|
Gidin denenlere geri dönün deme zamanı!
Tek tipleştirici toplum modellerinin -sağ veya sol- her türü toplumun hemen her şeyde benzeşen hatta tıpkısının aynısı insanlardan oluşmasını ister. Bu arzu çoğu zaman sandığımızdan daha güçlüdür ve çoğulluğun en koyu olduğu sanılan toplumlarda dahi neşvünema bulur. Sözgelimi, Batılı liberallerin birçoğunda dahi boy gösterir. Teoride sınırsız özgürlük savunusu yapanların, göçmen karşıtlığı, İslamofobi gibi araçlar üzerinden tek biçimliliği savunduğunu görmek dikkatli gözlemciler için zor olmaz. Dünya liberal çevrelerini bildiğim için Avrupalı ve ABD'li liberallerden örnekler verebilirim.


Avrupalı liberallerin bazıları, hoşgörü adına toplumlarının kültürel olarak homojenleşmesini savunuyorlar. Diyorlar ki, “Avrupa çok kültürlü bir yerdir, hoşgörüye dayanır. Bu kültürün muhafaza dilebilmesi için hoşgörüsüz kültürlerin dışlanması gerekir”. Saçma sapan bir argüman. Bir defa, hoşgörü senin gibi olmayana tahammül göstermek demektir. Herkesin senin gibi olmasını istersen hoşgörüyü baştan reddedersin. İkincisi, bugün Avrupalı olmayan kültürlere gösterdiğin bu tavır çok muhtemeledir ki zamanla Avrupa'nın parçası olan kültürlere de yönelir. Nasyonal sosyalist Almanya'nın sosyal tarihi bunun hikâyesidir. Bir diğer mesele, hiçbir kültür tek biçim ve sınırları kesin bir entite değildir. Diğer kültürlerle iç içe geçmiştir. Meselâ, İslam'ın Avrupa'nın dışında olduğu kadar içinde de sayılması gerekmez mi? ABD'li kimi liberaller de benzer problemleri yansıtıyor. Çok sayıda beyaz Amerikalı liberal arkadaşlarım var ama birçoğu toplumlarındaki hoşgörüsüzlüğü aynı zamanda kültürel ve sosyal bir mesele olarak ele almayıp piyasanın şefkatli kollarına bırakma eğiliminde. Piyasa elbette uzun vadede ayrımcılığı önler, lâkin, hayatın diğer alanlarında da yapılacak şeyler olamaz mı? ABD'den özgürlük kahramanı sayılabilecek bir arkadaşım, Ferguson olayları patlak verince polislerin eğitiminden, çalışma şartlarından, psikolojisinden, siyahların kültür ve alışkanlıklarından ve bunlara dayanan bilimsel araştırmalardan bahsederken, Türkiye'de polis şiddetinin ve polise karşı şiddetin değerlendirilmesi söz konusu olunca bütün bunları rafa kaldırıp seküler modernist “Beyaz Türkler”in ağzıyla konuşabilmekte.


Diyeceğim o ki, çeşitliliğin ve çok kültürlüğün teorisini yapmak kolay ama pratiğine yönelmek ve sahip çıkmak zor. Her ülkede olduğu gibi Türkiye'de de sıkıntılar var. Son on yıl içinde gayri Müslimlere ve Kürtlere ilişkin tavırlar müspet istikamette değişti. Alevilere yönelik olarak da daha yavaş olmakla birlikte bir ilerleme var. Ancak, daha alınması gereken uzun bir mesafe mevcut. Bu çerçevede en önemli şeylerden biri Türkiye'den yaşanan felaketler sebebiyle Anadolu'dan ayrılmak zorunda kalan insanların kalanlarının veya onların soyundan gelenlerin, eğer istiyorlarsa, bu topraklarla bir bağ kurabilmeleri. Bunun bir örneğini İspanya daha önce sergiledi ve 1500'lerde ülkeden sürülen Yahudilere vatandaşlık teklif etti. Az sayıda Yahudi teklifi kabul etti. İspanya böylece geçmişindeki bir yarayı tedavi yolunda önemli bir adım atmış oldu. Bir benzer adımı Türkiye niçin atmasın, atamasın? Bu düşünceyle, bir grup bilim ve fikir adamıyla yazar ve aktivist olarak aşağıdaki bildiriyi hazırladık ve açıkladık. Umarım talebimiz sizin de ilginizi ve desteğinizi çeker:

