Türkiye hızla 'merhametliler ülkesi' haline geliyor. Dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan doğal bir afette ya da çıkan savaşta mağdur olan, bir lokma aşa, başını sokacağı çadıra, yarasını saracağı ilaca ihtiyaç duyan insanlara artık Türk insanının eli de ulaşıyor. Türk halkı canı yananın acılarını paylaşıyor, zorda kalana yardım ulaştırıyor.
Bu noktaya gelinmesinde İnsan Hak ve Özgürlükleri, İnsani Yardım Vakfı İHH'nın katkısı büyük. Çünkü ülkemizde kurulan ilk sivil yardımlaşma kuruluşu İHH. 1992 yılında Bosna'da yaşanan kıyımın önüne geçmek için organize olan ve çalışmalarını daha sonra Çeçenistan savaşında da sürdüren gönüllüler 1995 yılında kurdular İHH'yı. İyilik büyüdü sonra, İHH büyüdü. Bugün dünyanın 70 ülkesine götürüyorlar Türkiye halkının yardımlarını. Durmaksızın çalışıyor, insanlığın düştüğü noktada yeniden ayağa kaldırıyorlar insanlığı. İnsan olduğumuzu hatırlatıyorlar. Şükür ki artık bu yolda çalışan çok sayıda yardım kuruluşumuz var. Onlara 'ağabeylik' de yapan İHH'yı, İHH'nın kuruluşunda yer alan ve halen başkanlığını yürüten Bülent Yıldırım ile konuştuk.
Büyük Ortadoğu Projesi'nin ayaklarından biridir Lübnan. Çünkü Lübnan, Batı'nın Şii ve Sünni çatışması için değerlendirebileceği önemli bir noktaydı. Irak'ta sıkışınca Lübnan'a el attılar. Sünnilerin Şiilere yardım etmeyeceğini, oradaki Hıristiyanların Batı'nın yanında yer alacağını, İsrail'in Lübnan'a kolayca gireceğini, orada kurulacak üsle ABD'nin Suriye'yi kolaylıkla vurabileceğini zannettiler. Bu nedenle Lübnan'a, bugüne kadar Irak'a atılanlara eşdeğerde bomba attılar. Fakat düşündükleri gibi olmadı. Şiiler, Sünniler, Dürziler ve Hıristiyanlar Hizbullah'ın yanında yer aldı. Bu arada yardım kuruluşları büyük önem arz etti. Biz bombalamanın ikinci gününde Sünnilerin merkezi sayılan Türkiye'den kalkıp Güney Lübnan'a gittik ve mağdur olmuş, yakınlarını kaybetmiş, evsiz ve aç kalmış Şiilere yardım dağıttık.
Oyunu bozduk çünkü Batı da, Arap dünyası da Türkiye'yi Sünnilerin merkezi olarak görüyor. Bombaların altında Güney Lübnan'da Şiilere yardım dağıtan tek Sünni kuruluştuk biz. Böylece Şii ve Sünni kardeşliği iyice pekişmiş oldu. Şu anda Amerika'nın Irak'ta uyguladığı oyunun eseri görülmüyor Lübnan'da.
Son gemiyle beraber oraya 85 TIR'la gıdanın her çeşidini götürdük. İsrail çok kirli bir psikolojik savaş yürüttü, Lübnan halkını göçe zorlamak için özellikle çocuklar üzerinde oynadı ve çocukların ihtiyacını karşılayacak süt fabrikalarını vurdu. Biz bunu engelleyebilmek için özellikle çocuklara yönelik ihtiyaçlara önem verdik. Lübnanlılar çok mutlu oldu.
Lübnan nüfusu 4 milyon. 1 milyonu iç ve dış göçe zorlandı. Götürdüğümüz yardımlar anlık ihtiyaçların hemen hepsini karşılayacak miktardaydı. Oradan alıp dağıttığımız yardımlar var. Bizden yardım isteyen kimse eli boş dönmedi.
