Elinde fotoğraf makinası ile yaz kış demeden, dağ taş gezen bir adamın öyküsünü anlatacağım bugün. Kaçkarların, Torosların doruklarında, yaylalarda, bir çiçeğin peşinde bir yılda yaklaşık 140 bin kilometre yol yaparak adeta tutkunun hikayesini yazan Ahmet Zeki Yavaş’ın öyküsü. Biz onu ünlü bir hattat ve İstanbul Klasik Sanatlar Merkezinin Yönetim Kurulu Başkanı ve Klasik Sanatlar Vakfının Başkanı olarak tanıyoruz. Aslında fotoğraf merakı, hat sanatına olan merakıyla hemen hemen aynı zamanda başlıyor. Küçük yaşlarda. Sonrasında her ikisini de birlikte ilerletiyor. Hat sanatında tanınan bilinen bir isim oluyor. Fotoğraf sanatında ise daha özel bir alana yöneliyor; Türkiye’nin çiçekleri. 14 yıldır Türkiye’yi adım adım gezerek Türkiye’nin çiçeklerini çekiyor Ahmet Zeki Yavaş.
Yavaş, nilüfer, mine, lale, karanfil, sümbül, papatya başta olmak üzere tezhip desenlerinde kullanılan pek çok çiçek olduğunu ifade ediyor. Klasik sanatlarda kullanılan çiçekler olarak Bugüne kadar 120 kadar çiçek tespit etmiş. Yavaş tezhip sanatının Orta Asya’dan bugüne geldiğini dolayısıyla o coğrafyadan buraya gelinceye kadar bu sanatlarda, binlerce çiçeğin çizildiğini ifade ediyor. Ancak Ahmet Zeki Yavaş’ın bu merağı, sadece tezhipte kullanılan çiçekler değil, tüm Türkiye’deki çiçeklere doğru ilerliyor. Amatör olarak başlayan çalışma, Yavaş’ın aldığı fotoğrafçılık eğitimleri ve çok sayıda fotoğraf inceleyerek kendini eğitmesiyle profesyonelliğe doğru gidiyor. 1996 yılında DSLR denilen makineler çıkınca Yavaş makinayı eline alıp yola çıkıyor. Deneme yanılma yoluyla bir teknik geliştiriyor. Çiçeğin arka planını flulaştırarak çekmeye başlıyor. Çekimleri çok beğenilince Türkiye’nin 12 bin çeşit çiçeğini çekmek için çıkıyor yola.
Yavaş, önce İstanbul’da çekimler yapıyor. İstanbul’da 7-8 tane endemik (sadece o bölgede yetişen) çiçek olduğunu söylüyor. Türkiye’nin her yerini deyim yerindeyse karış karış geziyor. Toroslar, Aladağlar, Kaçkarlar, Erciyes dağları… Önce gideceği yeri haritadan araştırıyor. Sonra bölgedeki üniversitelerin konuyla ilgili hocalarına ulaşıyor. Gittiğinde bu hocalarla toplantılar yapıyor. Gittiği yerde de yöre insanına da danışıyor. Yavaş “Antalya’da bir şakayık vardır. Hakkari’de ters lale vardır... vesair vesair.... Bunların dışında tamamen hocaların akademik bilgileri doğrultusunda çalışıyorum. Asıl iş arazi taraması” diyor. “Sabah 6’da çıkıyorsunuz. Arabanın gittiği yere kadar gidiyorsunuz. Oradan itibaren ekipmanla yürüyerek, 3 saat, 5 saat, hatta 10 saate varan taramalarla bu çiçekleri çekiyorsunuz. Bunu da sadece eşimle beraber yapabiliyorum. Diğer insanlar dayanamıyor, katlanamıyor. Bir zevk, merak olmadığından dolayı zor geliyor” diyen Yavaş yılda 140 bin kilometre yol yapıyor. Yazları haftanın 3 günü kesin çekimde. Bu bazen 1 haftaya bazen de 20 güne kadar uzayabiliyor. Kalan zamanlarında hat çalışıyor. Kış aylarında yetişen çiçekler için kışları da çekime çıkıyor. Zaman zaman gece ormanda yatıyor. Ağacın üzerine yırtıcı hayvanların ulaşamayacağı yüksekliğe hamağını bağlıyor. Uyku tulumuna girip uyuyor.
