|

Deniz Seviyesi''nde buluştuk

Esra Saydam ve Nisan Dağ ilk uzun metrajlarıyla ödüle layık görüldüler. Kolombiya Üniversitesi''nin film programında tanışan Saydam ve Dağ birlikte çıktıkları tatilde Deniz Seviyesi''ni çekmeye karar verdiklerini söylüyorlar.

Aysel Yaşa
00:00 - 9/11/2014 Pazar
Güncelleme: 21:06 - 8/11/2014 Cumartesi
Yeni Şafak
Deniz Seviyesi''nde buluştuk
Deniz Seviyesi''nde buluştuk

Deniz Seviyesi, Adana Altın Koza Film Festivali''nde En İyi Yönetmen dahil toplam 6 dalda ödülle döndü. Filmin Amerika''da eğitim alan 2 kadın yönetmeni var. Esra Saydam ve Nisan Dağ, bu işe hevesli 2 genç yönetmen. Filmleri cuma günü vizyona girdi. Yazlık fonunda, Ayvalık''ta Damla ile Burak''ın buruk aşk hikâyesini anlatan filmin yönetmenleri festival sonrası izleyiciyle buluşacakları için heyecanlılar. Amaçları festival ve gişe filmi seyircisini, bir potada eritmek. Yönetmenlerin, Doristos''a reklam filmi çekme hayaliyle başlayıp Deniz Seviyesi''ne ulaşan serüvenini dinledik.

Deniz Seviyesi bazı sahneleriyle sizin hayatınızdan da izler taşıyor. Bir araya gelip film çekelim dediğiniz zamanı hatırlıyor musunuz?

Nisan Dağ: Biz Esra''yla master yaptığımız Kolombiya Üniversitesi''nin film programında tanıştık. Beraber bir şeyler yapma isteğimiz hep vardı. Hatta Doritos reklamı çekme hayalimiz vardı. Derken, Şükran Günü tatilinde birbirimize senaryolarımızı anlattığımız bir tatile çıktık. O sırada Esra bana bir kısa film senaryosunu anlattı. O beni çok etkiledi. Senaryo aşkla ilgiliydi, ben normalde daha fantastik işlerle ilgilenmeme rağmen beni cezbetti. İlk tohumlar da orada atılmış oldu. Sonra bunun üzerinde çalışmaya başladık. Esra''nın aklında Ahmet Rıfat Şungar vardı. O ''Rıfat olmazsa Türkiye''ye dönmem'' diyordu. Rıfat da projeye dahil olunca, yürüdük gittik.

SEVENLERİMİZİ SELAMLADIK
Ahmet Rıfat olmasa, çekilmeyecek miydi bu film?

Esra Saydam: Kısa filmim okulun bir projesiydi. Amerika''da çekilmek için yazılmıştı. Onu yazarken Amerikalı karakterler düşünüyordum. O sırada Üç Maymun''u izledim, oyunculuğundan çok etkilendim Rıfat''ın. Yazarken zihninizde bir yüzün olması gerçekten çok faydalı oluyor. Parmakların ucundaki yüzü bilmek çok yararlı oluyor. Bu uzun metrajda yazarken, Rıfat olmazsa ben yapamayacağım dedim. Damla Sönmez de 4 ay sonra bize katıldı. O katıldıktan sonra senaryoyu yeniden bir elden geçirdik. 2012''de yazdık ve işte şimdi buralardayız. Film çekilirken bile senaryoyu yazmaya devam ettik.

N.D: Bertolucci''nin çok sevdiğimiz bir söz var. Sihrin içeri girmesini istiyorsan kapıyı biraz aralık bırak. İşte biz de bu yüzden kapıyı hep birazcık aralık bıraktık. 2 ekstra sahne koyduk hatta.

Yazlık anıları bir başkadır. Bunun filmini çekerken aktarmak istediğiniz neydi?

E.S: Geçmişten kalan masum anılarımızı hatırladık biz Amerika''da. Bunların değerini bir daha keşfediyorsunuz. Bu bize doğal gibi geliyor ama Amerika''dakilerin aradığı bir duygusal bağa dönüşebiliyor. Biz sevgiyi anlattık. Farklı farklı sevgileri göstermek istedik. Ve bizi seven insanları selamlamak istedik aslında. İzleyenler de geçmişleriyle yüzleşsinler istedik.

N.D: Bir alt kültür gibi. Ülkemizde yaşayan her insanın sosyo-ekonomik olarak böyle bir kültürü yok. Ama biz şanslıydık. Bunu deneyimledik. Onunla da kalmadık, oradan kalma anılarımızdan yola çıkarak film yaptık. Bizi yaşanmış eski birer aşk ve yazlık kültürü bir filmde bir araya getirdi.

GİŞE FİLMİNİN DE SANATSAL DEĞERİ VAR
İlk uzun metraj, genç yönetmenlersiniz. Adana''ya festivale giderken çekinceler var mıydı?

N.D: Aslında biz kendimize hep çok güvendik. Çekinceler bizden değil dışarıdan oldu. Çünkü bizim sağlam bir vizyonumuz vardı, hedefe kilitlenmiştik. Yapabileceğimizi biliyorduk ama henüz kendimizi kanıtlayamadığımız için etrafımızda emin olamayan insanlar vardı tabi. Amerika''da çektiğimiz kısa filmler, Esra''nın yapımcısı olduğu bir de uzun metraj filmi vardı. Aslında o kadar da deneyimsiz değildik.