Böyle bir şey olmadı. Aksine dayanışma ve kardeşlik örnekleri yaşandı. Lübnan halkı psikolojik olarak bu savaşa hazırlanmış yıllardır. Mesela adamın yiyeceği var kilerinde, durmuyor hemen dağıtıyor. Parası varsa gidip marketlerden alıp dağıtıyor.
Merkezde 51 kişiyiz ama 40 bin gönüllümüz var.
Özellikle Bosna'da oldu. İHH'yı ilk kuran arkadaşların bir kısmı yardım dağıtırken şehit oldu.
Hedefimize ulaştık. İlk defa 1993'te 33 ülkede kurban kesimi gerçekleştirmeyi hedeflemiş, adına da "Yeniden Ümmet Seferi" demiştik. Birçok çevre bize, "Yapamazsınız, bu mümkün değil" dedi ama Allah nasip etti. 33 ülkede kurban kestik ve o bölgedeki insanların dertlerini öğrendik, Türkiye'ye taşıdık.
Hedefimiz bu yıl içinde 100 ülkeyi yakalamak. Şu an 70 ülkeyle çalışıyoruz. Buralarda acil yardım ihtiyaçlarını karşıladığımız gibi temel yatırımlara da döndük. Bazı yerlerde ana ve çocuk sağlık merkezleri, hastaneler, kadın eğitim
merkezleri, okullar açıyoruz İslam dünyasının en büyük sorunu cahillik. İnsanlar dış operasyonlara açık hale geliyorlar bu yüzden.
Yetersiz kalınan yerlere götürüp onları eğitiyoruz. Ya da oradan getiriyor burada eğitim veriyoruz. Bir öğrenci derneğimiz var SADER adında. O bölgedeki ihtiyaca göre öğrenci yetiştiriyoruz. Üniversitelerini bitirip ülkelerine dönmeye başladılar. Gittiğimiz bölgelerde ille de İHH olsun demiyor, o bölgenin kuruluşları yeşersin istiyoruz. Böyle bir bütünlük peşindeyiz..
Araştırmak gerek belki de, yardım verme bilinci daha çok maddi durumu çok iyi olmayan insanlarda gelişmiş.
Halkımız çok ince ve hassas. Mesela bir genç geliyor, bakıyor ki Filistin için yardım toplanıyor. Hiçbir şeyi yok üzerinde. Cebinde parası, kolunda saati, boynunda kolyesi yok. Kartını çıkarıp telefonunu veriyor. Bir saat sonra tekrar gelip diyor ki; "Telefonu çalıntı zannedebilirsiniz belki, faturasını getirdim". Veya mendil satan bir kız çocuğu, kazandığı parayı getirip kumbaraya atıyor. Fakat birkaç yıldır gelir seviyesi yüksek insanlardan da yoğun yardımlar geliyor.
Biz kendi bulunduğumuz yerden sapma göstermiyor, kimliğimizle ve yaptığımız işle kabullenilmek istiyoruz. Bize başvuranlar arasında toplumun her kesiminden insan var. Valiler, emniyet mensupları, milletvekilleri, sporcular, sanatçılar, bürokrasinin çeşitli kademelerinden insanlar var. Ayrıca mesela Sudan'la ilgili yaptığımız çalışmada Türkiyeli Hıristiyanlar bizi arayıp "O bölgedeki Hıristiyanlara sizin elinizle yardım göndermek istiyoruz" dediler. Hay hay dedik, ulaştırdık.