Ahmet Zeki Yavaş’ı en zorlayan çiçek Beyaz Zambak olmuş. Tam üç yıl aradığını söylüyor yavaş. Bulma hikayesi ise gülümsetiyor. Yavaş’tan dinleyelim: “Kaçkarlarda beyaz zambağı 3 yıl aradım. Bir gün bir yayla evinin hemen kapısındaki çeşmede abdest alıyordum. Başımı mest ettiğim esnada hemen yanımda bir bitki olduğunu fark ettim. Bir baktım beyaz zambak... Onu görünce abdest falan kaldı zaten. Arşimet suyun kaldırma kuvvetini bulunca nasıl 'buldum, buldum' diye fırladıysa ben de o şekilde abdesti yarım bırakıp aşağı doğru fırlayıp bir kaç tur atıp geldim. Yayla evindeki yaşlı teyze benim hoplayıp zıpladığımı görünce eşime ‘Ya bu niye atlattı’ diye sormuş. Eşim de o heyecanımı hep örnek verir. Benim tutkumu görünce destek veriyor o da bana.” Başka zor bir çiçek de Hakkari lalesi. Yavaş onu da şöyle anlatıyor: “2004 - 2005 yıllarında Hakkari’ye gittim. Benim Hakkari lalesini çekmem lazım. Fakat askerler bırakmıyor. dağlar güvenli değil. Komutana gittim. ‘Komutanım ben çiçek çekeceğim. Bu işi yapıyorum’ dedim. Bir askeri çağırdı. ‘Alın bunu, bir yemek yedirin. Şehrin 40 km dışına kadar da eşlik edin. Oradan dönsün gitsin’ dedi. Bana da ‘Böyle bir şey olmaz. Ben senin güvenliğini nasıl sağlayacağım. Başımıza iş açma’ diye kızdı haklı olarak. ‘Komutanım çekmem lazım’ dediysem de kar etmedi. Beni şehrin 40 km. ötesine götürüp bıraktılar. Biraz daha gittim ama nasıl gittiğimi bilmiyorum. Oradan geri döndüm tekrar Hakkari’ye. Tabi geri dönerken askeri aracın da gidip gitmediğini kolluyorum. Bir benzinciye ‘Hakkari’de kimin sözü geçer’ diye sordum. Falanca deyip adresini verdiler. Gittim ‘Selamün Aleyküm. Ben askeriyeye gittim bana böyle söylediler. Bu çiçeği benim çekmem lazım. Bana yardımcı olun’ dedim. Adam 2 dakika boyunca hiç konuşmadan bana baktı, baktı. Dedi ki ‘Sen delisin?’ ‘Evet deliyim’ dedim. ‘Tamam şimdi oldu’ dedi. Boş bir evi varmış. Onu bana verdi. Gece kaldım. Sabah namazında geldi. Cemaatle namaz kıldık. Aldı beni 4 saat yol gittik. Bir köyde laleyi çektik geri geldik. Bu sevgi bu aşk muhabbet olmasa zaten bu işi yapamazsınız.”
Ahmet Zeki Yavaş’ın maceraları bu kadarla da sınırlı değil. Ülkemizin çiçeklerini korumaya çalışırken birçok defa karakola düşmüş. Ahmet Zeki Yavaş, yabancı ülkelerden insanların gelip çiçeklerin asıllarını alıp kendi ülkelerinde yetiştirdiklerini, ülkemizde olan asıllarını ise yok ettiklerini ifade ediyor. Her yıl çok sayıda konunun uzmanı biyoloğun turistik amaçla geldim deyip dağlarda araştırmalar yaptıklarını, soğanlı bitkiler başta olmak üzere bitkileri alıp ülkelerine götürdüklerini anlatıyor. Yavaş’ın başından geçen bir olay şöyle cereyan etmiş: “Kaçkarlarda dolaşırken önce bazı kişilerin izlerini gördüm. Ezilerek naylon torbaya konmuş ve taşların altına saklanmış çiçeklere rastladım. Bir bitkiyi tamamen yok etmek için onu çürütmeniz lazım. Hatta çürümüş çiçeklerden veya tohumlardan yeni bitki çıkabiliyor. Siz onu belirli bir süre havasız yerde hapsedeceksiniz ki yok olsun. Bunun yöntemi kalın bir naylona hapsederek taşın altına saklamak. 3 yıl kalırsa tamamen ölür. Bitkiyi ve tohumunu yok etmiş olursunuz. Dolaşırken 7-8 kişilik bir gruba rastladım. Yanlarında birkaç Türk de var. Çevre köylerden yanlarına kılavuz alıyorlar. Onlara ‘Bakın böyle şeylere rastladım. Fotoğraflarını da çektim. Yanlış yapıyorsunuz. Ülkenizi satıyorsunuz dedim. Hadi şimdi kalkıp gidelim. Siz köyünüze dönün. Bunlar da kaybolup gitsin’ dedim. Orada kavga etmeye başladık. Yaralanma falan da söz konusu oldu. Karakola gittik. Bana ‘Turistlere zarar veriyorsun. Turistlere böyle mi davranılır’ dediler. Yaptıklarını anlattım. Turistlerin dağa çıkmasını engelleyemeyiz dediler. O zaman üstlerindeki bilgileri alın dedim ama zaten hemen bilgileri e-maille yolluyorlar. Soğanları, çiçekleri de yöre insanından rehberler vasıtasıyla önce Avrupa’ya yolluyor, oradan kendi ülkelerine alıyorlar.
14 yılda Türkiye’deki 12 bin çeşit çiçeğin 8 bin 800 tanesini çekmiş Ahmet Zeki Yavaş. Bu esnada 24 tane yeni çeşit endemik çiçek tespit etmiş. 7 tanesi bilimsel olarak tescil edilmiş. Diğerleri de yakında tescil ettirilecek. Bu oldukça ciddi bir rakam. Ahmet Zeki Yavaş Türkiye florasının kalan kısmını çekmek için kendisine 5 yıl süre vermiş. Çalışmalar bittiğinde, resmi bir kurum vasıtasıyla, her biri 550 sayfa olacak 41 cilt bir ansiklopedi halinde basılacak. Üniversitelerden hocalar kitabın akademik yönünü yazacak. Kapsamlı bir web sayfası hazırlanacak, prestij kitaplar yapılacak, Fotoğraflar Ahmet Zeki Yavaş’tan.