilgi eksikliği değilse, muhakkak bilinçli bir çarpıtmadır.

DEĞİŞEN ULUSLAR ARASI KONJONKTÜR, DEĞİŞMEYEN KÜRTÇÜ SİYASET

Anlaşılan Kürtçü siyaset anlayışı, Kürtlerin, müreffeh, mutlu ve uygar bireyler olarak dünyanın nimetlerinden yararlanması yerine; taş ve sopa kullanmaları, kavganın içerisinde bulunup, gerilimin bir parçası olarak devam etmelerinden kazançlı çıkacağını ummaktadır. Gerçi, 22 Temmuz 2007 seçimlerinde Kürtçü siyasetin gerilim stratejisi seçim sandığına toslamıştır. Bundan ders alınmamış olunacak ki 29 Mart yerel seçimlerine gidilirken de benzer bir strateji ısrarla uygulanmaya çalışılmaktadır. Bu durumdan yola çıkılarak, Kürtçü siyasetin üçlü bir sıkıştırma ile karşı karşıya olduğu söylenebilir. Bunlardan birincisi, kazandıkları belediyeleri hizmet ederek yönetmemiş olduklarıdır. Dolayısıyla anlatabilecekleri, seçim propagandalarında halka satabilecekleri bir belediyecilik manifestoları yoktur. İkinci olarak, parlamentoya gelip burada Kürtler adına, onların yaşamlarında "evet bizim için bunları da yaptılar" diyebilecekleri herhangi bir iyileştirme ve hissedilebilir bir politik farklılıktan söz etmek de mümkün değildir. Bu açıdan bakıldığında Kürtçü siyaset, Öcalan'ın hapishane konforu haricinde belleklerde yer edebilecek, önemli bir icraata imza atmamıştır. Dolayısıyla seçim kampanyalarında TBMM çatısından götürebilecekleri, herhangi bir yapıcı politika hediyeleri de söz konusu değildir. Bir parlamenterin siyasal yaşamda verilerle çözüm üretmek için ortaya koyduğu herhangi bir politikasının olmaması ve bir belediye başkanının da hizmet götürmekle mükellef olduğu vatandaşının yaşam kalitesini geliştirmek yerine sürekli gerilimi artıran söylemlerle vakit geçirmesi geriye çok fazla alternatif bırakmamaktadır. Kürtçü siyasetin siyasal alanı geliştirmedeki bu başarısızlığı ve kendi mevzisini bu kadar dayanaksız tutması onu kaçınılmaz olarak terörün gölgesine hapsetmektedir.

Dolayısıyla Kürtçü siyasetin kaçınılmaz olarak kendini teslim ettiği kısır döngü Türkiye'nin ve Orta Doğu'nun gittiği yönden hızla ayrışmaktadır. Onun içindir ki Türkiye'deki Kürtçü siyaset şiddet sarmalı içerisindeki kısır döngüden kendini kurtaramadığı sürece, her geçen gün daha da marjinalleşmekte ve Orta Doğu havzasında da kendine çok daha az yer bulabilmektedir. Türkiye ve Türkiye'nin Kürtleri yapıcı bir siyasetle gerilimin değil, uzlaşının meyvelerini topladığı ölçüde Kürtçü siyaset taraftarları Avrupa'da da yalnızlaşmaktadırlar. Bu açıdan Talabani ve Barzani Türkiye'ye yönelik uzlaşı mesajları vermişlerdir. Bu iki lider Kürtlerin Orta Doğu'da müreffeh, huzurlu ve geleceklerine ümitle bağlanmalarının önemli bir adresi olarak Türkiye'yi işaret etmiş ve Türkiye'nin Irak temsilcisi Oğuz Özçelik'e "Türkiye ve Irak bölgenin iki önemli ülkesi ve birbirlerinin stratejik ortağıdır. Bunu PKK dâhil kimse bozamaz" ifadesini kullanmışlardır. Yine bir o kadar önemli başka ifade ise Avrupa Birliği'nin temsilcileri tarafından ısrarla tekrarlanan DTP'nin PKK ile arasına mesafe koyması gerektiğidir. Siyaset ile şiddetin, terörle demokrasinin bir çatı altında barındırılamayacağı farklı ifade kombinezonları ile farklı zamanlarda AB tarafından Kürtçü siyaset taraftarlarına ifade edilmiştir. Bölge ile yakından ilgilenen ABD'nin tavrı da bu tavırdan çok farklı değildir. Şiddet ve gerilim ile politik çözüm arayışları ve demokrasinin yan yana yaşayamayacağını Bush yönetimi dile getirmiştir. Obama yönetiminin de bu çizgide hatta bunun ötesinde açıklamalar yapacağından kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

SONUÇ YERİNE…

Sonuç olarak 29 Mart yerel seçim kampanyası Kürtçü siyaset açısından yerelden kopuk olduğu kadar uluslararası konjonktürden de uzak bir propaganda zeminine oturmaktadır. Öfkenin, tehdidin ve şiddetin gölgesine sığınarak oy avcılığının çok da hayırlı sonuçlar doğurmayacağı ortadadır. Türkiye dünkü Türkiye değildir ve Orta Doğu değişmektedir. Avrupa-Türkiye ilişkileri bugün farklı bir noktaya ulaşmıştır. Ancak yerel seçim kampanyasını yürütmeye çalışan Kürtçü siyasetçiler hala Soğuk Savaş döneminde kalmışlardır. "Bugün Aslında Dündü" filminin kahramanı hep bir sonraki güne uyanmanın hayali ile yatarken -işin ilginç tarafı Kürtçü siyasetçiler- hep takıldıkları günde kalmayı bir kazanç saymaktadırlar. Bakalım 30 Mart sabahı onları yeni bir güne taşıyabilecek mi?





15 yıl önce