|
Sarıkamış için

Sarıkamış İhata Harekâtı’nın yüzüncü yılındayız. Sarıkamış ilçesindeki anma törenlerine yüz bine yakın insan katılmış. Demek oluyor ki, milletimiz, tarihine hem geri dönüyor, hem sahip çıkıyor.

İhsan Fazlıoğlu, “insan, tarihte, sadece geçmişini değil, geleceğini de arar” diye yazmıştı. Evet, geleceğimiz Çanakkale’dedir, Sarıkamış’tadır. Güzel Türkiye, Edirne ilinden Malazgirt ilçesine kadar, harp sahasıdır. Bu aziz vatan, ‘şehitlerin bereketiyle’ ayakta durmaktadır. Onca musibete ve ihanete rağmen.

Yıllar evvel, Sarıkamış’la ilgili toplu okumalar yapıp notlar almıştım. Hatıratlar, akademik çalışmalar, tarihçilerin kitapları. Bu notlardan bir yazı dizisi çıkmıştı.

Artık daha iyi anlaşılıyor, görülüyor: Sarıkamış’ta Türk ordusunun ortaya koyduğu o dokunaklı mücadele, ideolojik nedenlerden dolayı yok sayılmıştır. Amaç bellidir: Çanakkale üzerinden Mustafa Kemal’i yükseltirken, överken; Sarıkamış vesilesiyle Enver Paşa’yı gözden düşürmek ve yermek. Çanakkale cephesinde, müdafaasında, ordunun komutanı Enver Paşa değilmiş gibi.

Yıllar boyunca dile getirilen iddialardan / iftiralardan biri, tek kurşun atmadan 90 bin Mehmetçiğin, mücahidin şehit olduğudur.

Sarıkamış’ta düşmanın üzerine yürüyen, ülkemizin en seçkin birliklerini bünyesinde barındıran 3. Ordu’dur. Bu ordu, Rus ve İran tehlikesine karşı kurulmuştur. Kuvvetlidir. Gerçekten de savaşçı bir birliktir. Askerliğimi, bu orduda, taarruz piyadesi olarak yaptım. Bize öğretilen ve askerî kitaplarda yer alan bilgilerden biri de şuydu: Taarruz ile savunma oranı ikiye birdir. Yani, savunan taraf bir kayıp verirse, taarruz edenin iki kayıp vermesi normaldir. Bu durum, 3/1 oranına kadar makul karşılanabilir. (Çanakkale kara savaşlarında, Türk tarafı taarruz ettiğinde de bu tür ağır kayıplar verilmiştir. 19 Mayıs 1915 gecesi yapılan taarruzda, birkaç saat içinde 9 bin askerimiz şehit olmuştur.)

Birinci Dünya Savaşı’nın hemen başında, 3. Ordu’nun mevcudu 150 bin personeldir. (Kaymakam Şerif Bey’in Sarıkamış Anıları’na göre, mevcut, 190 bin insandır.) Harekâta 75 bin asker katılmıştır. (Ordu taarruz harekâtı için 75.660 askere sahip bulunuyordu. Edward Erickson, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu, sayfa 83) Kayıp, harp tarihi arşivine göre, 23 bin şehit, 7 bin esir ve 10 bin yaralıdır. Liman Paşa’nın kitabında, toplam asker kaybımız 42 bin olarak ifade edilir. Birçok tarihçi de 50 bin rakamını doğru kabul eder. Rus ordusunun kaybı ise, kendi resmi rakamlarına göre 32 bindir. Daha fazlası var mıdır, bilemeyiz.

Sarıkamış Harekâtı’nda 90 bin zayiat verdiğimiz, sadece Rus kaynaklarında yazılıdır. Bu rakam, propaganda amaçlı olduğundan abartılıdır. Resmi ideolojinin sözcülüğünü yapan bazı tarihçiler, Rusların verdiği bu rakamı doğru kabul edip hiç sorgulamadan kullanmışlardır.

Rus ordusunun 32 bin kayıp verdiğini göz önünde bulundurursak, ortada, ‘boş yere’ şehit olan askerler yoktur. Askerimiz, şerefiyle, kahramanca savaşmıştır. Kimi donarak, kimi vurularak şehit olmuştur. ‘Yoktan yere öldüler’ demek, her şeyden evvel, şehitlerimizin aziz hatırasına saygısızlıktır. Onlara yapılacak en büyük adaletsizlik ve haksızlıktır.

İlaveten: 75 bin askerin katıldığı bir savaşta 90 bin kayıp vermek, bazı askerlerin iki kere ölmesi anlamına gelir ki, bu da mümkün değildir.

Sarıkamış Harekâtı’nda yaşananların bir benzeri, İngilizlerin de başına gelmiştir. Somme Savaşı, Birinci Dünya Savaşı’nın en kanlı çarpışmalarından biridir. Somme’de, Alman savunma hatlarını yarmak için taarruz eden İngiliz ordusu, akıl almaz hatalar ve bazı talihsizlikler yüzünden, ilk gün, 58.000 asker kaybetmiştir. İlerleyen günlerde, bu sayı hızla artmıştır. Ve Somme Savaşı, Britanya İmparatorluğu ordusunun bir günde en çok kayıp verdiği savaş olarak tarihe geçmiştir. Sarıkamış ile Somme arasındaki tek fark ise, İngilizlerin, bu ağır kayıplar ve sonuçsuz taarruzlara rağmen, hiçbir komutanlarını ‘hain’ mertebesinde suçlamamasıdır.