Tanzanya'nın ücra bir köyünde bile misyonerlerle karşılaşıyoruz. Veya mesela Cibuti'ye gidiyorsunuz. Bir hastane odasında bir çocuk. Ölmek üzere. Bir kadıncağız çocuğun her türlü ihtiyacını görüyor. Midesi falan da bulanmıyor. Annesi zannediyorsunuz. Konuşunca rahibe olduğunu öğreniyorsunuz. Biz çok geç kalmışız. Batı'nın yardım kuruluşlarının sermayesi çok yüksek. Devlet onlara imkan aktarıyor. Vakıf arazileri, gelirleri var. Biz Türkiye'nin uluslararası anlamda çalışma yapan ilk yardım kuruluşuyuz ve yardımları sadece halktan alıyoruz.
Güven sorunu yok İHH'da. İnsanları biz zorluyoruz özellikle "Gelin verdiğiniz yardımları yerinde görün" diye.
Vakıflar denetliyor. Resmi hesaplar açık zaten. Vakıflar Genel Müdürlüğü bize birçok ödül verdi, gelen bağışları amaca uygun kullandığımız için. İyi bir geçmişimiz var. Ayrıca üç projemiz Vakıflar'da dereceye girdi.
Hepimizin Kızılay'a ihtiyacı var. Kızılay dönem dönem yaralar aldı ama son dönemlerde güven sağladı. Aramızdaki fark şu: Kızılay devlet kuruluşu olduğu için bir ülkedeki afet mağdurlarına ulaşmak istediğinde, o devletin kuruluşuyla çalışmak zorunda. Bürokrasi devreye giriyor. Ama bizim gibi kuruluşlar halka direkt ulaşma şansına sahip. Son dönemlerde Kızılay ile arazide iş birliğine girdik, birbirimize yardımcı olduk.
İHH kurulana kadar Kızılay'da dahil olmak üzere yardım kuruluşuna gelen miktar bence bu kadar fazla değildi. Genelde bir büyüme oldu. Hatta bizden sonra bir çok yardım kuruluşu kuruldu. Deniz Feneri, Kimse Yok mu, Günışığı, gibi. Her kurulan yardım kuruluşuyla birlikte yardım miktarı da arttı. Ne Kızılay, ne İHH, ne diğerleri küçüldü.
Açmaması gerekiyor çünkü biz yıllardır, bu ülkenin ve İslam dünyasının yardım kuruluşlarının sayısı artmalı dedik. Çünkü sırf Bangladeş'te bir misyoner kuruluşu 7 bin yetim çocuğa bakıyor. Türkiye'deki bütün yardım kuruluşlarını bir araya getirseniz belki de iki misyoner kuruluşun baktığı yetime bile bakamıyoruzdur. Sayı ne kadar artarsa, o kadar çok yardıma muhtaç insana ulaşılır. Bu kuruluşların hepsi bu ülkenin kazanımı. Onun için arada bir ihtilaf yok. Tatlı bir yarışın bile olmasını istemiyorum ben.
Belirlediğimiz bir taktikle ilgili bu. Biz Türkiye'deki insan hak ve hürriyetlerini ikinci plana koyduk. O konuda diğer örgütlere yardımcı olma gayretimiz var. Özellikle dünyada, savaştan veya doğal afetten dolayı mağdur olmuş insanların hak ve özgürlük ihlallerini gündeme getiriyoruz daha çok.
Üzülüyorsunuz ama hırslanıyorsunuz. Kendinize hakim olursanız yaraların bir kısmını sarabileceğinize inanıyorsunuz. Ben her sıkıldığımda Kur'an okurum.
Güzel rüyalar gördüm. İnsan bir muhtaca ulaştığı, bir yetimin başını okşadığı zaman huzur buluyor. Ruh dünyası genişliyor, rüyaları güzelleşiyor. Bütün insanlara tavsiye ederim. Yıkıcı üzücü bir durum yok kesinlikle. Yardım eden herkes mutluluğu yakalıyor.
Ufkumuz değişti. Dost ve düşman kavramı biraz daha netleşti. Bize anlatılanların doğru olmadığını gördük. Ve insanlığı Amerika'nın ve İsrail'in eline bırakmamak gerektiğini anladık.