|

Aileyi yeniden inşa etmeliyiz

Bütün Türkiye’yi şoka uğratan Özgecan Cinayeti’nin itirafçı katil zanlısının dönüştüğü ‘şey’e nasıl dönüştüğünü hazırlayıcı etkenleriyle birlikte anlatan Psikiyatrist Erdoğan Çalak, insan malzememizin aslında sandığımız kadar düzgün olmadığına’ işaret ediyor. Çalak’a göre insan ve toplum psikolojisinin karşılaştığı sorunları çözmenin ilk adımı problemleri, ‘problem’ olarak ele almayı başarmak.

Yeni Şafak ve
04:00 - 22/02/2015 Pazar
Güncelleme: 18:40 - 21/02/2015 Cumartesi
Yeni Şafak

Hem psikiyatri hem de psikanaliz eğitimi alan Erdoğan Çalak, Küresel Sistemde İnsan Kalmak kitabıyla insan psikolojisini, etki eden faktörler üzerinden sağlıklı bir okumayla ele alıyor. İnsan psikolojisinin küresel iktisadi değişkenlere göre konum alan boyutunu neden-sonuç ilişkisiyle çözümlendirerek açıklayan Çalak, tüm Türkiye’yi yasa boğan Özgecan Aslan Cinayeti’yle ilgili şapkamızı önümüze koyduracak okumalar yapıyor. Çalak’a göre “asıl sorun, aile sistemimizin hızla götürüldüğü yer.”


Küresel Sistemde İnsan Kalmak kitabınızdan hareketle bugünkü Türkiye’nin insanını konuşacağız ama önce o küresel sistemin insan üzerindeki etkisiyle başlayalım isterseniz.

İnsanların içinde yaşadıkları tarihsel dönemler ve o dönemin insanlarına verilmiş olan ‘iyi insan-kötü insan, iyi anne-kötü anne, iyi hayat-kötü hayat’ gibi tanımlar, zannedildiğinden çok daha fazla insan hayatı için belirleyicidir. Mesela II. Dünya Savaşı büyük bir travma olarak geçmiştir Batı toplumları için, o süreçten itibaren 60’lı-70’li yıllara kadar geçen sürede kadın-erkek sevgisi ve aşk ve o aşkın ürünü olarak çocuk ve aile sevgisi, insanlık tarihinde zirve yapmıştır. Savaşın getirdiği acılar, yoksunluklar insanlarda birbirlerini sevme duygusu oluşturmuştur. Bu etki Türkiye’de de hissedilmiştir. O dönemde yetişen insanların aile kurma düşüncesi, çocuklarına olan düşkünlükleri hep zirvededir. Benim kuşağım, ki 1953 doğumluyum ben, biraz o dönemdeki oluşumun sonucudur. 


Günümüze baktığımız zaman?

Günümüze baktığımız zaman insanların kendi statülerini artırmaya ve başka insanlardan daha üstün olmaya çabalamaları bir sevgi iradesi yürütme isteğinin çok ötesine geçti. İnsanlar birbirleriyle evlenirken ‘bu evlilik bana nasıl bir statü getirecek, rahat edecek miyim, arabamız olacak mı’ gibi soruları merkeze alarak hareket ediyor. Gerçek anlamda bu bir sevgi midir değil midir beraber olduklarında ortaya çıkıyor. Üç ay sonra sıkılmaya başlıyorlar, peşinden boşanmalar. Bakın buraya gelenler üzerinden söyleyeyim, 40’lı-50’li yaşlardaki insanların hayatındaki cinsellikle yeni kuşağın hayatındaki cinsellik arasında dağlar kadar fark var. 40’lı-50’li yaşlardaki insanlar için cinsellik hayatın bir parçası olarak anlaşılıyor, haftada iki üç kere beraber olma eğilimi gösteriyorlar. Bugünkü gençlere baktığınız zaman böyle bir şey yok. Bakıyorsunuz ayda bir, üç ayda bir birlikte oluyorlar. 


Aslında tam tersi olması gerekmiyor mu?

