Özel eğitim aldım.
Çok özel. Ailem Melami Rufa-i geleneğine bağlı. Kafkasya'nın en eski ailelerinden biri. Adapazarı'nda büyük arazilerimiz vardı. O gelenek çerçevesinde erkek çocuklardan birinde bazı özellikler varsa 6 yaşından sonra özel eğitim alır. Ağabeyim yırttı ben kaldım.
Doğuştan belli özellikleriniz oluyor. Mesela annemin bana hamileyken bazı rüyalar görmesi bunlardan biridir.
Bunları paylaşamam. Ama bir tek şeyi paylaşabilirim. Kafkas'ta özel doğan çocukların vücuduna belli işaretler konur. Benim sağ ayağımın üzerinde üçgen bir dağlama vardır.
Mesela bir yıl hiç konuşmadım, beş yıl annem ile babamdan ayrı yaşadım onları hiç görmedim. 11 yaşımdan sonra beni Diyarbakır'a gönderdiler. Tek başıma Diyarbakır'da yaşadım. 16 yaşıma kadar yine bir beş sene hiç İstanbul görmeden adadaki bir köşkte kaldım.
Hayır. Benim yolumu başkaları çizdi.
18 yaşıma kadar.
Tabii. Mesela evlenmem yasaktı. Üstelik yabancı biriyle hiç evlenmemem gerekiyordu. Dinlemedim ve yabancı bir hanımla evlendim. Fakat iki buçuk yıl uğraştım. Polis evlendirmiyordu beni.
Evet, bakın 1975 yılında Havass Yayınları'nı kurdum. Havas'ın ne olduğunu bile bilmiyorlardı. İstesem proletaryanın sol yumruğu, sol parmağı örgütünü de kurardım, dergisini de çıkarırdım. Ama öyle yapmadım.
Havass Yayınları'nı kurduktan sonra orada yüze yakın kitap çıkardım. Süreç Dergisi'nde olayların ezoterik yanını aldım. 1980 yılında Havass Yayınları'ndan çıkardığım Süreç Dergisi'nin ilk sayısının kapağında "20 yıl sonra yeniden Sevr karşımıza çıkacak" yazıyordu. Öngörülerim doğru çıktı. 2000 yılından beri başımızda bu dert var. Her aydının bir misyonu olması gerekir.
Ben yapılması gerekenleri anlattım, dilim döndüğünce savundum. İslam dünyasındaki Türkiye'deki İslamiyet'i ben gündeme getirdim. Laiklik konusunda raporları yazıp Erbakan'a ben verdim. Onunla beraber dolaştım.
Bir tek Erbakan. Ama Demirel'i de Mesut Yılmaz'ı da tanırım.
Çünkü çok mühim bir adamdı. Dünyadaki bütün İslami hareketler Erbakan'a kadar bir hocaefendi veya dini bir şahsiyet tarafından başlatılırdı. "Kalkın Müslümanlar" denirdi, Müslümanlar ayağa kalkar, Amerika, Fransa hocaefendiyi öldürdü mü iş biterdi. İlk defa bir Prof. yurt dışında eğitim görmüş, iki dili ana dili gibi bilen teknik eğitim görmüş biriydi. Alman teknik üniversitelerinde ders vermiş bir bilim adamı. Bütün dünyada Erbakan'a karşı öfkenin oluşmasının sebebi de buydu. Erbakan bir hoca değil de şeyhin biri olsaydı o kadar önemsemezlerdi.
Özel bilgilere.
Maharet ister. Kopya çekmek bile maharettir. Yol ve yöntem bileceksin. Bunu da öğretmiyorlar kimseye. Türkler Avrupa'nın tarihinde var ama kültüründe yoklar. Avrupa kültürünü de sana öğretmiyor bilerek. Öğretmesi gerekeni öğretiyor fakat dini öğretmiyor. İlk defa bunu ben yıktım. 1993 yılında Milliyet Gazetesi "Hıristiyanlar Hıristiyanlığı bir Türk'ten öğrenecek" diye yazdı. O olaydan sonra başıma gelmedik kalmadı o ayrı.
Üç defa kontrol edilmesi gerekiyor. Bir arşivci gibi çalışıyorum.
İki defa suikast yapıldı. Bir kere de geçen yıl burada PKK'nın iki suikastçisi yakalandı. Abdullah Gül ve başbakan bana altı tane koruma verdi. Fakat ben istemedim.
Suikastçilerden biri evli ve çocuklu olsa. Ateş esnasında ben yaralansam o ölse çocuğu karısı ortada kalır. Bunun vebalini almak istemedim. Koruma istemediğimi söyledim. "Olmaz başbakanın emri" dediler. Ben de yazılı olarak bildirdim. Ben kendi kendimi koruyamıyorsam zaten koruyamıyorum demektir.
Kendinizi korumanızın yollarından biri tehdidin nereden geldiğini tespit etmek, fakat öncelikle kendinize güvenmek ve tevekkül etmektir.