E.S: Tedirginlikten ziyade işimizin zor olacağını çok iyi biliyorduk. Çünkü her ne kadar konusu aşk, bilinen bir konu gibi gözükse de bizim filmimiz tam ortada duran bir yapıda. Türkiye''de gişe ve festival filmi ayrımı var. Ana akım seyircinin festival filminden korkmaması gerekiyor. Aynı şekilde gişe filminin de sanatsal bir değeri olabileceğine inanmamız gerekiyor. Biz bu ikisinin arasında duruyoruz.

Seyirci korkmasın diye ödül aldığımızı sakladık
Festival filmi yargısıyla izlenmemekten korkuyor musunuz?

N.D: Biz afişimize seyirciyi korkutmamak için festival logolarını koymadık. Bu üzücü bir şey. Çünkü onların aklında oluşan festival filmi değil bizim filmimiz. Gururla ödüllerimizi yazamadık.

Türkiye''de vizyon çok acımasız. Kaç kopyayla çıkıyorsunuz ve gişe beklentiniz ne durumda?

E.S: Şu anda on beş sinemada girecek. Anadolu''daki sinemalar da var. Benim kişisel düşüncem, az salonda başlayan bazı filmler var. İlk bakışta çok çekmeyen. Büyük isim yoksa falan. Kaliteli bir filmse az salonda oynatırlar ki o film en uzun süre sinemada kalsın ve insanlar o film üzerine konuşsun. Bunun en güzel örneği Milyoner filmidir.

N.D: Filmin potansiyeli var. Bazen siz elinizden geleni yapsanız bile doğru zamanda çıkması gerekiyor. Şansının olması gerek. Bağımsız sinemacı olduğumuz için koca billboardlara reklam verecek bütçemiz yok. Ama biz umutsuzluğa düşmüyoruz. Burnumuzun dikine gideceğiz, kararlıyız.

Kadın yönetmenler sorumlu tutulmamalı
Kadın bakış açısı üzerine filminize dair epey yazılıp çizildi. Hoşnut musunuz söylenenlerden?

N.D: Biz kendimizi kadın değil insan olarak nitelendiriyoruz. Tabii ki de kadın olmanın verdiği fizyolojik ve bakış açısı farklılıkları olabilir. Ama kendimizi böyle sınıflandırmaktan kaçıyoruz mümkün olduğunca. Çünkü kadın yönetmenlere böyle misyonlar yükleyip, bundan da sorumlu tutuyorlar. Kadın yönetmenler buna indirgenmemeli.

E.S: Yönetmenin biraz özgür olması lazım. Zaten ben bir kadın olarak istemesem de kadın gözlemimi ve algımı sinemaya yansıtacağım. Kendimizi hikâyelerimizde keşfediyoruz biz de. Dolayısıyla yaptığımız filmler analiz edilip kadın perspektifinden değerlendirilsin. Kadın sorunlarına duyarlıyım ve bir şeyler yapmak istiyorum. Ama bunun başka tarafta sinema yapma arzuma küratörlük yapmasını istemiyorum. O zaten kendiliğinden çıkacak. Eminim kadın sorunlarıyla kafayı bozmuş bir film çekeceğim. Ama bunu planlamamam lazım.

İki kişi film çekmek avantaj
İki kişi film çekmek zor mu? Dengeyi nasıl tutturdunuz?

N.D: Kardeş gibiyiz biz. Nasıl ki kardeşler birbirlerini yiyip sonra yollarına devam ederler. Bizim de Esra''yla öyle bir ilişkimiz var. Birbirimizi güzel tamamlıyoruz. İkimiz de egoları kabarık insanlar değiliz. Esra için de benim için de önemli olan iyi bir film çıkarmak. Kimin haklı, kimin dediği olsundan daha çok hep bu öne çıktı. Aynı fikirde olmadığımız zamanlar oldu. Üşenmedik, hep tartıştık. Birisi birisini ikna etti. Ön çalışma sırasında aylarca sabahladık. İki beyini bir kaba koyup, güzel bir beyin salatası yaptık.

E.S: Sesimiz kalmadı. Çünkü beyin transferi yapmamız gerekiyordu. Bunu da konuşa konuşa yaptık. Çok eğlenceliydi birlikte film çekmek. Biz artık her türlü projeyi yapabileceğimizi biliyoruz çünkü konuştuk, konuşabildik. 2 yönetmen olmanın verdiği avantajlar da oldu. Omuz omuza verdik. İlk filmde bunun olması şanstı. Benim vizyonumu paylaşan, gözümü kapatıp güvenebileceğim bir takım arkadaşıyla yaptım ilk filmimi. Yalnız yürümedik bu yolda. Bir de idol gibi gördüğüm her insanın hayatına ve kariyerine baktığımda birisi hep var. Ebru Ceylan mesela. Hayranım ona. Çünkü insan bazen kendine yetemeyebiliyor.

Birlikte mi devam edecek sinema serüveniniz? Burada mı, Amerika''da mı?

N.D: Ortaya karışık olacak biraz, burada ya da Amerika''da. Biz dünya vatandaşı olarak görüyoruz kendimizi. Elimiz her yere uzansın istiyoruz. O yüzden proje nerede biz oradayız. Birbirimizin hayatında hep olacağız. Belki bir sonraki projemiz ayrı olur sonra yine birleşiriz. Proje bazında olmasa bile bizim kreatif hayatımızda birbirimizin mentorü olduk. Aynı sette olmayı da seviyoruz. Sevdiğimiz filmler benziyor, Konular, hissiyatlar benziyor. İşin kalbindeki dertler, tarzlar, önemsediğimiz konular benziyor birbirine.

9 yıl önce