|
Üsküp’te Yüce Divan’ı konuşmak

Meclis’te Yüce Divan Komisyonu erteleme kararını aldığında biz Başbakan Ahmet Davutoğlu ile Makedonya’ya uçmak üzere Esenboğa Havaalanı'ndaydık.

1 saat 40 dakikalık bir yolculuktan sonra akşam vakti Üsküp’e geldik.

Balkanlar denilince ilk akla gelen şehirlerden biridir Üsküp.

Balkanlar denilince yüreğimize gelip oturan sızıdır Üsküp...

Biz Evlad-ı Fatihan deriz.

O Bosna’dır, Ohri’dir, Üsküp’tür, Karadağ’dır.

Yani bir yüzyılın başında söküp atıldığımız ama içimizden bir türlü söküp atmadığımız topraklardır.

Balkanlar bizdir, yüreğimizdir. İçimizdeki sızımız, gönlümüzdeki hasretimizdir.

Uçağımız Üsküp semalarına girdiği halde bizim Başbakan Davutoğlu ile sohbetimiz devam ediyordu.

“Aşık olduğumuz bir memlekete gidiyoruz” dedi Başbakan. O sırada sevinçten gözlerinin içi gülüyordu. Sanki memleketi Taşkent’e gider gibi bir hali vardı.

“Balkanlar'a giderken benim neşem artar” deme gereği duydu. sonra ekledi, “Dışişleri'nde yeni diplomatlara mesleğe başlamadan önce bir Rumeli turunu zorunlu kıldım. Bir Türk diplomatı Rumeli’yi köy köy bilmeli.”

Bir insanda hem akademisyenlik hem Dışişleri Bakanlığı hem Başbakanlık bir arada olunca böyle oluyor. Sonra döndü bize sordu. “Üsküp’e ilk kez gelen var mı?” İçinde benim de yer aldığım birkaçımız ilk kez geldiğini söyleyince çok şaşırdı. Hani İstanbul’u görmeyen var mı durumu.

Cumhurbaşkanlığı döneminde Abdullah Gül’le gelmiştik, Arnavutluk, Sırbistan ve Karadağ’ı o zaman görmüştük. Tayyip Bey'in Başbakanlığı sırasında ise Bosna’yı ziyaret etmiştik.

Ama bir türlü Üsküp’ü ziyaret etmek mümkün olmamıştı. Başbakan çok şaşırdı ama nasip bugüneymiş.

Türk çarşısı, şehrin ortasında salınarak akan Vardar nehri ve bizden çok izler taşıyan yeşillikler arasındaki Üsküp’ü çok sevdim.

Her Balkan şehrini yüreğimde hissederek sevdiğim gibi.

Üsküp güzeldi ama bir de bizim gündemimiz vardı.

Türkiye’den Yüce Divan tartışmaları, paralel yapıya yönelik operasyonlar ve çözüm sürecindeki gelişmeleri bırakarak ayrılmıştık. Ve Balkanlar’a gitsek de bu gündem peşimizden bizi takip ediyordu.

O nedenle uçakta bunları konuştuk. Başbakan Davutoğlu’na bu konular çerçevesinde sorular yönelttik.

Hangisini aktarmamı isterseniz.

Bana bırakırsanız çözüm sürecinden başlamayı tercih ederim.

Başbakan sürecin pozitif bir noktaya doğru ilerlediğinin altını çizdi. İyimser ama aynı zamanda ihtiyatlıydı. Öyle ki, “2015 yılında silahların bırakılmasına tanıklık edebilecek miyiz” diye sorduğumuzda tarih vermeye yanaşmadı. Ne zaman tarih verilse sürece yönelik bir sabotajın yaşandığını hatırlatmakla yetindi. “Gönül ister ki buna en kısa sürede ulaşalım” dedi.

Dünkü yazıda dikkat çektiğim bir konu vardı. Çözümün paydaşları çoğaltılıyor. Masa zenginleştiriliyor demiştim. Başbakan bir soru üzerine bu noktanın üzerinde durdu uzun uzadıya açıklamalar yaptı. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın HAK Par ve HÜDA PAR’la kendi bilgisi dahilinde görüştüğünü söyledi. ”Çözüm süreci salt bir tarafla yürütülen bir süreç değil” diye ekleme gereği duydu.