“Anadolu'nun Diasporadaki Çocuklarına Geri Dönüşün Yolunu Beraber Açalım

Yirminci Yüzyıl'ın başında Anadolu'da ve Trakya'da dini ve etnik farklılıkları nedeniyle insanlar büyük felaketlere maruz kaldılar. Yüzbinlerce masum insan hayatını kaybetti. Kalanlar yakınlarının yasını tutamadan, taziyeleri kabul edemeden; mallarını, dostlarını, komşularını; doğdukları, çocukluklarını yaşadıkları ve hatıralar biriktirdikleri topraklarını arkalarında bırakarak gittiler. Acılarını yanlarına alıp gidenler sadece Ermeniler ve Süryaniler değildi; Rumlar, Yahudiler ve diğerleri de yersiz ve yurtsuz kaldılar; istemeden göçebe oldular.

Gidenler, yabancı değildi; bizim mahallenin sakinleri, ninelerimizin komşularıydı. Beraberce söylenen şarkıların bestekârları, berberce kullanılan bakır çanakların ve altında beraberce sohbet ettiğimiz ahşap damların ustaları Tatyos Efendi, Anuş Ana, Yorgi Paşa, Moshe, Meyzi ve daha binlercesi. Onlar, memleketlerinden sökülüp atıldılar ama memleket, onlardan sökülüp atılamadı. Acılarını ve anılarını yanlarına alıp gidenler, memleket hasretini çocuklarına miras bırakarak ebedi istirahatgâhlarına çekildiler.

Bizleri birbirimizden ayıran ve ortak anılarımızı unutturan makûs olayların üzerinden onlarca yıl geçti. Zamanın dert, öfke ve düşmanlıkların ilacı olması beklenirken, gidenlerin ve kalanların torunları, “Türk tezi” ve “Ermeni tezi” gibi tartışmalar arasında daha derin ayrışmalara sürüklendi. Bu ayrışmalar yüzleşme ve beraberce derde deva bulmayı unutturdu.

Tarihimizle yüzleşmenin, canlarını, mallarını ve yurtlarını kaybeden insanların acılarını paylaşmanın ve yüz yüze taziyede bulunmanın zamanı şimdi. “Gidin” denilen insanlara “gelin” demenin zamanı. Aradan yüz yıl geçmiş olsa bile ayrılığı daha da derinleştirmeden mahallenin eski sakinlerini, onların çocuklarını ve torunlarını “buyur” etmek, manevi yurtsuzluğu sona erdirmek biz kalanlara düşer.

2015, Türkiye'de barışın ve uzlaşma kültürünün başlangıcı olsun. Anadolu'nun çocukları, bu topraklarda eskiden olduğu gibi bir arada yaşasın. Biz aşağıda ismi bulunanlar; tehcir, müsadere, pogrom ve meçhul cinayetlerle yurtlarından edilenler ile onların çocuklarının ve torunlarının Anadolu diasporası olarak kabul edilmelerini, Anadolu'nun diasporadaki tüm çocuklarına geri dönüşün yollarının açılmasını, onlara Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı verilmesini ve dönüşün gerektirdiği tüm adımların atılmasını istiyoruz.

Kamuya saygıyla duyurulur”.
#Yorgi Paşa
#Moshe
#Meyzi
#liberaller
#atilla yayla
9 yıl önce
Gidin denenlere geri dönün deme zamanı!
Kara dinlilerle milletin savaşı
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü