|
Misak olayı ve ‘inanç geni’

Hz. Âdem yaratılmadan önce, dünyanın sonuna kadar onun zürriyetinden gelecek olan insanları, Allah’ın bizim mahiyetini bilmediğimiz bir şekilde huzuruna alıp onlarla kendini tanımaları ve Ona inanmaları konusunda bir sözleşme yaptığı anlaşılıyor.

Bu olay Kuranı Kerim’in 7/172-174 ayetlerinde şöyle anlatılır: “Hani Rabbin Âdemoğullarından, sırtlarından zürriyetlerini alıp onları kendi kendilerine şahit tutmuş ve ben sizin Rabbiniz değil miyim, demişti. Onlar da evet, şahidiz demişlerdi. Kıyamet günü bizim bundan haberimiz yoktu, demeyesiniz diye. Ya da şirk koşanlar bizden önceki atalarımızdı, biz onlardan sonra gelen bir nesiliz. Yanlış yapanlar sebebiyle bizi de helak mi edeceksin, demeyesiniz diye. İşte biz ayetleri böyle her çeşidiyle açıklıyoruz ki, Hakka dönebilesiniz”.

Bu olay halk arasında ‘kâlü belâ’, ya da ‘elest bezmi’ olarak bilinir.

Bazı tefsircilere göre bu bir hakikatin ifadesidir. Allah (cc), mahiyetini bizim bilmediğimiz bir şekilde Âdem’den dünyanın sonuna kadar gelecek zürriyetini babalarının sulbundan alıp onlarla böyle bir misakı/ahitleşmeyi fiilen yapmıştır. Her doğan insan yaratıcısına verdiği bu sözle dünyaya gelir. Ta ki, kimse atalarını suçlamasın. Hadisi şerifler böyle bir izahı mümkün kıldığı için müfessirlerin çoğu, olayı böyle kabul ederler. Hz. Peygamber buyurur ki, “Kıyamet günü cehennemlik olanlara şöyle denecek: Dünyadaki her şey senin olsa, şimdi kurtulmak için onları verir miydin? Evet, diyecek. Allah da buyuracak ki, ben senden, çok daha kolay bir şey istedim. Seni Âdem’in sulbundan alıp, bana şirk koşmamanı istedim. Ama sen bana şirk koşmakta ısrar ettin”. (Buhari, Müslim).

DNA sarmalını, genleri ve içerdikleri akıl almaz derecedeki bilgiyi öğrendikçe bu gün bizim bunu anlamamız kolaylaşabilir. Bir DNA’da bulunan bilgiler, çözülüp yazılabilse üç büyük stat kadar kütüphaneyi dolduracak kitap olurmuş. Bu da bilim adamlarının sadece şimdilik anladığı. İleride neler keşfedeceklerini ise bilmiyoruz.

Bu misak alma olayı ister sadece ruhlarla yapılmış olsun ister her bir insanın bedeniyle olsun, beden de ancak ruhla insan olacağına göre her halükarda ruhların bulunduğu bir meclis olduğu anlaşılır. Ruhun önceden yaratılmadığı görüşünü alsak dahi bunda bir imkânsızlık yoktur. Çünkü mesele zaten zaman ve mekân aşımı bir meseledir. Dünyanın en sonunda yaratılacak bir beden ya da ruh ile Allah’ın ezelde an olarak konuşması mümkündür. Zaman ve mekân yaratılan şeylerdir ve bize göre vardır, Allah için söz konusu değildir.

Bu yoruma itiraz edenler de şöyle derler: Mesele böyle anlaşıldığında sanki herkes imanın yeterli delili olarak bu misak ile birlikte doğmuş ve iman etmesi için artık peygamberliğe ihtiyacı kalmamış olur. Oysa Allah (cc), “biz peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz” (15/17) buyurur. İkinci olarak, biz böyle bir misakı da hatırlamıyoruz.

Böyle düşünenler olayı şöyle anlatırlar: Böyle toplu bir misak alma olayının İnsanlar yaratılmazdan önce onların ruhlarıyla gerçekleşmiş olduğunun kesin bir delili yoktur. Ruhların önceden yaratılmış olması meselesi de böyledir. Biz biliyoruz ki, herkesin ruhu anne karnında kırk-kırk beş günlük olunca ona üflenir, yani ruhu o anda yaratılır. O halde ayet sembolik bir dil içerir ve şunu söylemiş olur:

Allah her bir zürriyeti yaratırken kendi üzerlerinde yaratıcılarının delilleriyle ve bunu okuyabilecek akıllarıyla birlikte yaratır. İnsanın fıtratı/doğası hakkı kabul edecek kıvamdadır. Bozulma sonradan şeytan, ya da şeytanlaşmış insanlar sebebiyle olur. Herkes herkesin şahidi, ya da her neslin inananları ve peygamberler diğer insanlar için şahittirler. Şahit, bir bakıma Âlem-i Gaybın âlem-i Şehadetteki delilidir.

Hangisi olursa olsun, her iki görüşün de birleştiği nokta, yaratıcının delillerinin insanın kendi fıtratında bulunduğudur. Bu sebeple hadisi şeriflerin desteklediği birinci görüş daha ihtiyatlı görüş olmalıdır. Zaten mesele kader meselesi olarak da zikredilir ve Allah’ın ezelden kimin cennetlik kimin cehennemlik olduğunu bildiğinin bir delili olarak anlatılır.

İnanç geni dedikleri şeye gelince, bu bir fanteziden ibaret olsa gerektir. İnsanda, mesela gözünün rengini belirleyen bir gen gibi, inanmasını sağlayan bir gen de bulunmuş olsa neden bazı insanların inanmadıkları sorulabilir. Ya da DNA’mızda böyle bir gen bulunduğu için, zorunlu olarak inanmış oluruz ki, bunun adı da iman olmaz. Veya inanmayanlar, kendilerinde böyle bir gen bulunmadığı için inanmamış olurlar ve sorumlulukları kalmaz.

#yaratılış
#Hz. Adem
#insan
9 yıl önce
default-profile-img
Misak olayı ve ‘inanç geni’
Kara dinlilerle milletin savaşı
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!