|

Varlıkları ıskalananların öyküsü

Sibel Eraslan, ilk öykü kitabı Balık ve Tango'yu, yenilikçilerle muhafaza edenler arasında ortada savrulanların, varlıkları ıskalananların öyküsü olarak tanımlıyor. Eraslan'ın "Balık mı, Tango mu?" sorusuna cevabı ise "Sanırım ikisi arasında sıkışarak kıvrılmış bir deniz kızı..."

Elif Çakır
00:00 - 5/12/2006 Salı
Güncelleme: 12:05 - 20/12/2006 Çarşamba
Yeni Şafak
Varlıkları ıskalananların öyküsü
Varlıkları ıskalananların öyküsü

Denemelerden oluşan 'Fil Yazıları' ve bir biyografi çalışması olan 'Can Parçası Hz. Fatıma'nın yazarı Sibel Eraslan'ın, ilk hikaye kitabı 'Balık ve Tango' yayınlandı. Aslen hukukçu olan ve köşe yazarlığı da yapan Eraslan, islamcı kadın hareketinin içerisinde, mücadelesini ön saflarda veren bir aktivist olduğundan onun hikaye kitabı yayınlaması kimilerini şaşırtmadı değil. Önce Mustafa Kutlu bunu dile getirdi, sonra da Ali Çolak. Belki okuru da şaşırmıştır Eraslan'ın. Ama daha ilk sayfalarında okurunu yakalayıveren bu hikayeler, bundan sonraki beklentilerin yönünü etkileyeceğe benziyor. Yıllardır yazan bir hikayecinin son yazdıklarını okuyormuş tanıdıklığını duyumsatan bu hikayeleri yazarına sorduk biz de. O da içtenlikle cevapladı.

"Kadın hakları", "Başörtüsü sorunu", "Siyasi Arena" gibi isim ve içerikte kitaplar beklerken, size yüklenen misyonun aksine bir hikaye kitabıyla 'Balık ve Tango' ile çıktınız okur karşısına ve herkesi şaşırttınız. Niye bu kadar şaşkınlıkla karşılandığınızın cevabı var mı sizde?

'Parçası benden' derdik çocukken. Seksek oynarken taşımız kırıldığında oyun dışı kalmamak için söylerdik bu sözü. Ben de müsadenizle beni oyundan atmamanız için bunu söyleyim: Parçası benden. Yani hepsi de ben'im. Kadınların içinde tıkır tıkır çalışan gizli saatler vardır. Zamanı geldiğinde çalmaya başlarlar.

Zamanı gelmişti mi diyorsunuz?

Zaman zor soru. Bilmiyorum. Yazma konusunda yeni değilim, 19 yaşımdan beri yayınlanıyor yazdıklarım. Ama haklısınız belki de tarz olarak hikaye şaşırttı sizi.

Tepki almaktan çekindiniz mi ya da kabul görmeme endişesi taşıdınız mı? Yanlış anlaşılacağınızı düşündünüz mü?
Niçin yanlış anlaşılmak olsun?
Ateşli savunmaları terk mi ettiniz, davayı...

Ben buradayım ve burada olmaya devam ediyorum. Davası, derdi, düşü, rüyası olmayan yazamaz ki?

Endişe duydunuz mu Balık ve Tango için...

Aslında endişeler kumkumasıyım, bahsettiğiniz şey, benim doğal hal tarifim. Hayat karşısında bunca direnç ve itirazdan sonra, bütün muhalifler gibi acemiyim. Acemiliğin bence yazıdaki karşılığı samimiyet. Ayrıca kaygının insan olmakla ilgili felsefi bir önemi de var.

Sanatçı ve kaygı...

Kaygı dikey anlamda sanatçının vicdan muhasebesi anlamında dinsel bir iç tartışma... Yatay anlamı ile soruyorsanız, bu anlamda okuyucuyla aramda bir mesafe yok, olduğum gibiyim, tüm soruların cevabı cebimde değil, hiçbir zaman da olmadı. Endişeliyim evet, Ama Melekler endişe duymaz mesela. Özünde toprak olan endişe taşır. Ben toprak burcundanım.

"Siz böyle yazmaya devam ettikçe, size hergün Kerbela" diyorsunuz, bunda bugüne kadar yazdığınız siyasi yazıların sıkıntısı vardı diyebilir miyiz?

Kendimi inkar edemem, buradayım. Kerbela benim için salt bir öykü evreni, kurmacamın içinden beslendiği bir imge dünyası değil... Kerbela, kaybediş gibi gözüken bir yazgının içinden ebediyete yazılmış ve halen devam edegelen bir aşk duruşunun bizatihi kendisi. Her yazarın yolu zaman zaman geçer Kerbela'dan. Hangimiz susuz hissetmedik, hangimize batmadı yalnızlık? Harfler bir yazarın en vefalı yoldaşıdır bence. Bir de ben savunmanın yanındayım

Avukatlık mı bu?

Hayatın tarafında durmak diyelim. Benim için Yazmak, Varolmak ve Savunmak demek...