İnsanın ruhsal yatırımı neyeyse bütün dünyası ona göre şekilleniyor. Senin dünyandaki en önemli konu eşinle doğru bir hayat kurma ise ona göre bir cinsel hayatın olur, eğer senin hayatındaki en önemli şey, gazetede kendini kabul ettirmek, yükselmek falan filansa ona göre bir cinsel hayatın olur. Aslında muazzam bir adalet var. Neyi talep ediyorsan sana o veriliyor. Bugünkü dünyanın düzeni sana diyor ki ‘sen iyi tüketiyorsan, iyi giyiniyorsan, markaları takip ediyorsan, kullandığın fotoğraf makinası en iyiyse sen iyi bir insansın.’ Ve her şey ona göre olmalıdır. Aslında kitap bunu anlatıyor. 


Bu dünyada bir insanın başka bir insanı severek onunla bir şey oluşturması nasıl mümkün olacak?

Aile kavramını yeniden konuşmamız gerekecek bunun için. Onuyeniden inşa etmemiz gerekecek.


Oraya gelmeden, Behçet Necatigil’in Kilim şiirinde tekrar edilen bir kalıp vardır; “Çok çiğ çağ.” Buradayız, çağ bu denli etkili fakat bütün suçu da çağa atamayız herhalde.

Burada şunu demek istiyorum aslında; bir gürültünün içinde doğmuş bir insan, ancak gürültü kesildiğinde aslında bir gürültünün olduğunu fark eder. Ben diyorum ki, bakın şu anda yaşadığımızı daha farklı da yaşayabiliriz; daha fazla sevgi, daha fazla aşk olabilir. Bunu tercih edebiliriz, çünkü bunu biliyoruz. Fakat yeni gelen kuşak, bunun başka türlü olabileceğini bilmeyecek. Tek bir şey görecek çünkü.


İNSAN, HAKİKİLİĞİNİ MUHAFAZA ETMEK ZORUNDA


Kitapta da belirttiğiniz bir şey vardı, bugünün başarı kriterini çoklukla akıllı, çalışkan ve güvenilir olmak değil, çalıştığınız firmaya özel hayatınız da dâhil bütün hayatınızı sunmanız belirliyor. Bunu sadece çalıştığınız şirket talep etmiyor, aileniz ve çevreniz de aynı talepte bulunuyor.

Bir insanın sağlıklı bir insan olarak yaşayabilmesi için her şeyden önce hakikiliğini muhafaza ediyor olması lazım. Yani sen mesela Yusuf olarak sürekli senden beklenenleri yerine getirmeye çalışır ve senden istenen rolü oynamak için sürekli gerçek Yusuf’u arkada bırakıp hep senden bekleneni yapmaya çalışırsan hem ruhsal gelişmen durur, hem illa bedenin bir araz verir, ‘buradan kurtul’ der. Anlatabildim mi?


Kesinlikle ama yine başa dönüyoruz burada. Tamam bunu tespit ettim, bundan kaçınayım da ama küresel ekonomik sistem buna izin vermiyor…

Ben de zaten diyorum ki bu küresel ekonomik sistemin kendince oluşturduğu o büyük gücünü fark etmek ve bize ideal olarak dayattıklarını yeniden düşünmek gerekiyor. ‘Ben sana refahı temin ederim’ diyor ama ‘benim istediğim gibi yapacaksın’ da diyor.


‘Çıkarlarımız tarafından yönetiliyoruz’ demiştiniz ama çıkarlarımızın gerçekten bizim çıkarımız olup olmadığı da muğlak yani? Neyin bizim çıkarımıza olduğunu da onlar söylüyorlar.

Bugünkü küresel ekonomik sistemin temel olarak ayakta kalmasının sebebi bizim onu ayakta tutuyor olmamız. Başka bir şey değil. O bize sınıfsal öneriler sunuyor, ‘şu markayı kullanan elit oluyor’ gibi… Gerçek olmayan bir dünya yaratıyorlar bin bir yolla, reklamıyla, halkla ilişkiler çalışmalarıyla, gazetede yaptırdığı haberiyle… Tam anlamıyla bir algı yönetimi ve tam anlamıyla insanların kendi istedikleri gibi güdülenmelerini sağlayan bir sistem.


