Genco Demirer, yönetmen, reklamcı, iç mimar, grafiker ve ressam. Şu sıralar ENBE orkestrasıyla Beyaz Geceler isminde müzikli bir konsept hazırladılar. İlki Ankara''da düzenlenecek olan konser serisi daha sonra İstanbul''a taşınacak. Toplam on konser ENBE orkestrası eşliğinde her hafta bir sanatçıyı ağırlayacak. Işın Karaca, Kubat, Ziynet Sali gibi isimler sahne alacak. Konser aynı zamanda TRT kanalında canlı olarak yayınlanacak. 25 Eylül''e kadar sürecek olan organizasyonun mimari ise Genco Demirer. Bunların yanı sıra yeni resim sergisi ve sinema filmi hazırlığında olan Genco Demirer''le çok yönlü olmayı ve projelerini konuştuk.
Yaptıklarımı birbirinden farklı görmüyorum. Bana hepsi aynı gibi geliyor. Bir resim yaparken de, belgesel çekerken de aslında aynı şeyi yapıyorum. Sistem aynı sadece elemanlar değişiyor. Resim yaparken de fırça, boya, tuval ve diğer etkenler var. Belgeseli çekerken de görüntü yönetmeni, kamera ve ışıklar var. Sonuçta yaptığım şey bir duyguyu görselleştirmek. O yüzden aralarında dev farklar görmüyorum.
Yaptığım işlerin birbirini etkilediği oluyor, en büyük dezavantajı da bu. Düşünce olarak agresifleştikçe bütün işlerim de agresifleşiyor. Mesela klipler agresif oluyor, reklamda kırmızı tonları daha çok kullanıyorum. Çalışmalarımın ruhu birbirine benziyor.
Ben önce resimle başladım. Daha sonra üniversitede grafik yüksek eğitim aldım. Resim atölyesine 11 yaşımda girdim 18 yaşıma kadar orada kaldım. Önce iç mimarlık okudum daha sonra grafik tasarıma geçtim. Resim devam ederken İstanbul belediyesine danışmanlık yaparken yavaş yavaş hayatıma sinema girmeye başladı. Aslında biraz mesleki olarak oraya kaydı. Çünkü Kültür A.Ş''de bu işlerle ilgilenecek olanlar azdı.
Reklamcılık yönümden dolayı sinemaya adapte olmam kolay oldu. Sonuçta iletişim kuruyorsunuz. Resim için de bu böyle. Ben insanlarla doğru iletişim kurduğum için tablolarım satılıyor. Satılan resim iyi resim demek değil, sadece insanlarla iyi iletişim kurduğu için alınıyor. Reklam işine girdikten sonra tablolarım daha çok satmaya başladı. Çünkü insanlarla iletişim kurmayı öğrendim. Resim yapıp bundan hayatımı kazanıyorum. Ama resimlerden para kazanma derdinde değilim. Ticari kaygı sanatı öldürür. Resimlerimle olan ilişki çizerken çizdikten sonra bana ait olmuyorlar.
Resim. Ben her şeyi çizerek anlatırım, yazamam. Sloganları yazmıyorum, çizerek anlatıyorum.
O bir ayrımcılık. Ayrımcılık yaparsan kendini çok önemsersin. Sanat egoyla beslenir fakat ben egoyu hiç sevmiyorum.
Hayır. Çünkü ben kendimi resim çizen olarak görüyorum. Hepsi bunun çerçevesinde gelişiyor. Belgeselde daha çok dramatik işler yapıyorum, sinemada ise deneysel. Klipler ise tamamen ticari. Klipler benim için karikatür gibi. Senaryo yazamam, meramımı resim çizerek anlatıyorum. Grafikerlerin eski kullandıkları Freehand programında çizip yolluyorum. Reklam olunca daha farklı öncelikler devreye giriyor.
Deneme yanılmayla öğrendim. İlk çektiğim klip üç gün sürmüştü. Şu anda çok daha güzel klipleri çok daha kısa sürede çekiyorum.
Bunlar sanat değil. Benim için sanat olan şey resim. Ankara''da, Ziynet Sali, ENBE orkestrası, ışıkçılarla resim yapacağım. Ben bu işlere öyle bakıyorum.
İnsanlar ayrıştırıyorlar. Bu sektörün tamamı ''hiçbir köy yan köyünü sevmez'' misali birbirlerini sevmiyor, engel olarak görüyorlar. Mesela Tiyatro dekoru yapıyorum, bunu yaparken ışıkçı bana ''sinema ışığı gibi istiyorsunuz'' diyor. Öyle bir ışık yok halbuki. Sinema ışığı istesem zaten sinemada yaparım. Ayrıştırmaya çok meraklılar. ''Tiyatroda böyle olmaz'' diyerek kendi kurallarını ve formatlarını koymaya çalışıyorlar. Çünkü rutinde gitmek, kopyalamak çok kolay. Çemberin dışında kalanlar aslında çemberi büyütebilirler.
Türkiye''deki sanat hayatının en büyük dezavantajı herkesin kolayca bir yere gelmek istemesi. Bugüne kadar yürütülmüş politikalardan ve genel sanat çevresinin yetersizliğinden dolayı hep birileri kayrılmış. Mezun olduğu okula göre veya ideolojisine göre kayırıldığı için insanlar çabuk bir yerlere gelme hevesinde. Ya kemikleşen zümrelere angaje oluyor veya kendisini kayıracak yeni zümreler yaratmaya başlıyorlar. Ama işin uygulama ve üretme süreciyle ilgili bir gelişme yok. Tamamen lobileşme üzerine kurulu.
Resimde bunu çok yaşadım. Belli galericilerle geçinirsen haberini yapar, seni kendi aralarına alırlar. Mesela ben o galerilerle çalışmıyorum. Bu yüzden batı sanatını konu eden yayın organlarında haberim çok çıkmıyor. Zaten çıkmasını da istemem. Çünkü o galerilerle bilerek çalışmıyorum. Benim istediğim daha liberal ve özgür olmak. Böyle olunca da ister istemez belli bir zümre tarafından kabul görüyorsunuz ve diğer taraftan dışlanıyorsunuz. İşte sanatçılar da kabul görmek için kendisine ''Avrupalı çağdaşım'' diyor. Belki değilsin. Belki yerelden bambaşka bir şey çıkacak. Mesela Ahmet Güneştekin, Batmanlı''dır. Belli bir zümreye ait değildir. Kendi başına devam etti ve şu an New York''ta sergi açıyor. En önemli galerilerde resmi var. Bu demek ki olabiliyor.
Sanırım öyle. Çünkü artık sanat olan grafik çok az. Grafik iletişim ve ticari sanat artık. Sinemada kopyaladığın yere yöneliksen o zümreye giriyorsan oradan devam ediyorsun. Hangi sinema sendikasına üyeysen o film tarzı baskın oluyor. Ben Kadıköy''de yaşıyorum diye bütün bakış açımı mı değiştireceğim? O yüzden tek bir şey yapmak beni mutlu etmiyor. O yüzden yalnız bir yerde duruyorum. Bundan da memnunum.
Yok. Benim kimseye bir zararım olmaz. Ben işi kazanmış olsam bile mutlaka gider helallik isterim. Bir döngü var ve onu bir kâğıt parçasıyla kirletemem. Üstümdeki para ve payeyi çok fazla içeriye girsin istemiyorum. Yürüyen yalnız temiz insanlar çoğaldığı zaman o zaman o bağıranlar anlayacaklar sıkıntının kendilerinde olduğunu. Reklamda çok rekabet var. Ama iş aslında çok basit. Mesela ''Handan hanım'' neyi beğenirse onu alıyor. Bir gece önce kocasıyla tartışmıştır, kocası mavi gözlü sarı saçlıdır, benim model de aynı ona benziyordur, nefis kampanya fakat bu sebeple çöpe gidebilir. Herşey bu kadar basitken aşağıda debelenmenin ve ayak kaydırmanın bir anlamı var mı?
Yönetmen yok sadece fikir var. Kameralar sabit, altı kişi yer değiştirerek filmi izliyorsunuz. Hiçbir kamera hareketi yok. Şuanda ''Tefekkür'' adında hazırladığımız bir korku filmi var. Gerilim türü bir korku. Bilindik korkulardan değil. Görüntülü chat odasında geçiyor. İnsanlar kendi evlerinden katılıyorlar. Çekimi üç veya dört gün sürecek. 90 dakikalık bir film. Öncesindeki hazırlık üç ay sürüyor. Başka bir filmi de mobese kamerasıyla çekeceğim.
Deneysel çalışmayı seviyorum. Sinemada yönetmen çok etkilidir, o olmadan ortaya nasıl bir şey çıkacağını görmek istedik.
Bir oyuncu koçumuz var. Bu real time bir film yani aynı anda çekiliyor. Yedi veya sekiz kişi aynı anda odalarda, o anda oynuyorlar. 90 dakika sonra bitiriyoruz. Teknik olarak zor bir iş. Tekrar etme şansın yok. Başlatıyoruz ve o anda bitiyor. Mobese kamerasıyla çekeceklerimiz daha da zor olacak. Müdahale alanımız kısıtlı.
Bir tane Amerika''da yapılmış. Bir yönetmen var video kamera ile film çekti. Yirmi milyon dolarlık bir iş. Ama bizimkiler düşük bütçeyle çekilen filmler. Eylül gibi vizyona girecek.
Ezidilere karşı özel bir ilgim var. Batmanlıyım. Türkiye''de çok az sayıda Ezidi var. Daha çok Mardin dolaylarında. Ezidileri çok ilginç buluyorum. Tanıdıklarımdan biri Almanya''da yaşıyordu. Kültürel olarak asimile olmuş bir grup var. Çok yalın bir hayat yaşıyorlar. Başlarına gelen hiçbir şeyden şikâyet etmezler. Çok mütevazılar, kalp kırmazlar, birinin hakkında kötü konuşmazlar. ''Burası çok sıcak'' dediğinizde onlar size ''şükür'' diye cevap veriyor. Dış görünümleri de bana değişik geldi. Resimlerini yapmaya karar verdim.
Ezidilerle görüşüyorum beraber yaşadığım arkadaşlarım oldu. Almanya ve Ermenistan''da modernleşmiş Ezidiler yaşıyor, orada enstitüleri de var. Benim ilgimi çeken şu an kuzey Irak''ta zulme uğrayan Ezidiler. Oradakilerin bir kabahati olduğunu düşünmüyorum. Hayatta kalmaya çalışıyorlar.