|
Tarikatlar eleştirilemez mi?

Tasavvuf eleştirilemez mi, demiyorum. Çünkü bu, mesela fıkıh eleştirilemez mi demekle eş anlamlıdır. Evet, fıkıh eleştirilemez, çünkü o Kelamullah'ı anlama çabasıdır, ama fıkhî görüşler ve onların oluşturduğu mezhepler eleştirilebilir, eleştirilmek zorundadır. Eleştirilemezse onun adı fıkıh olmaz.

Önce işin uzmanı olanlardan, hoşgörü dileyerek tasavvuftan ne anladığımı söyleyeyim:

Tasavvuf kısaca ahlak eğitimidir. İnsanın, Allah’ın istediği gibi bir kul olma çabasıdır. Hukuki yaptırımlar olmadan kişinin duygularını eğitip arındırması, Kur'an ifadesiyle nefsini tezkiye etmesidir. Allah’ı daha içten ve O’nu kendini tanıttığı gibi tanımasıdır. Bu sahanın bağımsız bir ilim olup ‘tasavvuf’ adını almasından önce de İslam’ın bu özelliği vardı. Hatta bir din olarak İslam’ın esası budur da diyebiliriz. Adına sonradan tasavvuf ve onun farklı anlayış ve uygulamalarına da tarikat denmesi, ya da bazı tarikatlarda diz boyu bidatlerin görülmesi tasavvufun sonradan ortaya çıkan bir bidat olduğunu göstermez. Tefsirde, fıkıhta, kelamda ve hadisteki yanlış anlamalar nasıl bu ilimlerin suçu değilse, tarikatlardaki yanlışlıklar da tasavvufun suçu değildir. Ve nasıl bütün ilimlerde, hatta düşüncede ve sanatta bir muallime tabi olmak işi kolaylaştırır ve sağlıklı kılarsa, tasavvufta da bir mürşidin desteğini alma, eğitiminde yetişme, şerî anlamda olmasa da, pratik anlamda onlardan çok daha gereklidir.

Ve, nasıl diğer İslamî ilimlerdeki sapmalar ve hatalar eleştirilebiliyorsa tarikatlarda da eleştirilebilmelidir. İşte tasavvufu mecrasından çıkaran anlayış onu temsil edenleri eleştirilmez kılmaktır. Tehlike de buradadır ve tarih boyunca pek çok tasavvufî anlayış kendilerine böyle bir koruma kalkanı ihdas ederek eleştirenleri dışlamış, ilme ve âlimlere tavır almıştır. Durum böyle olunca bir kısım âlimler de kendilerine hücum edilmesinden çekinip susmayı tercih etmişler, bir kısmı da aşırı tepki gösterip tasavvufu kökten inkâr etmiş, onu bidat ve şirk sayma yoluna gitmişler.

Oysa Farukî’nin dediği gibi “Tasavvuf, bir takım saldırgan devletlerin ortaya çıkmasından, bazı sosyal ve siyasi hareketlerden olduğu kadar milyonlarca insanın İslam’a girmesinden de sorumludur”. (İslam Kültür Atlası, s. 323). (Kanaatimce bu ifadeden de kitabı çeviren sorumludur). İşin ilmi yönünü uzmanlara bırakalım.

Bendeniz meseleyi pratiğe çekeceğim ve sizlere günümüzden örnekler vermeye çalışacağım. Bir süre önce Yazdığım ‘Mürşit’ yazıma cevap olarak Bekir Fikiroğlu (muhtemelen mahlas) adlı okuyucumun, herkesin sevdiği üstadının sözlerinden seçip gönderdiği ve yerimizin darlığı sebebiyle bir kez de bizim keserek aldığımız şu cümlelere itirazı olan var mı diye soralım?

“Mürşid, mürîd için sadece bir vasıtadır (muallimdir). Vasıtaya muhabbette aşırıya kaçarak, onu gaye haline getirmek, şirke kapı aralamaktır...

Bu tür aşırılıklara sürüklenenler hem tasavvuf muhaliflerinin elini güçlendirmiş, hem de mensubu oldukları yolun istikametine zarar vermiş olurlar. Bu ise büyük bir vebaldir.

Bazı cezbeli müritlerin heyecan taşkınlığı içinde söyledikleri, ‘benim şeyhim bir şeyi dilerse Allah onu mutlaka verir’ gibi sözler, muhabbet, hürmet ve bağlılığın, meşru sınırından çıkarak ifrat ve taassup derecesine varmasının bariz bir misalidir. Peygamber Efendimiz (sa) Allah’ın Habibi olmasına rağmen, O’nun bile bütün duaları kabul edilmemiştir.

Yine bazı kimselerin, salih zatların gıyabında ve kabirlerini ziyaret esnasında, ‘ey filan zat! Bana şifa ver! Benim şu ihtiyacımı gider’, gibi sözlerle, doğrudan doğruya onlardan talepte bulunmaları, şirke kapı aralayabilecek derecede büyük bir yanlıştır. Gayet hassas olan tevhit akidesini zedeleyebilecek bu ve benzeri cahilane sözlerden titizlikle sakınmak gerekir. Maddi-manevi müşkillerin halledilmesinde, kâinatın sevk ve idaresinde, Allah’tan başkasının mutlak tasarrufta bulunabileceği intibaını veren her türlü ifadeden şiddetle kaçınılmak gerekir.

Yine bazı müridlerin ‘benim mürşidim asla hata etmez’, demeleri yanlış bir telakkidir... Büyük mürşitlerden biri, ‘bizde, İslam’a uygun olmayan bir iş gören, bizi hemen ikaz etsin’ demiştir.

Bazı kimselerin, kendi mürşidine intisap edenlerin doğrudan Cennet’e gidecekleri, şeklinde, şeriata uymayan asılsız, mesnetsiz, hezeyana dönüşmüş heyecan taşkınlıklarına rastlanmaktadır. Hakk'ın emirlerine isyan ederek kendisine zulmedeni -Allah dilemedikçe- hiç kimse azaptan kurtaramaz.

Bu bakımdan fanilere güvenerek, yani onlardan vefa ve yardım umarak Bâki'yi unutmak ve Hakk'ın emirlerine bigâne kalmaktan daha hazin bir hamakat olamaz”.

Bunlar sadece bir örnek. Elbette böyle düşünen başka pek çok zat-ı muhterem var.

Kimseyi ne tezkiye etme, ne de suçlama makamındayız.

Bir de öbür örnekleri görelim. Pazara inşallah.

Twitter.com@farukbeser
#fıkıh
#Tasavvuf
#Bekir Fikiroğlu
9 yıl önce
Tarikatlar eleştirilemez mi?
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle