|

Dondurulmuş taşralılıklar

Modern uygarlığı bilinçli olarak seçen toplumlar/kültürler, ulus-devletler, aynı zamanda her alanda sömürge olmayı seçmiş olurlar.

Yeni Şafak
04:00 - 25/05/2015 Pazartesi
Güncelleme: 22:51 - 24/05/2015 Pazar
Diğer
Gündem
Gündem
Atasoy Müftüoğlu


Modern tarih boyunca dünya, “merkez” ve “taşra” karşıtlığı içerisinde şekillendirildi, kategorize edildi. Kendisini merkeze koyan Avrupa değer sistemi/dünya görüşü, Avrupadışı dünyayı ötekileştirerek, aşağılayarak “taşralı” olmaya mahkum etti. Avrupadışı dünyaya yönelik sömürgecilik keşiflerle birlikte başladı ve sistematik tahakküm biçiminde somutlaştı. “Uygarlaştırma misyonu” klişesi/sloganı her zaman maske olarak kullanılan bir slogandır, klişedir. Uygarlaştırma misyonu, sömürgeleştirme misyonu anlamına gelir.


Modern uygarlığı bilinçli olarak seçen toplumlar/kültürler, ulus-devletler, aynı zamanda her alanda sömürge olmayı seçmiş olurlar, sömürgeleştirilmeye elverişli olduklarını ilan etmiş olurlar. Bugün, hala, Türkiye de dahil olmak üzere pek çok ulus-devlet, sömürgeci “merkez”in değer sistemine, dünüşce ve bilgi sistemine, siyasal ve ekonomik sistemine dahil olmak, olabilmek için büyük uğraşlar veriyor.


Taşralı toplumlar

Toplumlarımız, kendi inanç/değer/bilgi sistemlerini, politik ve ekonomik sistemlerini özgürleştirerek, kendilerini bu doğrultuda yapılandırmayı amaçlamadıkları için “taşra”da yaşamaya, “taşralı” olmaya katlanıyor. Bu nedenledir ki, günümüzde, seküler/neoliberal/kapitalist dünya görüşünün ve hayat tarzının sınırları/mantığı içerisine hapsedilen İslam düşüncesinin, kültürünün hiçbir özgün ve bağımsız yanı yoktur. Sözünü ettiğimiz sınırlar içerisinde kalarak sürdürdüğümüz İslami etkinliklerimizin de keza hiçbir İslami niteliği ve derinliği yoktur. Bizler, bugün, Müslümanlar olarak, İslami özgürlüklerden değil, neoliberal dünya görüşünün, bizlere tanıdığı kontrollü özgürlüklerden yararlanıyoruz. Bütün bunların yanında toplumlarımızda, dini hizmetlerin, yapıların, politik pragmatizmin çıkarları/beklentileri doğrultusunda sürdürülmekte bulunduğunu da kaydetmek gerekir.


Ümmet soyutlaştı

Ulus-devletler çağında, etnik milliyetçiliklerin, dil milliyetçiliklerinin, mezhep milliyetçiliklerinin, toplumlarımızın zihin ve ruh dünyalarını altüst ederek, Müslüman kitleleri dramatik dönüşümlere uğratarak, Ümmet'i yalnızca eski kitaplarda yazılı olan soyut bir kavrama dönüştürdüğünü de hatırlamak icabeder.


Olayları/gelişmeleri, duygularımızı, önyargılarımızı, kişisel tercih ve düşüncelerimizi esas alarak değerlendirmek yorumlamak gibi bir bencillik ve kibirle malûl bulunduğumuz için, toplumsal akıldışılıklar yaşıyoruz. Kibrin ve bencilliğin yanılgıları sebebiyle, Ümmet'e saygının yerine, mezhebe saygıyı koyuyoruz. İslam dünyası toplumlarında kitleler kendi akıllarından bütünüyle feregat ederek liderlerinin, (cemaat lideri, parti lideri, mezhep lideri vb.) aklını mutlaklaştırdıkları için, hem kendilerini yok sayıyor, güçsüzleştiriyor, hem de bu yolla liderlerine dokunulmazlık/kutsallık kazandırıyor.


Gücün adaleti

Bugün, hangi toplumda olursa olsun, toplumlar güçsüzleştirildikleri için, gücün adaletine boyun eğiyor, adaletin gücünü temsil yetisi/iradesi kazanamıyor. Sorumluluk, sorgulama ve tefekküre adanmış hayatlar yaşıyor olsaydık, bu kadar kibirli, bu kadar sorumsuz, bu kadar bencil olmayacaktık. Müslümanlara farklılıkları aşarak düşünmeyi ve her durumda birleştirme bilincini öğreten İslam medeniyetinin günümüzdeki takipçileri, kendi farklılıklarını ve aşırılıklarını yüceltme mücadelesi veriyor. Bu mücadele bizler için, İslam medeniyeti bilincinden ne kadar uzaklaştığımızı hatırlatması açısından büyük bir uyarı olmalıdır.


Etnik-mezhepçi-ulus-devletçi milliyetçiliklere dayalı kibir ve benmerkezcilikler sebebiyle toplumlarımız her dönemde olduğu gibi, bu dönemde de yeni aşağılanmalara maruz kalıyor. “Arap Baharı” ya da “Arap İsyanları” olarak anılan son beş yıllık süreç içerisinde, hiçbir ülkenin tutarlı/bütünlüklü bir siyasal strateji çerçevesine sahip olmaması çok büyük bir trajedidir.


İsyana cesaretimiz yok

Modern tarihin aşağılayıcı saldırıları karşısında bir direniş dili/bilinci oluşturamamak gibi çok ciddi bir sorunumuz var. İslami varlığımızı ötekileştirerek, aşağılayarak, marjinalleştirerek kontrol etmeye biçimlendirmeye devam eden, modern dünya sistemine karşı, entelektüel anlamda bile olsa bir isyana cesaret edemiyoruz. Geleneklerimiz, kültürümüz bizlere boyun eğmeyi öğrettiği için, bu durumun sonuçlarına katlanıyoruz. Çok halklı, çok dilli, çok renkli mülkleri yok eden, sapkın bencilliklerimiz sebebiyle, kendi kendimizi zillete mahkûm ediyoruz. Bugünün dünyasında yaşanan devasa değişikliklere rağmen, kendimizi yeniden yapılandırarak, İslami bir dünya oluşturmak gibi bir kaygımız yok. Kendimizi geleceğin belirsizliklerine teslim etmiş bulunuyoruz.


Kendilerini modern dünya sisteminin insafına terkederek, İslami sorumluluklarını ihmal eden Müslümanların yanıltıcı umutları dillerinden düşürmemeleri anlaşılabilir bir durum değildir. Taşlaşmış, dondurulmuş bir taşralılık içerisinde kalarak, İslami sorunları konuşmaya/tartışmaya devam edemeyiz. Kaldı ki, sözünü ettiğimiz taşralılık bir faşizme dönüşerek, yeni/farklı hiçbir şeyin konuşulmasına/tartışılmasına da izin vermiyor. Hiç kimsenin, hiçbir gerekçeye dayanarak, çarpık ve yanlı kimi eğilimlerin sınırları içerisine İslamı kapatmaya hakları yoktur.


Geleneksel kimi eğilimlerin sınırları içerisinde kalan yaklaşımlarla, ne kibirli modern dünya sistemiyle, ne de Avrupamerkezci taşralılıklarla yüzleşilebilir, hesaplaşılabilir, ne de tarihsel bir varoluşa sahip olunabilir. Her etnik ve mezhepçi bencillik/kibir, İslami bütünlük bilincinin kökten tahribatına hizmet eder. Bir yanda geçmişten intikal eden akıldışı kalıntılar, bir diğer yanda seküler/küresel sistemin dayattığı ayrımcılıklar, kültürel parçalanmalar, iç bütünlüğümüzü paramparça etmeye devam ediyor.


#Modern uygarlığı
#Avrupadışı
#ulus-devlet
9 yıl önce