Çözüm sürecinde yeni formata işaret etti Başbakan. “Suhuletle yürütülecek, az konuşulacak, çok mesafe alınacak..."

Tabii geldik paralel yapı ile mücadeleye.

Çok ayrıntılı açıklamalar yaptı. Zaten siz onu haber sayfalarımızda okuyacaksınız.

Ancak bazı noktaların altını özenle çizdi.

14 Aralık operasyonunun hükümetle paralel yapı arasındaki bir ihtilaf olmadığını söyledi. 14 Aralık operasyonunun bomba konulmak suretiyle sahte suç delilleri oluşturulan Tahşiyecilerle paralel yapı arasındaki bir hadise olduğunu anlattı. Bombalar konulmuş, 122 kişi El Kaide bağlantılı Tahşiyeciler örgütünün elemanları olarak gösterilmek suretiyle cezaevine atılmış, suçsuz bir şekilde 17 ay hapis yatmalarına neden olunmuş. Onlar da bugün çıkmış bizi mağdur edenlerden hukuk içinde hesap sorun diyor. Bir devlet buna duyarsız kalabilir mi? İşte Başbakan'ın anlattıkları bunlardı.

Ha basın özgürlüğü konusuna gelince. Davutoğlu bu olayı basın özgürlüğü olarak değil sahte suç delilleri oluşturmak suretiyle insanların haksız yere mağdur edilmesi olarak görüyor. İşin özü bu. Ama gelin görün ki algı operasyonu hiç de öyle olmadı.

15 Aralık tarihli Bakanlar Kurulu toplantısında bu konu masaya yatırılmış ve algı operasyonuna karşı kamu diplomasisinin devreye sokulması benimsenmiş. Tabii Bade Harabel Basra olduktan sonra...

Özellikle de olayın Batı dünyasına yansıtılış şeklinin üzerinde durdu Başbakan. İlk sözü “Kara propaganda altındayız” olmuştu. Son sözü de bu oldu.

Yüce Divan konusunu da sorduk tabii ki...

Başbakan komisyonu etkileyecek tek bir kelime etmekten özenle kaçınıyor. Bu konuda çapraz sorular sormamıza rağmen, bilinenlerin ötesinde bir cevap alamadık. Son sözleri, “Önyargı ile bir şey konuşmak istemiyorum” oldu.

AK Parti yolsuzluk tartışmasını çok derinlerde yaşıyor. Soruşturma Komisyonu'nun toplantı halinde olduğu sırada kulislerdeydim. Bazı milletvekilleri, “3-1 diyorlardı.” Yüce Divan’da aklanıp gelmelerini isteyen ciddi bir ağırlık oluşturuyordu. İlerleyen süre zarfında, “Şimdi seçim dönemi biz seçim kampanyalarındayken her gün bir Yüce Divan haberi çıkacak. O zaman seçim kampanyası Yüce Divan’ın gölgesinde gerçekleşecek. Buna imkan vermeyelim” diyenler daha ağır basmaya başladı.

17 Aralık sürecine darbe girişimi denilmesinin, 17 Aralık’ın yargıda takipsizlikle sonuçlanmasının ve bakanların mal varlıklarına ilişkin Soruşturma Komisyonu’nun bilirkişi heyetinde yer alan MASAK uzmanının görüşüne karşı muhasebe kayıtlarını sunmaları onları kurtarmayı planlayanların ellerini güçlendirmiş gözüküyor. İşin gerçeği

AK Parti şimdi bu süreci az hasarla mı yoksa ağır hasarla mı atlatacağının hesabını yapıyor. 4 bakanı Yüce Divan’a göndermezsek bunu tabana nasıl izah ederiz?

Gönderirsek bunun seçim kampanyasına etkisi ne olur? İkisi de siyaseten cevap bulunması gereken çetin sorular.

Du bakalim n’olecak?

#Meclis
#Ahmet Davutoğlu
#Üsküp
#Makedonya
9 yıl önce
Üsküp’te Yüce Divan’ı konuşmak
Bu başarı hepimizin
Bin Kayrevan’dan bir Kayrevan’a
Herkeste bir ‘ben’ var, bir de ‘gerçeklik’…
Yatırım grevi
Gölge oyunu...