|
Bugün

Yirmi sekiz şubat, günlerden bir gün olabilir. Fakat bir de meselenin ‘süreç’ kısmı var. Konuşulması, tartışılması ve ibret alınması gereken. O vakitler yirmi yedi yaşındaydım ve Reddiye başlıklı bir şiir yazmıştım. Şahitliğim şuydu: “Kuzuyu alıp kurda / Teslim ediyor bu sis.”

Süreç, kimi çevreleri büyüttü, kimilerine de telâfisi mümkün olmayan darbeler indirdi. Yerli ve millî olanlar derin yaralar aldı. Bakınız: İskenderpaşa cemaati. Es’ad Coşan Hocaefendi’nin hicreti.

Şu sıralar ‘ağırlaştırılmış yirmi sekiz şubat’tan bahsedenler, o süreçte, darbecilere kolaylık gösterenler ve devamında hızlı bir şekilde büyüyenlerdir. Bunu da unutmayalım.

Bu yaşımdan dönüp geriye bakınca, bazı şeyleri daha iyi anlayabiliyorum. Yaşananlar, milletin özüne karşı bir hamleydi. Mütedeyyin camianın bütün kazanımlarını sıfırla çarpmak veya bölmek. Dindar insanların aidiyet duygusuna kastetmek, dirençlerini kırmak, ümitlerini boşa çıkarmak.

Direnç bahsini biraz açalım: Belli bir tarihe kadar, cemaatlerin hedefi, mevzi elde etmekti. Şu partide bir vekilimiz olsun, filanca kurumda bir müdürümüz bulunsun gibi. Bu anlayışı benimsemeyen, çare olarak görmeyen Prof. Dr. Necmettin Erbakan, cephenin tamamına talip oldu. Milli Görüş hareketinin, ülkemiz için söylersek, başlangıç hikâyesi budur. Sonrasında, İslâm Birliği’nin kurulmasına yönelik ilk ciddi adım atıldı ve D-8 ortaya çıktı. Milletten ümmete doğru samimi bir yolculuk başladı.

Bazı odaklar için bir diğer tehlike de, maddi ve manevi kalkınmanın bir bütün olarak görülmesi, götürülmesiydi. Bilineni söyleyelim: İnsanın iki ayağı vardır. Dünya yolculuğu bunlarla yapılır. Ayaklar maneviyat ve maddiyattır. Harfler ve rakamlar. Maneviyatı ihmal ederseniz, önce tökezlemeye, sonra da yoldan çıkmaya, aslınızdan ve asıl hedefinizden uzaklaşmaya başlarsınız. Başka bir şeye dönüşürsünüz. Dünya ehli olursunuz. Tarihinizden, değerlerinizden koparsınız. Özetle; yetmiş beş yıllık cumhuriyet yürüyüşümüz.

Saydığımız ve saymadığımız birçok gerekçe, yirmi sekiz şubat sürecini getirmiştir.

Prof. Dr. Necmettin Erbakan, dar katılımlı bir toplantıda anlatmıştı. Dönemin genelkurmay başkanı “biz sizden memnunuz” dedikten sonra, fakatla başlayan bazı cümleler kurmuş.

Fakat ne?

İşte burada, bir üst akıl devreye giriyor. Türkiye’nin yükselişinden, bağımsızlığa doğru gidişinden rahatsız olanlar. İnsanımızın uyanmasından korku duyanlar. Milletimizin diğer müslüman kardeşleriyle ilgilenmeye başlamasından endişe edenler. Yani bugün İslâm dünyasını kimler parçalamış ve kan gölüne çevirmişse, onlar.

Süreçle ilgili, Erbakan Hoca’ya getirilen eleştirilerden biri de, masaya yumruğunu vurmamasıydı. Yıllar sonra şunu düşündüm: Erbakan, masanın millete ait olduğuna inanıyordu. O gün orada oturanların, bulunanların hepsi misafirdi. Nihayetinde, onlar gitti, aziz milletimiz kaldı. Evet, bu bir üslup meselesidir.

Diyebilirim ki, Erbakan Hoca kendisini feda etmiştir. Sabrı tavsiye edenlerden olmuştur.

Bana kalırsa, yirmi sekiz şubat sürecinde, mütedeyyin camianın ilk aldığı ders, medyanın önemini kavramak oldu.

Yaşananların bizlere öğrettiği bir diğer şey de, eğitimi, ekonomiyi ve askeriyeyi başkalarının etkisine bırakmamak, millî hale getirmek. Malum; bu topraklarda hain kontenjanı her daim doludur.

Sürecin hedeflerinden biri de, dindar insanlara duyulan itimat hissine zarar vermekti. Yandaş medya vasıtasıyla, onların aslında öyle olmadığını gözler önüne sermekti. Bunun için yalan haberler yapıldı, türlü senaryolar denendi, insanlar rencide edildi. ‘İrticayla mücadele’ adı altında binlerce insan mağdur ve mazlum oldu.

Süreçle beraber yaşanan büyük yağma, inanılmaz soygun, aktörlerin derdinin millet ve memleket olmadığını çok çabuk gösterdi. İnsanımız erken uyandı.

Muhsin Önal’ın Yeni Dünyadan Eski Dünyaya isimli kıymetli bir çalışması var. (Okur Kitaplığı) Eser, Osmanlı devletindeki misyonerlik faaliyetlerinin Bursa vilayetine yansımalarını anlatıyor. Okurken, bir misyonere ait şu cümlenin altını çizmişim: “Türkler bizi istemeyebilir ama oranın sahibi onlar değil ki.” (Sayfa 53)

Nedendir bilmem, yazıyı yazarken, bazı kimseleri gözümde canlandırmaya çalışırken, işte bu cümleyi hatırladım.

Toparlarsak: Anadolu, milletimizin son kalesidir. Milyonlarca insanın fedakârlığından, çilesinden oluşmuş bir kale. “Namusu akıl, dini nakil saklar” deniliyor. Balkanlar, Kafkaslar gibi yetim coğrafyalardan gelen müslimlerin sığındığı, tahkim ettiği bir kale. Yirmi sekiz şubat sürecinde, bu kaleye, işbirlikçilerin de yardımıyla, bir saldırı düzenlenmiştir. Büyük üzüntüler ve kayıplar yaşanmasına rağmen, kale düşmemiştir. Milletin iradesi, basireti, feraseti ve dirayeti; bin yıl sürecek denilen şımarıklığı / arsızlığı / haksızlığı ilk fırsatta bertaraf etmiştir.

#Yirmi sekiz şubat
#Es’ad Coşan Hocaefendi
#İskenderpaşa cemaati
9 yıl önce
Bugün
Efendimiz’in (sav) Zekâtı-2
Efendimiz’in (sav) İtikâfı
- İçeride intikam cephesi kuruldu. 2023 iç savaş mı? - Meral-Ekrem dayanışması kimin projesi? - Anadolu çocukları mutlak kazanmalı.
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!