|
İç politika, dış basın
Batı'nın aynasında kendimize bakmaya başladığımızdan beri özümüze yabancılaştık. En fazla yabancılaşanlar da aydınlar, seçkinler, devletliler... Batı'nın aynasındaki görüntüye en fazla itibar edenler de bu kesim çünkü. Bu seçkinler topluluğu artık kendilerini Batı'nın aynasında seyretmenin ötesinde düşünceleri, kurumları, etkinlikleri bakımından bizzat Batı'nın aynası konumundalar artık. Topluma yabancılaşmışken etkin konumlarda kendi küçük toplumlarını da kurmayı başardılar.

Seçim süreci Batı'nın aynasından yansıyan yorum, bakış, tercihlerin en görünür olduğu dönemler... Hem toplumdan oy istemek hem toplumu yönlendirmek, korkutmak adına kurulan dil, vaat edilen gelecek tasarımının ana ekseninde, bu ödünç görüntüleri yansıtan aynaların izdüşümü var.

Politika düzlemini ayna metaforuyla çözümlemeye başvurduğumuzda en açıklayıcı görüntülerin medyada tezahür ettiğini görüyoruz. Çağdaş toplumlarda afyon işlevi gören medya aygıtlarında,
hele postmodern dünyanın diline dönüşen sosyal medyalarda
(sosyal boyutu olmayan medya ve işlevi olur mu?)
Türkiye'deki seçim sonuçlarına dair yapılan yorumlar tam bir toplum mühendisliği sanki
. Mütehakkim dilin, taraflara haddini bildiren, onları kategorize eden, yargılayan Batılı buyurganlığın, medya savaşçılarınca, bugüne taşınan yansıması.

Bu seçimlerin
Batılı, “önemli ve etkin” sıfatıyla anılan organlara
yansıyışına bakılırsa daha önce kullanılan ve pek aşina olduğumuz dil gündemde, ancak tekrarlanan söylemin öznesi değiştirilmiş. Daha önceki dönemler AKP'ye ödünç verilen söylemin muhatabı bu kez farklı bir yelpazeye yönelmiş.

İktidar partisinin, Türkiye'yi küresel sisteme eklemleme/taşıma misyonu için kendisini medya üzerinden cesaretlendiren, teşvik eden ve de yönlendirmek isteyen karar ve güç odaklarının ilgisine bu kez pek mazhar olduğu söylenemez. Açıktan cephe almasalar da kimi politikaları öne çıkararak adeta hedef tahtasına koydukları belli.
Örtük ve açık tehditler bir yana, destek veren toplumsal eksenlere yönelik aşağılayıcı üslubu gizleme ihtiyacı bile duymuyorlar...

Seçime yaklaştıkça siyaset analizini aşan, adeta müdahil ve mütekebbir bir tarzda, seçmeni kategorize eden yazılar artmaya başladı. Bu üstenci dilden rahatsız olması gerekenlerin, bunu iç politikada bir avantaj sayması adeta moral destek sebebi görüp, bunun üzerinden meşruiyetlerini sağlama çabaları ise cabası.
Tersten bir örnek olarak, dışarıdan övgülerle içeride güç kazanma eğilimi
hiç de yeni değil ve ne yazık ki, bunu elinin tersiyle çeviren hiç bir aktör olmadı. Amerika'nın, Avrupa'nın “etkili ve önemli” yayın organlarının, bilgiç yazarlarının övgüsünü geri çeviren duruşla karşılaştığımız söylenemez. Sadece gözden düşenlerin itirazları gelir sonradan.

Seçime dair çıkan Batı merkezli onca yorumun iki ana ekseni var: İktidar partisinin, uygulamaları nedeniyle, şeytanlaştırılması, otoriterliği; buna karşılık HDP'nin melekleştirilmesi...

Sonuçta Türkiye gibi bir ülkenin geleceğini ilgilendiren seçimlere dair farklı ülkelerin, farklı çıkar gruplarının kendince analiz yapmasının anlaşılmayacak bir yanı yok. Tam da bu noktada buyurgan, hegemon dil ortaya çıkıyor.

Buyurgan, hegemon dil
stratejisi iki yönde kendini gösteriyor: Memleketin karar verici, etkin çevrelerine adeta işaret fişeği kabilinden hedef tayin etmek. Hangi eğilim ve yükselen güçlere, ne türden ve niçin desteğin anlamlı olduğu... güç ve strateji oyununun bir parçası olarak, aşina olduğumuz bir durum. Asıl ikinci boyut ise daha dolaylı gibi gözüken ama daha kalıcı izler bırakan müdahale biçimi. Toplumsal talep ve değerler üzerinden toplumsal kesimlerin kategorize edilmesi, iyi ve kötü tasnifi yapma yetkisini kendinde gören oryantalist alışkanlığın adeta postmodern versiyonu.

Son dönemde özellikle editöryal yazılar kapsamında siyaseti biçimlendirmeye yönelik üç farklı örnek ilginç olabilir. Amerika'da yayınlanan New York Times'ın gerekirse NATO'yu müdahaleye çağıran yazısı Batıcı entelijansiya ve seçkinler nezdinde hiç de rahatsız edici bir etki yapmadı. Bilakis pek memnundular. Diğer tarafta daha ince bir dille örülmüş iki İngiliz gazetesinin yazıları da batılılaş/a/mamış, modernleş/e/memiş AK Parti tabanına tepeden bakan bir dile sahipti. Financial Times seçimlerin ana eksenine Türkiye'deki seküler/Batıcıları koyarken adeta değer ölçüsü olarak bu kesimin tercihlerini alıyor. Seçim sonuçlarının, yani siyasetin meşruiyetini, sadece kritik seçmen tercihiyle değil, bu kesimin toplumsal değerleri üzerinden okuyor.

Daha ince işlenmiş bir yazı ise The Guardian'ın dünkü nüshasındaki başyazısı. HDP'nin farklı kesimlerden ve özgürlükçü, Batıcı kesimlerden oy toplaması, hatta muhafazakâr Kürtlerin desteğini alması, Türkiye siyasetinin parlayan yıldızı sayılmasına kafi iken; AKP tabanının muhafazakâr ve 'modernleşememiş' olmasının bu kesimin siyasal tercihlerinin yok sayılması için yeterli olduğu ima ediliyor.

Batılı medyada bu tür Batılı değerleri benimseyenler ve benimsemeyenler gibi kalın çizgiyi esas alan ayrıştırıcı yazıların çıkması şaşırtıcı değil. Sorun, bu yayınların aynı kesimin temsilcilerini göklere çıkarırken kimsenin itiraz etmemesi, hatta bunların referans alınması. Benzer hikayeler bilmem kaçıncı kez Müslüman Kürtler üzerinden yazılıyor.
#postmodern dünya
#seçimler
#nato
9 лет назад
İç politika, dış basın
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi