|

Küresel medeniyetin ruhuna karşı

Ercan Yıldırım’ın kaleme aldığı “Zamanın Ruhuna Karşı” kitabında küresel medeniyeti tüm yönleriyle sorgular. Yıldırım, bu mantığın tüm dinleri, etnik grupları, kültürleri aynı potada erittiği için eleştirir ve kürüsel medeniyet anlayışının İslam’dan kopuk yeni hakikat algısı ortaya çıkardığına dikkat çeker.

Yeni Şafak
23:29 - 17/12/2014 Çarşamba
Güncelleme: 21:33 - 17/12/2014 Çarşamba
Yeni Şafak
HAYDAR BARIŞ AYBAKIR

Yirminci yüzyılın son çeyreği dünyanın daha eşitlikçi, adil ve özgür olabileceğinin yüksek sesle dile getirildiği bir dönemdi. Bu umutları dile getiren fikirler, önceki dönemlerden farklı bir şekilde, üzerinde anlaşılmış temsil ve iktidar çerçevesinin dışına çıkılarak biçimlendiriliyordu. Yine bu dönemde Immanuel Wallerstein modern sosyal değişimlerin bir dünya-sistemi bağlamında tarihsel bir perspektif ile anlaşılabileceğini ileri sürerek ulus-devleti analiz birimi olmaktan çıkardı ve akademi çevrelerinde de büyük ses getiren dünya-sistemleri analizini geliştirdi. Wallerstein, “insan doğar, büyür, ölür” metaforundan hareketle sonsuz sermaye birikimine dayalı tarihsel ve toplumsal bir sistem olan kapitalizmin bir uygarlık olarak 16. Yüzyılda Batı Avrupa’da doğduğunu, ileri doğru bir yapı biçiminde yayılarak geliştiğini ve bütün dünyayı tedricen tahakkümü/hegemonyası altına aldığı ABD evresinde de kendi iç çelişkilerinden dolayı sonlanacağına inanıyordu. Mamafih, 90’ların başında Sovyet Bloğunun dağılması, umutların yerini belirsizliğe ve şüpheciliğe bıraktığı gibi güncel dünyayı kendi öznel kategorileriyle muhakeme eden Wallerstein’ın kapitalizme karşı bir hareket oluşturma gayreti de sekteye uğradı. Yaşanılan hayal kırıklığı ve getirilen eleştiriler Wallerstein’ı savunmaya itse de, kapitalizmin bir dünya-sistemi olarak sonunun yaklaştığını her fırsatta belirtmiş, bunu da kapitalist dünya-ekonomisinin merkez güçleri olan ABD, AB ve Japonya arasındaki rekabet/çatışma süreçlerine dayandırmıştı.


Soğuk Savaşın bitmesiyle Samuel P. Huntington ise 21. yüzyıl dünyasının küresel politikalarını ideolojinin ve ekonominin değil, medeniyetler arasındaki mücadelenin belirleyeceğini ileri sürmüştü. Bu teze göre çağdaş uluslararası sistemin kurulmasından bu yana prensler, milli devletler ve ideolojiler arasındaki kavgalar Batı medeniyetinin kendi içindeki mücadeleleriydi. Yeni dünyada ise milletlerarası siyaset, ilk defa Batı dışına çıkarak medeniyetler arasındaki mücadele halini alıyordu. Artık Avrupa sömürgeciliği bitmiş, ABD hegemonyası ise zayıflamaktadır. Bunun yanı sıra diğer medeniyetler de yerli dilleri, inançları, kurumları ve kadim adetleri ile kendilerini yeniden ortaya koyarken Batı kültürünü de aşındırmaktadırlar. Huntington’a göre insan hakları, kişisel özgürlükler, demokrasi, serbest piyasa gibi yegâne kaynağı Batı olan ve diğerleri tarafından da aşındırılan bu değerlerin korunarak geleceğe taşınması için Batı’nın kendi içinde birliği sağlaması mühim bir meseledir. Batı’nın kendini sürekli olarak bir şeyin karşıtı olarak tanımladığını hatırlarsak, “medeniyetler çatışması” teziyle medeniyetlerin Batılı ve Batılı olmayanlar olarak konumlandırılmasının bir anlamda da Batı’nın Soğuk Savaş sonrası politikalarına meşru zemin hazırlama kaygısı olduğunu görürüz


KÜRESEL MEDENİYET

Ercan Yıldırım, yeni çıkan kitabı “Zamanın Ruhuna Karşı Küresel Medeniyet ve İslam – Batı Karşılaşması”nda yukarıdaki iki tezin dışında yeni bir bakış açısı sunmaktadır. Wallerstein, Batı merkezli bir coğrafyanın kendi dışında kalan coğrafyaya tahakkümünü ekonominin belirleyiciliği ile değerlendirirken; Huntington, Batı’yı merkez alan bir anlayış ile medeniyetlerin çokluğuna vurgu yaparak bunları kültür alanına indirgiyordu. Yıldırım ise konuyu “küresel medeniyet” kavramsallaştırmasıyla medeniyetin tekliğine işaret ederek Huntington’un, coğrafyanın değişkenliğine vurgu yapmasıyla da Wallerstein’ın ötesinde daha bütünlüklü olarak ele alıyor. Yıldırım’a göre, içinde bulunduğumuz medeniyet (küresel medeniyet), dünya çapında etkili tek medeniyet olma vasfını ürettiği teknik - maddi ve manevi kültür, cazibesiyle kazanmıştır. Bu küresel medeniyetin temel vasfı ise ayrıcalığının belirli bir coğrafyada toplanmaması, sabit bir coğrafyasının ve merkez fikrinin olmayışıdır. 