Evet, zaten tek olmasanız götürürler adamı.
Çok aldım ama kabul etmedim. Babamın kulübü olan Beşiktaş'a bile üye değilim. Öyle olmazsanız benim gibi olamazsınız. Ben bağımsızım.
Kaynaklara ulaşabilmeniz için öncellikle kaynakların olup olmadığını bilmeniz gerekir. Olduğu yeri bulup oraya yoğunlaşacaksın. Mesela ben 1970'li yıllarda Sovyetler Birliği'nden Almanya'nın Türklere yolladığı gizli telgrafları ele geçirdim. Hem TBMM hem de Genelkurmay'ın arşivinde duruyor. Türkiye'ye nasıl Alman üçkâğıtçılığı yapılıyor. Çok önemli bilgilerdi fakat ben kendimi anlatmayı sevmiyorum.
Bazıları için bilgisizlik büyük para kazandırır. Elimdeki en kritik bilgiler dahi paraya tahayyül edilemez. Edilirse bile ben kabul etmem. O zaman ben olmam.
Vasiyetim var. Bu vasiyet Abdurrahman Dilipak'tadır. Ben öldüğüm zaman kimsesizler mezarlığına gömülmek istiyorum. Cenazede alkış falan istemiyorum. Yani bilgilerin bazıları benimle toprak olacak.
BM'de yaklaşık 27 tane karar var. BM tarafından kabul edilen bir terör tanımı yok. Dolayısıyla A ülkesi için terör veya terörist olarak nitelendirilen olay B ülkesi için terörizm olarak görülmüyor. BM kararlarının içinde 1570 sayılı karar bulunuyor. Maddede "Cihadist İslami teröre karşı mücadele edilmek zorundadır" diyor.
Aklımıza sadece İslami terör gelmesi için konmuş bir karardır. Bu da BM kararıdır, ama maalesef Türkiye'de bilinmiyor. Bu kararda ülkelerin egemenlik hakları vardır. Bir ülke egemen statüsünde olmak istiyorsa egemenlik sorumluluk demektir.
Uluslararası hukuk kapsamında egemenliğin devlete bir sorumluluk yüklediğini söylüyor. Bu sizin "Ben egemen bir ülkeyim" demenizle olmuyor. Devletin bir sorumluluğu var, bu sorumluluk İslami teröre karşı mücadele etmek, yardım ve yataklık edenleri bulmak, gözaltına almak, yargılamak, mali kaynakları bulup ortaya çıkartmak, silahlı mücadeleye silahla cevap vermek. Bu maddeleri yerine getirmediğin taktirde sen sorumluğunu yerine getirmemişsindir. Maddede "İslami teröre karşı mücadele" diyor fakat biz bu sorumluluğu PKK'ya karşı yükleyemez miyiz? İslami cihadist olmayan, terör yapamaz mı? İşte onu açık bırakmış BM. Bugünkü hükümet bu konunun üzerine giderse BM'den bir rezülüsyon çıkartabilir.
Hayır değil. Fakat haberleri yok.
Askeri güçlerin terörle mücadelesi başka boyuta taşınır. Terörle mücadele içinde yer alan olaylarda askerin eli kolu bağlıdır. Askerin mücadele haline girebilmesinin şartları vardır. Örneğin asker teröristi tuzağa düşüremez. Yasaktır. Yani asker, önce teröristleri uyarıp "Teslim ol" der. İlk ateşi senin açman da yasaktır. Sen orada armut gibi duruyorsun mecburen bekliyorsun. Her harekâtta NATO'nun gözlemcileri vardır.
Hayır, NATO üyesi olduğumuz için böyle. Teröristi pusuya düşüremiyorsun. Uyarı yaptın ve “teslim olun” dedin karşı taraf ateş etmedi ama cevap da vermedi. Beklemek zorundasın. Gece olup kaçarlarsa elin kolun boş geri dönmek zorundasın. Takip de edemiyorsun. Şimdi bu şartlar altında terörle mücadele etmenin kolay olduğunu kim söyleyebilir? Fakat işin ilginç tarafı bu kural sadece TSK'nın terör ile yaptığı mücadele içinde geçerli. Bu kurallar polis için geçerli değildir.
Polis teröristi alnının ortasından vurabilir. Askerin silahı doğrultması bile yasaktır.
NATO. Asker NATO'ya tabi, fakat polis değildir.
Evet. Aynı kuralı başka bir ülke için uygulamayabilir. Bunu sadece Türkiye'ye uyguluyorlar.
Çünkü Türkiye'nin bölünmesini istiyorlar.
Bunlar palavra. O kadar kolaysa sen gel düzelt o zaman. Bakın bu durumdan bütün hükümetler sorumludur. Türkiye'de Kürt sorunu var mı bunu anlamak gerekiyor.
Türkiye'de Kürt sorunu yoktur fakat 'dış destekli' terör sorunu vardır. Türkiye'nin kendi bünyesinden çıkmış bir terör sorunu da yoktur.
Siyasetin içine özellikle konulmuştur. Sosyolojik, tarihsel ve ekonomik açıdan böyle bir sorun yoktur.
Bugün devletin yapabileceği çok mühim bir iş var. Elinde çok güzel bir koz var. Egemenlik kozu. Eğer egemenlik sorumluluk ise bu terör eğer dış destekliyse ben polise verilmiş olan yetkilerin tamamını da kullanabilirim. Çünkü ben içeride kendi halkıma karşı silahlı bir mücadele yapmıyorum, dış güce karşı yapıyorum. Bu da NATO'nun 6. maddesi kapsamına giriyor.
Bir NATO ülkesine dış destekli veya dışarıdan bir silahlı saldırıya uğruyorsa bütün NATO ülkelerinin bu silahlı saldırıya karşı çıkması gerekir. Eğer bu silahlı saldırı ülkenin kendi kapasitesiyle önleyebileceği bir silahlı saldırıysa o ülke kendisi bu görevi yerine getirir. NATO'nun 6. Maddesini hükümetin çalıştırması lazımdır. Bu devletin vazifesidir. BM terörün dış destekli olduğunu kabul ediyor. "PKK bir terör örgütüdür" diyor. Otuz yılda 48 bin kişi ölmüş bu ülkede.
Ben şahsım adına devletin ceza kesmesine karşıyım. Ancak toplumun isteği bugün Abdullah Öcalan'ın idam edilmesi yönünde. Bunu isteyen milyonlarca insan var.
Türkiye'de askeri darbeler dâhil NATO'nun isteği ile olmuştu. O yüzden sadece AK Parti değil, herhangi bir hükümetin kalkıp da meydan okuması kolay değil.
Bu daha otuz sene devam eder. Çünkü PKK, silahları bıraksa bile Almanya, Fransa, Belçika, İsrail ve Amerika PKK'yı kapatır ama başka bir örgüt kurar ve terörü devam ettirirler.
Filistin İsrail sorunu bitti. Terör çok büyük bir rant olayı. Terörden ekmek yiyen, haksız kazanç sağlayan yüz binlerce insan var. Bunca insan, eroin kaçakçılığını yaparak çok büyük bir rant sağlıyorlar. Ortadoğu'yu düşünün. Filistin İsrail meselesi bitti. Çünkü adam ölmeyince para da yok. Onlar için yeni bir problem lazım.
İsrail'in güvenliği için. İsrail koskoca İslam denizi okyanusunun içinde bir ada gibi duruyor. O yanında Kürt Devleti gibi bir destek arıyor. Onun için Kürtleri kullanacaklar.
Topluma düşen görevi ne olacağının tasarımını yaptıktan sonra söyleyebiliriz. Toplumlar devletine, hükümetine, medyasına bakar. "Birileri bize bir şey söylesin biz de ona göre davranalım" diye bakar. Bir tasarım yoksa ya da var olan tasarım yürümemişse yeni bir tasarım yapıp o tasarımla beraber halktan da biz sizden şunları istiyoruz denir. Çünkü vatandaş olmak bir hak ise görevler de vardır. Vatandaş olmayı gerektiren mecburi görevler var. Bugüne kadar sakin olup problem çıkarmamamız söylendi bizlere. Zaten otuz yıldır sineye çekiyor herkes. Bundan sonra aynı şekilde yürümez.
Yaşamak da katlanmak da çok zor. Fiziksel ve ruhsal açıdan çok yıpratıcıdır. İki evliliğimde de başarılı olamadım. İki eşimi de üzdüm.
Evet, maalesef. Ailemin güvenliğini sağlamak için de kimseye hiçbir şey söylemiyordum.
Evet. Çocuklarımı göremedim bile. Hanımım bir akşam yanıma geldi. Ben de o sıra yurtdışına kaçmak üzereydim. Oturduk yemek yiyecektik. Bana “sana bir şey söyleyeceğim” dedi. Ben de "biliyorum hamilesin bir kızın olacak, adını Emine koy ama ben bu gece Bulgaristan'a gideceğim" dedim. İki aylık hamileydi, çocuk doğdu, kız oldu, adını Emine koydu. Doğduktan dokuz ay sonra Paris'te ilk defa kızımı gördüm.
Bu senin seçimin değil, bir yola girmişsin.
Sorumluluk duyuyordum. Sana zaten verilmiş bu özellik. Bu yüzden sen kendine ihanet halinde olmazsın.
Geldim. Çekoslavakya'daydım. Orada kendimden kaçarken kendimi yakaladım ve "Sen bununla doğdun başka çıkar yolun yok" dedim.
Daha da fenası, bunun bir değeri de yok bugün için. Belki otuz sene sonra değeri olacak ama bugün yok.