Bugünkü dünya bu…

Evet, bundan yirmi yıl önceki dünyanın bir sürü yoksunluğu vardı. Çocuğun hasta olur doktora götüremezsin, doktora götürürsün ilaçları alamazsın, çocuğuna ayakkabı almak için bile para biriktirmen gerekir falan filan. Şimdi o dünyanın yerine her şeyin daha bol bulamaç olduğu bir dünya geldi. Burada ilk baktığın zaman her şey iyiye gidiyormuş gibi bir durum var. Bugünkü o eleştirdiğimiz küresel sistem yıkıldığında hemen herkes işsiz kalacaktır. Bu kadar gazete olmaz, bu kadar marka ayakkabı olmaz ve saire… Farkında olmadan hepimiz ağzımızdan, burnumuzdan bu sisteme göbekten bağlıyız. 


Ve sistemi ayakta tutuyoruz…

Evet ve hep birlikte bir yere doğru gidiyoruz, nereye gidiyoruz? Görünüşte refahı artırıyor, görünüşte seçme hürriyetini artırıyor, görünüşte eşitliği artırıyor falan. Ama nereye gidiyoruz? 


ÇOCUĞUNU ÇOK SEVİYORSAN ONUNLA VAKİT GEÇİR


Konuştuklarımız aslında bu çağa ilişkin tespitlerdi. Farklı disiplinlerde yine bu sonuca ulaşacak cümleler üretilebilir. Bu çağın sloganlarına bakalım isterseniz, ‘anı yaşa, hayattan keyif al, dert etme, eğlenmeyi bil’ falan… Bu emirler sürekli tekrarlanıyor fakat insan yine de mutsuz. 

Kesinlikle! Ve buraya gelecekti insan. Gittikçe daha da mutsuz olacak. Oyuncakla oynayan bir insan çıktı ortaya işte. Herkes gidiyor bilgisayarını, televizyonunu açıyor. Hayatımızı oyuncaklar üzerine kurmaya başladık. Böyle olunca ne oluyor? Eşine yaptığın yatırımı oyuncaklara ayırıyorsun. Ruhi yatırımdan söz ediyorum. İnsanın kapasitesi bellidir, eşine, çocuğuna, arkadaşlarına ayırman gereken vakti oyuncaklara ayırdığın zaman diğerini bir şekilde ikame edemiyorsun. Buradan çaldığını oraya veriyorsun. Bunu da marifet sanıyoruz, bize bunu marifet diye yutturuyorlar. Modernleşme, gelişme falan sayılıyor. Eskiden daha çok seviyordu insanlar birbirlerini. Bu marifet mi? Şimdi bakıyorsun ailelere, anne-baba eve yemek almaktan önce çocuğa oyuncak alıyor. Niye? Çocuğunu çok seviyor güya. Ya çocuğunu çok seviyorsan çocuğunla ilişki kur, onunla vakit geçir. Ki çocuk da yarın kendi eşini eşya yerine, oyuncak yerine koymasın. 


O halde önlem alamazsak bizim asıl kıyametimiz bir sonraki nesil aslında.

Veya bir daha sonraki… Çünkü aile kalmıyor. Çünkü senin hayatındaki en önemli enstrüman cep telefonun ya da bilgisayarınsa ortada bir şey kalmamış demektir. 


Bu son yıllarda geçmişin nostaljisine övgü yapılıyor. Dizilerle de ortaya çıktı, 80’ler, 90’lar gibi… Büyük bir keyifle de izleniyor, mahalle kavramı falan…

Neden çünkü daha fazla sevgi var. Seyrediyor adam İkinci Bahar’ı, iki gözü iki çeşme ağlıyor ama bunu kendimizin terk ettiğini fark etmiyoruz. 


REKLAMLARDA GÖSTERİLEN TEK ŞEY HASET DUYGUSUDUR


O zaman bu modern zamanlar insanı çocuklaştıran bir şey. Aslında ne istediğini biliyor ama her seferinde aldatılıyor ve farkına varmıyor.

Aldatılmak mı yoksa haset mi? Ben de bunu soruyorum. Sana geliyor birisi sürekli diyor ki ‘bak buna sahip olan en mükemmel insandır, en güzel kadındır, en erkek adamdır.’ Ve sendeki haset duygusunu kışkırtıyor. Haset duygusu, insanın tüm tarihi boyunca bütün dinlerin, bütün kültürlerin kesinlikle uzak durulmasını istediği en büyük günahlardan biridir. Çünkü yıkıcı bir duygudur. Reklamlar sürekli haset uyandırıyor. Haset, kıskançlık, çekememe, yarışma, gösteriş, övünme, teşhir, üstünlük gayreti ve sair… Bugün yüceltilenler bunlar.


