|

Propaganda edebiyatı arşiv malzemesi

Sovyet rejimine karşı çıkan yazarların hüzünlü hikayesini dile getiren Hüseyin Bargan, propaganda edebiyatının ancak arşiv malzemesi olabileceğini söylüyor ve soruyor; Bizde 1960-1970'lerdeki köy romanlarından geriye ne kaldı?

Yeni Şafak
00:00 - 7/02/2007 Çarşamba
Güncelleme: 13:19 - 23/02/2007 Cuma
Yeni Şafak
Propaganda edebiyatı arşiv malzemesi
Propaganda edebiyatı arşiv malzemesi

Hüseyin Bargan, kitabı "Sibirya Ekspresi"nde Sovyetler Birliği döneminde baskı gören, zulme uğrayan, öldürülen, Sibirya'nın derinliklerine sürgüne gönderilen aydınların bilmediğimiz öyküsünü anlatıyor. Suçları sadece kimliklerine sahip çıkmak olan aydınların Sibirya steplerinde gömülüp kalmış sessiz çığlıklarını bize ulaştıran Bargan, bu edebiyatçıların hala hak ettikleri ilgiyi görmediklerini, bu konuda bir iki akademisyeninki hariç, çalışma olmadığını söylüyor.

Kitabınızda Sovyetler Birliği'nin baskılarına maruz kalmış, Türk Cumhuriyetlerinin ve daha çok Özbekistan'ın yazar ve şairlerini anlatıyorsunuz. Bu konuyla ilgilenmeye nasıl başladınız?

Sovyetlerde aydınlara yapılan baskı ve zulümlerle ilgili, Soljenitsin'in Gulag Takımadaları adlı eserini tanıdıktan sonra ilgilenmeye başladım. Selçuk Üniversitesi Türkoloji bölümünde öğrenciydim. 1990'da Bahtiyar Vahapzade ve Cengiz Aytmatov'un eserlerini dolu dizgin okumuşumdur. Gün Olur Asra Bedel'in siyasi suçlusu Abutalib'i de hatırlamak lazım. Ama asıl ipin ucunu 1992'de Özbekistan'a gittiğimde yakaladım. Okuduğum Özbekçe kitaplarda; "Stalin kurbanı olarak katledildi, sürgüne mahkum edildi." gibi ifadeler dikkatimi çekti. Artık Özbekçe kitap okumalarımın merkezini az da olsalar bu tür kitaplar oluşturmaya başladı. Bu ikircikli konularla ilgili yazıları daha çok dergi ve gazetelerde bulmak mümkündü. O günlerde herkesin elinde Şükrullah'ın Kefensiz Gömülenler adlı eseri vardı. Bu acı dolu hatıralar kitabını ben de o günlerde okudum. Ve on yılı aşkın bir zamandır bu konuyu Özbekçe, Tatarca ve Rusça kaynaklardan incelemekteyim.

Kitabınızda bahsettiğiniz edebiyatçılar şu an Özbekistan edebiyatında hak ettikleri konumda değiller? Bunun sebebi ne olabilir?

Orta Asya edebiyatçıları hakkında bir iki himmet sahibinin gayretlerinden, bir iki akademisyenin çalışmalarından başka pek bir şey yoktur. Stalin'in ölümünden sonra yapılan komünist partinin 20. kurultayı Sovyetlerde çok önemli bir dönüm noktasıdır. 1956'daki bu kurultay birçok hakikatin ortaya çıkmasını, katledilen ve sürgün edilen yazar ve şairlerin iade-i itibarlarını sağlar. Ancak, 1938'li yıllarda gidenlerden geri dönen kimse yoktur. Ne Fıtrat, ne Kadiri ve ne de Çolpan. İade-i itibarları verildiği halde, eserleri basılmaz ve onlar hakkında hala bir sessizlik devam etmektedir. Sütten ağzı yananlar yoğurdu üfleyerek dahi olsa yemek istememektedirler. Fıtrat, Abdullah Kadiri ve Çolpanların eserleri ancak bağımsızlıklardan sonra tam olarak yayınlanırlar ve milletin malı olurlar. Bizde pek çok şeyin sadece hamaseti yapılır. Sistemli çalışma ve gayret ne yazık ki yoktur. "Stepte Ezan Sesleri" ta ne zaman yayınlanmıştır.

Bazı yazarların, kıskançlık krizine tutulup, kendi arkadaşlarını rejime şikayet ettiğini öğreniyoruz kitabınızdan. Bu ruh halini nasıl değerlendiriyorsunuz? "Sanatçı kıskançlığı" ifadesi bu durumu açıklamak için yeterli mi? Şair Uygün'ün pek çok kişinin sürgün edilmesi ve eziyet çekmesine neden olduktan sonra, bir de taziyeye gelmesinin sebebi ne olabilir?

Bir yazarın şu veya bu sebepten dolayı başka bir yazarı gammazlaması çok acı bir durumdur. İyi bir yazar bir şeyler yazmakla fazla fazla meşguldür. Ama birinci sınıf bir yazar değilse, eserinden çok, polemik konuları ortaya atarak kendini göstermeye çalışır. Bu psikolojik bir durumdur. Bu sanatçı kıskançlığının ötesinde bir durumdur. Şair veya yazar eserini ortaya koyar ve bırakır. Ondan ötesi okurun işidir. Ama Sovyetler'de aydının kurdu aydındır. Son dönemlere kadar bu andıçlamalar devam eder. Uygün'ün durumu pişkinliğin dikalasıdır.

Propaganda edebiyatının ancak arşiv malzemesi olacağı konusunu ele almışsınız kitabınızda. Bu durum tüm dünya edebiyatı için de geçerli olsa gerek...

Sovyetler rejim adına yazarları çok iyi kullanır. Komünizm adına icat ettiği "sosyal gerçekçilik" her Sovyet yazarının uyması gereken bir kalıptır. Bu kalıba uymayan eser, eser değildir. Pasternak'ın Doktor Jivago'su bu kalıba uymadığı için eseri hiç okumamış tenkitçiler dahi şamar oğlanına çevirirler. Sovyetler devrinde göklere çıkarılan Özbek yazarı Hamza Hakimzade Niyazi'nin bağımsızlıktan sonra adı anılmaz olur. "Söz rüşveti" olarak her Sovyet yazarı edebiyatın en sahtesi en sığı olan ideolojik edebiyat örnekleri vermiştir. Bizde de 1960-1970'lerdeki köy romanlarından geriye ne kaldı ki? Yine aynı yıllarda Sovyetlere yapılmış gezilerin propagandadan öteye geçmeyen kitaplarının kaçının tekrar baskısı yapılıyor? Maalesef hiç birinin. Sadece roman değil, gezi kitapları da lebalep propaganda dolu. Bugün hala Ahmet Haşim'in Frankfurt Seyahatnamesi'ni zevkle okuruz da Oktay Akbal'ın, Melih Cevdet'in, Metin Toker'in, İlhan Selçuk'un Sovyet gezi yazıları suskunluk içindedir.

Günümüzde Türk Cumhuriyetlerinde ve ülkemizde düşünce üzerine fiili veya manevi baskı olduğunu düşünüyor musunuz? Bu bağlamda Elif Şafak'ın davasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aslında bu soruya şöyle bir soruyla cevap verebiliriz. Bugün baskıdan dolayı kaç Türk yazarının çekmecesinde yayınlanmayı bekleyen bir romanı veya eseri vardır? Doktor Jivago ilk olarak İtalya'da gün yüzü görür. Anatoli Rıbakov'un Arbat Çocukları, Şükrullah'ın Kefensiz Gömülenler, Ayaz Gıylecov'un Yalnız Bir Dua gibi eserler ancak Sovyetler dağıldıktan sonra yayınlanabilir. Türk aydınının çekmecesinde yayınlanmayı bekleyen bir eserinin olduğunu ben şahsen düşünmüyorum. Bu dava Elif Şafak'ın eserlerinin daha çok satmasını sağlamıştır. Zaten Kendisi de İtalya'da bir gazete ekinde baskı gören yazarlar arasında kendi ismini görünce, tekzip gönderir.


17 yıl önce