Ercan Yıldırım, kitabında konunun daha net anlaşılması amacıyla eski kapitalizm ve küresel medeniyet arasında bir karşılaştırma da yapıyor. Her ne kadar kapitalizm İtalyan Site Devletleri’nde bir sistem olarak oluşum aşamasındaysa da Hollanda, İspanya ve Portekiz’in sömürgelere ulaşması ile kapitalizmin doğduğunu, İngiltere’nin yekteyi devralıp sanayi yoğun bir ekonomiye girişmesi ile de muazzam bir gelişme gösterdiğine dikkat çeken Yıldırım, bu dönemlerin temel özelliğinin “doğrudan müdahale ve yönetim” üzerine dayandığını belirtiyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD ile bu yöntemden vazgeçilerek “kontrollü ve denetimli” bir piyasada merkezi idarelerin güçlenmesi ve yönetimlerin rahatlatılması sağlandı. Bu demokrat tavır ile merkez ve çevre arasındaki ilişki sürekli yenilenerek dengeye getirilmeye çalışıldı. 1970 sonrasında “küresel medeniyet”i de işletecek neoliberal politikalar ile BM, Dünya Bankası, IMF gibi denetim mekanizmaları geliştirildi. Böylece herkes paranın döndüğü saha içerisine çekildi. Bu saha insanın sosyal tarafını tamamen gelir düzeyiyle de açıkladığından herkes sistemin selameti ve düzenli işlemesi için var gücüyle çalışmak zorunda kaldı. 1980’lerle de bu kapitalist döngüye Batı dışı unsurlardan da belirleyici katkılar gelmeye başladı. Bu gelişmelerle ABD hegemonyası da zayıflıyor; fakat buna karşı alternatif düzenler geliştirmek yerine neoliberalizmin ekonomik ahlakını periferi kendi sahasına taşıyordu. Artık kapitalizm pazar süreçleri içerisinde tek boyutlu olmaktan çıkıyor, dünyadaki tüm insanları, sistemleri ve kültürleri de pazar içine katarak çok yönlü, çok kültürlü büyük bir sistem tesis ediyordu: küresel medeniyet. 

KÜRESEL MEDENİYETİN ULUSU, DÜNYA YURTTAŞLARIDIR

Kant’ın zamanında sermaye sabit ve yerleşik olarak görülüyordu. Dolayısıyla “dünya yurttaşlığı” vurgusu ya da Fichte’de dile geldiği şekliyle bütün yeryüzünü vatan olarak bütün insanları da milleti olarak görmenin olumsuz bir tarafı yoktu ve dönemin milliyetçiliklerine bir denge siyaseti de güdüyordu. Dahası bu vurgu, Yahudi-Hıristiyan geleneğinde olumlu bir ahlaki değeri olan yersizlik ile de örtüşüyordu. Günümüzde ise Kant’a dönüş, neoliberal politikalar eşliğinde yeni kozmopolit burjuvaziye ve muazzam sermaye dolaşımı ile de kitlesel köklü yerinden edilmelere meşru bir zemin sunmaktadır. Bu olumsuzluklar karşısında kitlelerin de gündelik hayata dair derinden hissedilen güvensizlik ve endişeleri “zamanın ruhu”na uyumlu hale getirilerek sisteme kanalize ediliyordu. Bir başka deyişle, zamanın ruhunu belirleyen egemen medeniyetin kavramlarıydı ve küresel medeniyet de, ulusunu “dünya yurttaşlığı” kavramı üzerinden tahayyül ederek farklılıklara saygı adı altında farksızlaştırma politikalarını da hayata geçirebiliyordu. Yıldırım’ın deyişiyle artık küresel medeniyet bir Avrupalı ile Sudanlıyı eşitleyebiliyordu. 


İşte bu farksızlık hali üzerine yoğunlaşan Yıldırım, -geliştirdiği yeni ve bütünlüklü bakış açısıyla- içine girmeye zorlandığımız yer hakkında yeterince donanımlı bir şekilde kaleme aldığı “Zamanın Ruhuna Karşı”da bir irade beyanında bulunarak, küresel medeniyetin Müslümanların biricikliğine en büyük tehdidi oluşturduğunu gözler önüne seriyor. Kendilerine iktisadi manada bir çıkış yolu bulamayan günümüz insanının “maaşlı burjuva olma” halinin yerine Yıldırım, küresel medeniyetin saldırılarına karşı imanda, amelde, ahlakta cedele girmeden, hesap kitap yapmadan İslam’a, Allah’a tam bir teslimiyet sahibi olmayı öneriyor; çünkü küresel medeniyet ancak bu yolla küfre yer tanınmayarak geriletilebilir.


Kitabın künyesi:

Zamanın Ruhuna Karşı

Ercan Yıldırım

Profil Yayınları

2014

272 sayfa
#ercan yıldırım
#medeniyet
#küresel
9 yıl önce