PARA SORUNLARI  ÇÖZMEZ, ERTELER VE BÜYÜTÜR


Para sahibi olmanın, daha fazla para sahibi olmanın, giderek çok daha büyük paralara sahip olmanın sorunları çözeceği ile ilgili bir şey var zihnimizde. ‘Niye çalışıyorsun’ sorusunun cevabı bile çoğunlukla budur. Bu nasıl oluştu peki?

Bu çok önemli bir şey, insan bunu irdelemeden hakikileşemez. Para düşkünlüğü ile malul olan her şey etrafına ve kendine büyük zarar verir. Çünkü para, tanrı yerine konuluyor. Evlenmek istiyorsun ama önce para diyorsun, çocuk sahibi olacaksın önce eğitim masraflarını şuraya koyayım diyorsun. Sanki Allah bu para. Her şeyi çözüyor. Para hâlbuki hiçbir şeyi çözmez. Çözüyormuş gibi yapar ama başka sorunları da beraberinde getirerek. Mesela, kitapta da örneğini verdim; iki kardeş, farklı şeyleri izlemek için kavga ediyorlar, babaları da paramız var nasılsa diyerek ikinci bir televizyonu alıyor. Böylece bu çocuklar, paylaşmayı, birbirleri için özveride bulunmayı öğrenmiyorlar yarın kocası başka bir televizyon izliyor, karısı başka bir televizyon izliyor. Bu gerçek çözüm değil, yanılsama, yapay bir çözüm.


En bağımlı şartlardan yalıtılmış haliyle nasıl mutlu olabilir insan diye soracağım ama bu soruda da bir verili kabul olduğunu fark ediyorum. Amaç her haliyle ‘mutlu’ olmakmış gibi… Ne yapıyorsan yap ama mutlu ol…

Mutluluk denilen şey bir sonuçtur. Ben mutlu olacağım diye yaptığın her şey seni mutlu etmez. Sana iyi gelen şeyi yaparsın, sonunda mutlu olmak istersin. Aslında huzurla mutluluk arasında büyük bir yakınlık vardır. Huzur bir dinginlik halidir, huzurun bir üst mertebesi mutluluktur. Gerçek mutluluk bence bu dünyada sadece mistik bir vecd halinde mümkün olabilir. Huzurlu yaşamanın tek yolu da insanın, başka insanlarla oluşturabildikleridir. O ilişkinin düzeyi ve kalitesi senin mutluluğunu belirler. Yoksa daha fazla oyuncağı olan çocuk daha fazla mutlu olmaz. Başka bir dilde tasavvuf da aynı şeyi söyler.


GÖRDÜĞÜN KADAR ANNE OLURSUN


Bugünkü çocukların genel haliyle şöyle bir seyri var; bakıcı, kreş, anaokulu, okul, dershane… Böyle bir çember… Annesi tarafından büyütülmeyen kız çocuklarının ‘anne’ olması diye bir şey söz konusu olacak yarın. 

Korkunç bir şey. Bunu insanlara nasıl anlatabiliriz bilemiyorum ama o kadar önemli ki bu söylediğin. Bir insan aldığı annelik kadar annedir, aldığı babalık kadar babadır. Her insan, kendisine annesinden aldığı kadar annelik yapar. Kendisine emek vermekten yüksünmeyen bir varlıkla tanışmadan, öyle bir varlık tarafından yetiştirilmeden insan insan olmaz. Olur da çalışan insan olur ama anne olmaz. Çünkü bu dünyadaki en önemli şey sanat manat değildir, bebek anneliğidir. Bununla beraber bebek annesinin layıkıyla bebek anneliği yapabilmesi için kendisini seven bir eşe ihtiyacı vardır. Onun yorulduğunu fark eden, ona yardımcı olacak birine ihtiyacı var. Yoksa tükenecek ve çocuğu bakıcıya yollayacaktır. 


AİLENİN YIKIMI İNSANI, HAYVANLAŞTIRIR


Peki, tek bir cümleyle söyleyebilirsek nedir çözüm, ne yapacağız?

Çocuk yetiştirmenin dünyadaki en önemli şey olduğunu söylüyorum. Bütün bir insanlık olarak bunun için çalışmalıyız. Ve çocuk yetiştirmeyi sağlayan tarla, ailedir diyorum. Aile bozulunca her şey bozulur. 


İlk yapacağımız şey, ailenin yeniden inşa ve ihya edilmesidir o zaman.

Aile değerlerini muhafaza etmemiz gerekiyor her şeyden önce. Aile değerleri dediğimiz şey öyle biçimsel bir şey değil. Yalan söylememek, haksızlık etmemek, adil olmak, en zayıfın korunduğu, en güçlünün en büyük bedeli ödemeye razı olduğu bir sistemdir aile. Normal hayattan farklı olarak en zayıfın en çok korunduğu, doğadaki işleyişin tam tersidir. Özel olarak bu kurgu insanı insan yapar zaten. Yoksa hayvan olurduk. Bakıyorsun adam tecavüzcü çıkıyor işte.


CİNSELLİK AZALIYOR SAPKINLIK ARTIYOR


Türkiye’de evlilik yaşı yükseliyor, katılır mısınız bilmiyorum ama erkeklerin kadınlaştığı, kadınların erkekleştiği bir fotoğraf da var bugüne ilişkin…

Tamamen katılıyorum. Cinsel dürtülerin azalmasının sebeplerinden biri de budur. Cinsel dürtüyü uyaran en önemli şey, karşındakinin seni tamamlamasıdır. Eşinin seni tamamlaması lazım. Ne kadar ayrıysa o kadar olumludur. Bakın, kadınlar çalışsın deniyor mesela. Bu da çok sakat bir şeydir. Hassas bir konu olduğu için kimse itiraz edemiyor buna ama çok tehlikeli bir şey bu. Neden böyle söyleniyor peki? E tabi daha ucuz olur iş gücü. Piyasa şartları böyle istediği için. Ha tabi kadının eşiyle ilişkisi muhtaçlık ilişkisine girmeden sürdürmesi gerekir. Muhtaç olmak çıkar ilişkisi demektir, ihtiyaca binaen yürütülür zira. Çekimi gider, hakikiliğini kaybeder. Allah öyle bir nizam kurmuş ki aslında o dairenin içinde kalabilsek sorun falan çıkmayacak. Ama küresel sistem, maliyetleri düşürmek ve üretimi artırmak için bunu yapıyor. Maliyetleri düşürmek, kadın iş gücünün sürece dâhil edilmesiyle mümkün olur, hatta imkân olsa çocuk iş gücünü de sokmak isteyecekler sisteme. 


Az önce değindiniz Özgecan Cinayeti’ne de temas ederek açmanızı isteyeceğim. ‘Bugünkü insanın cinsel hayatı sönükleşti diyorsunuz.’ Ama mevcut şartlarımızı düşündüğümüzde ve porno sektörünün dünyanın en büyük endüstrilerinden biri olduğunu hesaba kattığımızda tersi olması gerekmiyor muydu?

Tabi, ama cinsellik sevilen kişiyle yaşanan bir şeydir. İki kişi arasında hayatı üretmektir. Allah’ın insana en önemli hediyelerinden biridir. Senin bahsettiğin o dünya cinselliği değil, dürtüleri arttırıyor.  Cinselliğin düzeyi düştükçe mastürbasyon artmaya başlar, bir kadının sadece et olarak algılanması başlar, bir kadın ya da erkeğin sadece kendi nefsini doyurmak için kullanılacak bir oyuncak gibi algılanması başlar. Bu aslında sevgi kapasitesinin düştüğünü gösterir. Özgecan yavrumuzun durumunda mesela, katil orada sadece bir eşya görüyor, elde edecek ve bırakıp gidecek. Ama kızı bir insan olarak görebilse, onun hislerini, düşüncelerini hesaba katacaktı. Ama resimle kız arasında bir fark görmüyor adam. Bu bir trajedi. İnsanları birer eşya yerine koymak. İnsanın bu anlamdaki ruhi katılımla birlikte sürdürdüğü cinsellik düzeyi düştükçe sapkınlığı başlar. Cinselliğin içerisine öfke karışmaya başlar. Bugün bir sürü insanın cinsel hayatı bilgisayar başında sitelere girme şekline döndü ne yazık ki.  Erkeklerde bu çok belirgin. Bu aile sistemini de manasızlaştırıyor. İnsanların birbirlerine dürtüsel yatırımları bağlılıklarını artırır. Aşk dediğimiz şey büyük ölçüde cinsel dürtünün sevgiye dönüşmesidir. İyi bir şeydir yani. İnsanın doğasındaki cinsellik, sevme kapasitesine eklenemediğinde saçma sapan bir şeye dönüşüyor. Kabahat cinsellikte değil, onu doğru bir yere taşıyamayan insanlarda.


ÖZGECAN’IN KATİLİNİ, ÖNCE AİLESİ ÖLDÜRDÜ


Bu bağlamda, Özgecan’a kıyan zanlının annesinin açıklamaları vardı, “babasının yüzünden oldu, bana da şiddet gösterirdi” diye. Bu şiddet de yine ailede görülen bir şey…

Benim anladığım orada baba, anneyi insan yerine koymuyor. Anneye eşya muamelesi yapıyor. Talepleri karşılanmadığında dövüyor. Çocuğun kadın-erkek ilişkisinde gördüğü bu; eşya… O cani, babasının kendi annesine yaptığı şeyi yapmaya çalışıyordu muhtemelen. İlk niyeti öldürmek değil, tecavüzdü. Ama Özgecan yavrumuz, Allah rahmet eylesin, direnince tıpkı bir eşyayı kırma kolaylığı gibi öldürmeyi tercih etti. 


Peki daha sonra ortaya çıktı, katil zanlısının evli olduğu… Yani cinsel açıdan kendini tatmin etme imkânı söz konusu.

İşte bunu söylüyorum zaten. O cinsel dürtüler azalmıyor. Cinsellik azalıyor ama dürtü aksine artıyor. O durumda ne yapıyor, pornografiye yöneliyor. 


Ruhi yakınlık sebebiyle cinsellik azalıyor ama dürtü biyolojik bir güç olarak varlığını artıyor.

Kesinlikle. Ve bunu sitelere girerek yapıyor. Üstelik şiddet ya da başka sapkın eğilimlerle yapıyor. Karı-koca ilişkisine sokamayacağı şeyi orada gerçekleştiriyor. Kendi gerçekliği başka bir boyuta taşınmış oluyor. Pornografide sınır olmaksızın istediğini yapıyor. Anneler çocuklarını ihmal ettikçe olacak olan budur. 


Özgecan’ın cesedini görmek istemek de sapıklık


Özgecan Cinayeti sonrası, Google’da on binlerce insan ‘Özgecan’ın cesedi’ ifadesini aratmış. Yani insanlar o kızcağızın yakılmış cesedini görmek istediler.

Bu da pornografi. Üzgünüm ama işte bu da tam olarak pornografidir. Gidişat budur. Bu kitabı boşuna yazmadım, bu feryat haklı bir feryat. 


Duymak, görmek ve okumak… Bu meselelere şahitlik etmek nedir? Medyadaki bazı yayın gruplarında neredeyse her hafta bir ensest haber yer alır.  Övücü bir haber değil elbette ama bunu göstermek…

Çok güzel sen cevabı söylüyorsun aslında. O kadar meraklı insan var ki bu konulara, kızcağızın cesedini görmek için bilmem kaç bin kişi tıklıyor. Ensest haberi gördüğü zaman, okuyan ona ilgi duyan çok insan var tabi. Bu da aslında bizim insan malzememizin zannettiğimiz kadar düzgün olmadığını gösterir. Toplumsal olarak ağır öfkeli, pornografiye fazla yatkın insanlar haline geldik. Sadece bunu göstermemeye çalışıyoruz -ki Allah’tan öyle bir utanma duygusu var- Bunun olmadığı kesimler de var biliyorsunuz. Türkiye’de bol paralı bir kesim, utanma duygusundan da yoksundur. Onu da aşmıştır. Bir problemin aşılması için o meselenin problem olarak görülmesi gerekir. Orada ince bir çizgi vardır. 

#özgecan
#toplum
#aile
#kadına şiddet
9 yıl önce