Balık ve Tango'da farklısınız ama, orada savunduğunuz bir şey var mı?

Balık ve Tango, ayrılış ve gurbet öyküleri genel anlamıyla. Hayatın sade anları, aralıklar, geçişler. Haklısınız ama, bir siyasi durum anlamında savunma yok. Dünyayı değiştirmek adına değil, anlamaya dair bir deneyim...

Herhalde herkes gibi ben de isme takıldım: 'Balık ve Tango'. Neden bu kelimeleri seçtiniz? "Modernlik ve muhafazakarlık" anlamlarını mı simgeliyor bunlar, yoksa yanlış mı anlıyorum, ne dersiniz?

Öyküdeki balık, Büyükanneyi temsil ediyor, muhafazakarlığı, tedirgince dibe kaçışı, nun harfi gibi içe kapanışı hatırlatıyor. Kapaktaki deniz kızını bu imgeden yola çıkarak bir 'nun' harfiyle bağdaştırdı ressam Rukiye Şenel. Öyküdeki Anne'nin şahsında yeni'yle olan irtibat da 'tango' üzerinden kurgulandı. Aslında bu bizim cumhuriyet tarihindeki yenileşme öykümüzün de küçük bir fotoğrafı. Balık ve Tango, zorlu bir karşılaşmada, yenilikçilerle muhafaza edenler arasında ortada savrulanların, varlıkları ıskalananların öyküsü. Vatan ve vatansızlık aynı odada. Kaybedense aşk!

Tango, kışkırtıcı bir tercih değil mi?

Devrimler kışkırtıcıdır zaten...

Öykülerdeki zaman zaman melodram havası seziliyor...

Romansı severim oldum olası. Bunu menfi eleştiri olarak kabul etmiyorum, bu bağlamda Yeşilçam'ı da mesela hep önemsedim. Hikayenin sıcak bir anlamı var. Hikaye, mesela deneme değildir, salt bilinç akışının vardığı yerde hikayeyi yitiriyoruz aslında. Solgun, gri, gotik manifestolar kalıyor elimizde. Neyse, hikayenin ne olduğu hakkında konuşmak bana düşmez.

'Kuyu', 'Balığın içinde olmak', 'Meryem oğlu İsa', 'Tur Dağı', 'Nuh'un Gemisi' gibi mistik ögeler, Kur'anı Kerim'deki kıssalara ait vurgular var öykülerinizde yer yer... Bütün bunlarla birlikte aşkı, modern zamanlarda yeniden yorumlamışsınız. "Aşk akranını bulamamış bir çocuk" mudur gerçekten?

Sanırım platoniğim. Aşk'ı aşk yapan yol'dur benim için, vuslat değil sefer öyküleri yazdıklarım diyebilirim. Kıssa diyorsunuz, doğru, takip edilen küçük izler, patikalar. Hayat, ilk insan Adem'den bu yana, ayrılık ve gurbetin öyküleriyle yüklü...

Yarım kalmışlıkların içinde bırakmışsınız, tamamlanamamış hikayelerde anlatmışsınız hep kahramanlarınızı. Siz bu hikayelerin neresindesiniz?

Ben hikayelerin içinde değilim, hikayeler benim içimde.

Şaşırtıcı derecede edilgen buldum kahramanlarınızı. Hatta bazen özneyi kaybetmek için elinizden geleni yapmışsınız gibi, özne üzerinden bir yapıbozum denemişsiniz gibi...

Öykü dilindeki özne geçişmeleri raslantısal olarak kullanmadım tabii ki. Mesela 'Lavinya'nın Posta'sı'nda üç ayrı kişi anlatır öyküyü ve üçü de 'ben' diye konuşur. Bırak Dağınık Kalsın'da da, mahsusen içi konuşmaların ve öznelerin hep bir ağızdan 'ben' şeklinde karmaşa halinde konuşması da böyle. Büyük bir mikser var ensemin üstünde. Bazen parçalandığımı hissediyorum dünyadaki şiddet ve öfke karşısında. Başkası olabilmek deneyimi adına empatik bir tecrübeyi deniyorum diyebilirim. Benim özne ile başım dertte, özne kimdir?

Cümlenin patronu...

Hakikaten cümledeki patron özne'ler midir? Yüklemin ağır yazgısı karşısında hangi özne başeğmeyecektir? Yarım kalmamış özne var mıdır? Hangimiz neyi tamamladık? Evet, ben tam değilim. İçimdeki bu yarım kalmışlıklardır belki de beni son bir güçle yazmaya tahrik eden...

'Ben' diye yazıyorsunuz bazı öyküleri... Bir kadın olarak 'ben' dolayımı, riskli değil mi ?

Yazmak zaten başlı başına risk. Kadınların yazması da öyle, aslında ip eğirmem gerekiyordu ama bütün iğler kırıktı, paramparçaydı belki bu yüzden 'ben' demişimdir.

Aynı zamanda kadın erkek ilişkilerine dair ipuçları var. Mesela 'Bohçasından Belli Gelin' hikayesinde "bir adam, vazgeçtim diyorsa, hiçbir itiraz geri döndüremez onu. Vazgeçildiğini anlayan kadına da nergis kesilmek yaraşır" diyorsunuz. Nedir “nergis kesilmek”?