Resmi ideolojinin ve bir projenin sözcülüğünü yapan tarihçilerin yanı sıra, ‘bizden’ diyebileceğiz birçok isim de aynı talihsiz söylemi sürdürmüştür. Şimdi hayatta olmayan bir tarihçimiz, “Enver Paşa’nın hataları yüzünden 100 bin kişilik 3. Ordu’dan 10 bin asker sağ kaldı” diye yazmıştır. Geride 10 bin asker kalmış olsaydı, bu kadar küçük bir kuvvetle ne yapılabilirdi?

Devam edelim. Birinci Dünya Savaşı’nın bir parçası olan Sarıkamış İhata Harekâtı, milli bellekte silinmez izler bırakan ve ilk günkü tazeliğiyle vicdanları bugün de kanatan bir çarpışmanın adıdır.

Bir bozgun söz konusu değildir. Fakat yine de, Sarıkamış’ın milletimize verdiği zaaf, yıllarca sürmüştür. Irak ve Filistin orduları bile, Sarıkamış’ın sonuçlarından etkilenmiştir. Devletin en güzide ordusu, birkaç gün içinde sarsılmış, ağır darbe almıştır.

Hakkaniyet adına şunu söylememiz gerekmektedir: Savaşın sonlarına doğru Enver Paşa’nın emriyle kurulan; birçok Doğu ilini kurtaran, Bakü’ye kadar ilerleyen ve Azerileri özgür kılan Kafkas İslâm Ordusu’nun özünü 3. Ordu’nun kahramanları oluşturmaktaydı. Bu ordunun askerleri, son ana kadar ayakta kalmışlardır. Devamında, Millî Mücadele’nin nüvesini oluşturan da 3. Ordu’ya bağlı birliklerdir. İstiklal Harbi, bu ordu üzerinden gelişmiş ve şekillenmiştir. Bakınız: Kâzım Karabekir’in anıları.

Sarıkamış’a dönecek olursak. Miralay Şerif, “Sarıkamış, tarihimizin şerefli sayfalarından biridir. Türk ordusu, kara kışın tipisiyle, düşmanın kurşun ve güllesiyle uğraşa cenkleşe mahvoldu da, bir neferi arka çevirmedi” demektedir. General Wavel de, Sarıkamış’tan sonra, şu sözleri söylemiştir: “Türk ordusu, hiçbir dünya ordusunun yerinden kıpırdayamayacağı şartlar altında muharebe eden bir ordudur.”

Sarıkamış’ta, askerimiz, her türlü olumsuzluğa rağmen ilerlemiş, savaşmış, ne var ki gücü ve sayısı yetmemiştir. Gerisini, Enver Paşa’nın vasiyetinden okuyalım. Kendisi, en ön saftayken şu vasiyeti kaleme almıştır. Esaretten ise son anda kurtulmuştur: “Ruslara taarruz edildi, fakat mağlup edilemedi. Şimdi, 11. Kolordu ve süvari fırkasını bekliyorum. Gelir ve yetişirse, düşmanı bozacağım. Fakat gelmeden düşman, zayıflamış kıtalarımıza taarruz eder ve taarruzda muvaffak olursa, o vakit ordu mahvolmuş demektir. Şimdiye kadar asker ve zabitler, hiç kusursuz harp ettiler. Her manevrayı yaptılar. Bu halde vasiyetim: Ben vazifemi yaptığımı sanıyor ve öyle ölüyorum. Düşmana, sonuna kadar karşı koyunuz. Her halde sonunda muvaffak olacağız. Ben, kalben müsterih olarak ölüyorum. Yaşasın dinim, vatanım, padişahım!”

Sarıkamış’a devam etmek şartıyla, yazımızı, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu kitabından birkaç cümleyle bitirelim: “Türk ordusu savaşın sonunda, Mondros Mütarekesi günlerinde bile garnizonlarında değil, yetenekli komutanların yönetimi altında sahrada bulunuyordu. Dehşetengiz kayıplara rağmen hâlâ savaşan bir orduydu. (Sayfa 282) Siper kazdıkları ve tahkimat yaptıkları zaman onları hatlarından çıkarmak neredeyse imkânsızdı. (283) Türk ordusunun hikâyesi, bütününe bakıldığında, kayda değer bir destandır. 1913 yılındaki tükenmişliği göz önüne alındığında, bu, Büyük Güçler karşısında elde edilmiş bir başarı hikâyesidir. Türkler savaşın sonunda, inanılması zor bir şekilde hâlâ dimdik ayaktaydılar. Savaşın acı sonuna kadar savaşmayı sürdürdüler.” (288)

Cumartesi günü Sarıkamış’a tekrar dönelim.

#Sarıkamış
#İhata Harekâtı
#İhsan Fazlıoğlu
9 yıl önce
Sarıkamış için
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle