|
Bayar’dan Erdoğan’a...

Başkanlık sistemi tartışmaları, bir anda, AK Parti’yle ve Tayyip Erdoğan’la karşımıza çıkan tartışmalar değil.

Başkanlık sisteminin Özal’dan Demirel’e uzanan bir hatta muhafazakâr kesim tarafından sıkça savunulduğu malum.

Özal’ın kişi merkezli sistem isteği, Demirel’in Meclis'i fesih yetkisi arayan başkanlık özlemi ve Erdoğan’ın arzu ettiği yetki konsantrasyonu modeli, bir bakıma aynı sözün değişik ifadeleri olarak görülebilir.

Uygulama açısından da durum böyledir.

Özal’ın bazı kurumları by-pass etmesi, (emekli Org. Kemal Yamak’la yürüttüğü güvenlik politikaları örneğinin işaret ettiği gibi) kimi konularda Çankaya’da fiili bir kurumlaşmaya gitmesi, kurduğu Akbulut modeli ile bugün Erdoğan’a yönelen eleştirilerin arkasındaki uygulamalar arasında öz açısından büyük farklar bulunmaz.

Ortada bir süreklilik bulunuyor.

Ancak asıl önemli olan bu sürekliliğin arkasında yatanlardır, bu sürekliliği tanımlayan ana unsurdur. Bu unsuru, “saf bir milli egemenlik” anlayışı, somut olarak “devlet iktidarının bölüştürülmesine itiraz” olarak tanımlamak doğru olur.

Bu anlayışın en keskin savunucularından birisi Celal Bayar’dı. Bayar’ın 1965-70 arası, daha sonra 1978’ten 1980’e kadar süren anayasal görüş ve eleştirileri iki ana eksen üzerine oturur.

İlki “saf milli irade” anlayışıdır.

Şöyle der Bayar: “1950’lerden beri iki devlet görüşü çatışmıştır. Türkiye’de demokrasi, ‘hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir ve millet bunu bizzat kullanır’ ilkesinden hareketle mi uygulanacak, yoksa muhtar kuruluşlar ve kurullara bağlı olarak mı yürütülecektir. DP birinci, Halk Partisi ikinci görüşü savunur.”

İkinci eksen “güçlü devlet” eksenidir.

Bu eksen özellikle AP’nin 1971 Anayasa değişikliklerini benimseyen ve destekleyen tavrı, Bayar’ın 1978 yazıları, 1980 darbesine giderken merkez sağdaki otoriter anayasacı eğilimler çerçevesinde şekillenmiştir.

İki eksenin yolda sık kesiştiğine hiç şüphe yoktur.

“Saf milli irade”, onu çerçeveleyen “güçlü devlet”, (dün altını çizdiğim), bunları hayata geçiren “güçlü lider” triosu siyaset geleneği açısından ataerkil bir zihniyete işaret ederek Türkiye’nin muhafazakâr kökünü kuşatır.

Bugün aynı temaların çeşitli biçimlerle AK Parti tarafından dile getirildiğini görmek zor değildir. İç Güvenlik Yasası ve güçlü devlet ilişkisi, Erdoğan’ın yüksek mahkemelere, özerk kurumlara karşı çıkışları ve tavrı, karar merkezini güçlendirecek ve lidere dayanan sistem arzusunu ifade eden başkanlık sistemi önerisi ortada...

Bayar 1965’te sadece Milli Güvenlik Kurulu gibi yapıları değil Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Sayıştay, Yargıtay, özerk TRT gibi kuruluşları da “saf milli irade anlayışı” açısından kabul edilmez buluyordu. Erdoğan’ın Merkez Bankası’na bakışı kendi başına özerklik ve muhafazakâr siyaset arasındaki ilişkiyi tarif etmek için yeterlidir.

Türkiye bugün bir sorun ya da tartışmayla karşı karşıyaysa, bu bir kişiye, Erdoğan’a ve kişisel eğilimlerine bağlı bir tartışma olmanın çok ötesindedir.

Sorun, muhafazakar siyasetin kilit kavramı “milli iradecilik” meselesiyle karşımıza çıkmaktadır.

Milli iradecilik, devlet ve yönetim düzeninde meşruiyetin tek kaynağı olarak seçimleri gören, iktidarın bölünmezliğine inanan, kuvvetler ayrılığı ilkesiyle kavgalı, bir tür çoğunlukçuluğa işaret eden bir gelenektir. Bölünmezlik fikrinin ataerkil bir anlayışla birleşmesi merkeziyetçi parti ve kuvvetli lider düzeni üremesine yol açarak ayrı bir geleneğe yataklık etmiştir.

Bugün sorun bu geleneğin yeniden ve saf haliyle karşımıza çıkıyor olmasıdır.

Milli iradenin denetimsiz ve merkezi kullanımı, (muhafazakâr kesimin istediği ve umduğu gibi) sadece siyasi alanı genişletmez, aynı zamanda siyasetin tüm diğer alanlar üzerinde bir hegemonya kurmasına yol açar.

Bu geleneğin masaya konma zamanı artık muhafazakârlar açısından da gelmiştir...

Açıktır ki, çoğulculaşan bir sosyal doku ile çoğunlukçu bir siyasi anlayış birbirini tahrip eder.

Seçim sonrası AK Parti ve muhafazakâr çevrelerdeki en önemli tartışmanın bu olacağını sanıyorum.

#Başkanlık sistemi
#AK Parti
#Erdoğan
9 yıl önce
Bayar’dan Erdoğan’a...
Strateji belgeleri
Kara dinlilerle milletin savaşı
Fatih Erbakan’ın Truva atı olması göz ardı edilemez?
Kısaca G20 ve alınan kararlar
“Almanlar et başında”