Ayrılığa ve kaybedişe, onurla göğüs germek. “Cesaret, korkmamak değildir” der Begoviç, korktuğu halde devam etmek belki... Sabır, cesarettir.

Neden hep "korunmuşluk, unutulmuşluk, ıskalanmışlık, zayıflık, perdeler, pencereler, sis, susmuşluk" gibi imgeler var? Hayatın hep acı tarafında mı durdunuz?

'Cesur ve onurlu diyecekler, Halbuki suskun ve kederliyim, Korsanlardan kaptığım gürlek nara, işime yaramıyor.'

'Balık ve Tango' hikayesinde ve aslında hikayelerin tamamına hakim bir "sırr" var. "Ciğerlerimin niçin delindiğini bir sırr gibi saklayacağım" diyorsunuz bir öyküde. Sırra yüklediğiniz anlam nedir?

Attar'dan, Molla Cami'den, Galip'ten cevaplar vermek isterdim ama 'sırr', benim için aşılmaz bir Kaf Dağı. Ama Mustafa Kutlu'nun 'Bu Böyledir'i gibi bir öykü yazabilmek isterdim mesela. Sır'rı, tarih işçiliğine dönüştürmeden, modern olanın içinde anlatabilmek. İsterdim.

Kitabın bir yerinde “Ancak korkaklar yazı yazar, bir de geç kalanlar, oyuna alınmayan çocukların işidir yazmak!" ve yine başka bir yerde " Pencereler ve perdeler... Çocukluklarından beri pencerelerin ve perdelerin arkasından bakanlardır bir ihtilali kazasız belasız olarak en iyi atlatanlar" diyorsunuz. Korkaklık, yazmak ve perdelerin arkasına sığınmak... Niye böyle söylüyorsunuz?

Orta Doğu'nun modern zaman edebiyatçılarından Hediye Şekür, yazma'nın bir tür suç ortaklığı olduğundan bahseder. Bence de susmaya ramak kala bir yerde salınıyor yazmak. Okumak mesela, başlıbaşına bir girişimdir ve yazma eylemine göre etkin bir iştir. Üstad Taba Tabai bir gün çevresindeki yazar ve aydınlara; 'bana ellerinizi gösterin' der. Hiç birinin elleri nasırlı değildir. Bu soru ile, hayat ve yazı arasındaki anlaşılmaz ve aşılmaz bağlantısızlığa işaret eder.

Tabai devrimciydi ama... Çok siyasi bir örnek oldu bu...

Doğru. Ama onun ezberden ve şerhleriyle birlikte okuduğu beyitlerin onda birini bilmeyen adamlara edebiyat profesörü diyoruz bugün... Yazı, hayatla bağını kopardığı sürece anlamını kaybeder. Yazı, süs değildir, salt bir tezyinat değildir. Yazı, kutsal kitaplar da dahil, asla apolitik bir şey olmamıştır hattızatında. Kelime, imgeyi zihinsel şekle sokan yapısıyla düşünce dediğimiz şeyi kurar. Yazıya görkem katan da budur aynı zamanda, onu mesela musıkiye göre daha yeryüzüne indiren bir şey. Yazı, şehir gibi bir şey.

Taşralı öyküler ve şehirli öyküler tanımlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz. Sizin öyküleriniz bu tanımlamanın neresinde?

Bilmiyorum. Bu değerlendirmeyi yapacak kişiler, eleştirmenler ve okuyuculardır bence. Okuma-yazma dersini Dergah Dergisi ve Mustafa Kutlu ekolü çevresinde yapmaya gayret sarfeden biriyim.

Hikayelerin kimliği var mıdır sizce?

Kimlik kelimesi sıkıştırıyor cümleyi... Bilmiyorum. Kategorik bakma eğilimi sosyolojik kolaylıklar sunabilir ama edebiyat üzerinden kimlik çıkarımları veya çözümlemeler ancak ikincil ve soğuk okumalar için geçerli olabilir. Birinci ve sıcak okumada, kimliğini sormayız kitaba. Balık ve Tango'nun, aslında muhacir bir kızın hicrete ve yol'a dair anlattıkları olduğunu, ilk bakışta çözemeyeceğimiz gibi...

Renklerin belirgin olduğu renklerle dans ettiğiniz öyküleri kaleme almışsınız ancak bütün renkler kızıl, akide şekerinin rengi de, sevgilinin saçlarının rengi de, kanın rengi de kızıl, ipek tüyleri kızıla boyanmış kuş cenazeleri de... Kızıla yüklediğiniz anlam nedir? Ya da renkler neyi ifade ediyor?

Renk deyince: Letaif, basamak, merdiven, dikey geçiş, koku, hatırlamak, rüya, zikr, ritim, şifre, harf...

Son bir soru Balık mı, Tango mu?

Sanırım ikisi arasında sıkışarak kıvrılmış bir deniz kızı...


17 yıl önce