|
Adıyaman’da; ‘şehir ve medeniyet’ kucağında
Geçtiğimiz haftasonu Adıyaman'daydım, Gökkuşağı derneğinin davetlisi olarak Şehir ve Medeniyet mevzuunda organize edilen konferanslar dizisinden bir tanesini gerçekleştirmek üzere davet edilmiştim. Sabah erken uçaktan indim.

Havaalanları artık hep kalabalık. Türkiye'nin her yanına yayılan ticari, kültürel etkinliklerin her geçen gün çeşitlenip artmasının en büyük nedenlerinden biri her ilde havaalanı ve üniversitelerin kurulmaya başlaması oldu. Yıllar önce Adıyaman'a karayoluyla geldiğimizde havaalanı henüz inşa edilmemişti mesela.

O kadar yağmur yağıyor ve gök gürlüyordu ki, yolumuz üzerindeki sahabe türbesini gösteren levhanın önünde bir süre kararsızlık içinde kalakalmıştık. Yol bozuktu, ne kadar süreceğini kestiremiyorduk, acelemiz vardı... Ve fakat sürpriz biçimde karşımıza çıkan sahabi makamını ziyaret etmemek de olmazdı ki... Derken vazgeçtik. Maraş'tan geliyorduk, Nemrut'a çıkmıştık ve vakitlice Diyarbakır'a varmamız gerekiyordu.

Bir beldeye azizlerini ziyaret ederek girmek, aslında mekânsız ve zamansız olan mübarek zatların ruhaniyetine selam yollamak insanı feyizlendiriyor, bereketlendiriyor kuşkusuz. Biz ise Adıyaman'da Nemrut'un tepesine çıkmıştık önce. Bu da yetmezmiş gibi meşhur Kommagene Krallığı'ndan kalan o Tanrı başı heykellerini görmekle yetinmemiş ve zirvenin öteki tarafına cambazlıkla geçmeyi başararak, bir yana atılmış, tam hurdaya çıkmış diğer pek çok Tanrı heykelinin üst üste yığıldığını da görmüştük. Bütün o şaşalı görüntünün yerini teşhire çıkmaya hak kazanamamış, cezaya bırakılmış bu kırık dökük Tanrı heykelleri almıştı. Medeniyetlerin de başı sonu, bir kaderi vardı evet.

Zirveden dağın eteklerindeki Karadut köyüne varınca arabadan inmiştik. Her yandan serin sular akıyordu. Baharın en renkli günleriydi, şimdiki gibi. Tabiat coşmuştu. Buz gibi suyla bir çeşmede abdest alıp namaz kıldık. Bir baktık iki ihtiyar. Meğer yakınlarda Üzeyir Peygamber'e ait olduğu söylenen bir türbe varmış.

Anadolu'da karayoluyla gezenler alışkındır. Hemen her yerde peygamberlerin, sahabenin, bazen birden çok makamına rastlarsınız. Temsili de olsa fark etmez. Nitekim Diyarbakır yakınlarındaki Eğil ilçesinde de Elyasa Peygamber'e ve sahabeye ait kabristanı ziyaret ettiğimde aynı hisse kapılmıştım. Baraj gölü sebebiyle naaşı kaldırıp nakil etmişlerdi yıllar önce. Nerede olduğundan ziyade hayatımızın bugünümüzün neresindeydi nur olmuş zatlar, nasıl bir can katıyorlardı bu toprakta pıhtılaşmayan kanlara... Bunu hissedebilmek, tefekkür etmek önemliydi. Her koşulda bir vesileydi bu zamansız ve mekânsız aşıkların diri olduğunu hatırlamanıza.

Karadut köyü ihtiyarları semaverden çay ikram ettiler, dua ettik, sohbet ettik. Hemen her adımda kendi hikayesiyle yaşayan ve yaşatan birbirinden ilginç zatla karşılaşırsınız seyahatlerde. Yolda olmanın eşsiz bir lütfudur bu. Yerleşik düzende de vardırlar mutlaka ama fark edemezsiniz genellikle. İşte şimdi yedi yıl sonra yeniden Adıyaman'a gelmiştim ve gidemediğim sahabi türbesini ziyaret ederek başlıyordum Şehir ve Medeniyet etkinliğine.

Medine'nin inşası, Mekke'lerimizdeki yatakları yakıp gönül yapma niyetiyle hicret etmekle başlıyordu kuşkusuz, sahabiler gibi. Fütüvvet ehli veliler gibi. Ve gelen gideni ağırlayan ensar olmanın sırları açıldıkça şehrin medeniyetle ilişkisi kurulmaya başlıyordu. Bu duygularla Safvan bin Muattal'ı (ra) selamladım, sonra etkinliğimiz gerçekleşti. Daha sonra Belediye başkanı ve dernek yetkilileriyle şehri, çarşıyı, tarihi yapıları dolaştık. Yakınlardaki kaya mezarlarını gezdik. Çalışmalarıyla tüm Türkiye'ye emsal teşkil edecek Gökkuşağı Derneği'nde gençlerle bir başka etkinliğe daha katıldık.

Birbirinden güzel, azimli, fedakar hanımlarla tanıştım. Şehir ve medeniyet derken altını kalınca çizmek gerekiyor; kadınlar son yıllarda sadece yaşamak değil ama yaşatmak için o kadar yoğun emek içindeler ki, hem ev içinde, hem dışında... Onların niyeti sağlam, liyakat sahibi olanları, ön sıralarda milletvekili adaylığına yerleştirilmediği sürece, politikada negatif ayrımcılıktan bahsetmeye devam edeceğiz.

Geçtiğimiz aylarda Maraş ve Malatya'da da şehir sakinleri ve yöneticileriyle sohbet etme fırsatım oldu. Şehrin taşına toprağına, hatta direkt miting meydanına değmekle, insanlarla yüz yüze gelip ruhlarına değmek arasında epey fark var. Nabız tutmak, gündelik hayatın dip seslerini işitmeden hep yetersiz kalıyor. Sıcak savaş hali insanları bezginleştirmişti tüm bölgede. Artık insanlar daha mülayim, rahatlamış, umutlu ve en önemlisi barışa gönüllüler.

Adıyaman Gezi döneminde Aleviler üzerinden bir provokasyona maruz kalmış ama her kesimden sağduyulu ittifaklarla tuzağa düşmemeyi başarmışlardı. Mevsim bahar. Barış çiçekleri usul usul açıyor... Medine'ye hicret etmek yetmiyor. Her birimize gönül semalarına yükseltecek miraçlar da gerekiyor.

Büyük ve çoğulcu medeniyetin ruhu dirildikçe: Mekke'ye döneceğiz yeniden. Ama bu kez fethetmeye. Karıncaları dahi ezmeden, sulh içinde. Gönüller yapmaya geleceğiz... 'Güzel ahlak' tamam oldukça gönül şehrimiz medeniyetine kavuşacak.
#Gökkuşağı derneği
#mekke
#medine
9 years ago
Adıyaman’da; ‘şehir ve medeniyet’ kucağında
Seçimi bırak sahaya odaklan
İsrail yalnızlaşırken Starbucks’ın açıklayamadığı gerçek
Sîdî Ukbe Ulucamii Müslüman Batı dünyasındaki dini yapılarının atasıdır
Randevu sistemi, kamu iletişimi ve ötesi
Şiddeti, ‘kültür’ ile aşabiliriz