|
Atıf aşklar, alıntı aşklar...

Ne kadar çok istiyoruz sevilmeyi. Ama ne kadar az seviyoruz. Gün akşam oluyor, bir bakmışız bütün mesaimiz yine sevemediklerimize dair. Aşk diyoruz mesela. Sevgililer günü diyoruz. Aşka tüketim ağırlıklı bir bahane de olsa... Bunu bir kez olsun değerlendirsek, sevgimizi derinleştirsek, çoğaltsak. Ölümler, çatışmalar, katliamlar, infazlar arasında gönlümüz genişlese, yayılsa, kuşatsa her şeyi. Sevemediklerimizi severek başlasak aşka. Tüketemediğimiz bir yanından başlasak yanmaya...

Aşk çiçek böcekten ibaret değil, celalli yüzünü bize gösterdiği anda ise kaçıp gidiyoruz. Celâlinden de razıyım demeden sâdık aşık olabilir miyiz! Her koşulda, her zorlukta, zulmün ortasında dahi aşkın mevcut olduğunu, hiç kesilmediğini, devri daim olarak havuza temiz su bastığını bilmek istemiyoruz.

Türkiye gibi sabah akşam ağır gündemlerle yatıp kalkan bir ülkede aşktan bahsetmek ya kadın dergilerinde kısıtlı bir zümrenin lüks hayallerini çağırmak demek oluyor. Ya sosyolojik bir veriye dayanma gereği duyarak mutluluk mutsuzluk oranları gibi, boşanma sebepleri gibi verilerin arasına sıkıştırılıyor. Ya da reytingi çok olsun diye cinsellikle entrikayla desteklenen filmlerin romanların olağan teması olarak tanıtılıp pazarlanıyor.

Aşkı bu hafta boyunca biraz daha görünür kılarak ayakkabı vitrinlerinde, pastane ve çiçekçilerde, kuyumcularda, lokantalarda, park ve bahçelerde tüketiyoruz. Hadi biraz içeri girelim. Kalbimizi yaracak ve içindeki molozları, tüm hafriyatı çıkarıp temizleyerek tabiri caizse kalaylayacak bir sevgili arıyoruz. Dışarıda olduğu kadar içeride de susuzluğumuzu giderecek sevgili.

Kur’an’la ikiz olan o aşk Müslümanından haber geliyor bize hiç durmadan. Okyanus diplerine döşenmiş fiber optik kablolarda taşıyor bazen mesajını bize. Kimi zaman sanal alemlerin en popüler şarkı ve şiirlerinde iki harf arasına saklıyor müjdesini. Bazen de apaçık döküveriyor sırrını yolumuzun üzerine, farkına varmadan teğet geçip gidiyoruz.

O aşk şahidi ki, güzelin sonsuz yüzünü yansıtıyor bize. Güneşten aldığı ışığı yansıtan ay gibi, nurun tecellilerini topluyor kendinde. Onun şahitliği bize Yunus Emre’nin Tapduk Emre’ye, Mevlana’nın Şems-i Tebrizî’ye, Niyazi Mısrî’nin Sinan Ümmî’ye duyduğu aşkın sırlarını açıyor gündemin tenhalarında. Bugünün Yunus’larının, Mısrî’lerinin nefesini üflüyor talip olanlara. Şu ânın, şu saniyenin içindeki o mânâ sonsuzluğunu çalkalıyor dalgalı denizimizde.

Anlam; salt okunmakla değil, yaşanmak suretiyle değerine kavuşuyor. ‘En güzel başlangıç’ ile ‘en hayırlı son’u kendinde toplayan En Sevgili’nin tohumunu evvellerden ahirlere büyüten, manasını doğuran, çoğaltan ve hiç sönmeyen nurunun her birimize bulunan o saklı cevher olduğunu bize hakkın diliyle, gözüyle bildirmeye devam edip duruyor.

Nezleli burunlarımızla, tıkalı kulaklarımızla, tutulmuş dilimizle bunu hakkıyla anlamak elbette mümkün değil. Ama içimizde bir karşılığı var. Onu gördüğümüzde veya işittiğimizde bize Alllah’ı hatırlattığı için bakışımız o Hak aşığına odaklanıyor. Onun güzelliğinden alamıyoruz gözlerimizi. Dudaklarından dökülen her kelimeyi içmek istiyoruz nefes nefese.

Çünkü o ehil zat, o mürşid-i hakikî emaneti emîn biçimde taşıyor, sızdırmadan, döküp saçmadan sağa sola... Hak edecek olanlara devrediyor. Emanetçiler ezelden ebede mevcut. Hz. peygamberin ayette denildiği gibi aramızda olması, o nurun tecellilerini seven ve sevilen yüzlerde bulmaya devam edişimizle kendini bir nebze de olsa ispat ediyor.

Seven ve sevilenin aynı nurdan olması bize bir şeyi daha fısıldıyor: Başka bir şey yok. “Her yeri hüsnün gülistan eylemiş / Her tarafda bağ u bostan eylemiş.” İmdi aşk ve irfan medeniyetinin evrensel güzelliğinde derinleşmek yerine Hak aşıklarının şahitliğini Kuran ve Sünnet’e alternatif olarak gören, ‘oku’ emrini salt mushaf okumakla sınırlandıran... Tevhid hakikatini ilmî olarak öğrendiğinde bildiğini zanneden, sağa sola kaba saba hükümler yağdırarak hiza vermeyi ‘iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak’ olduğunu düşünen... Hangimiz olursak olalım; atıf ve alıntı Müslümanlığı ile yetinmeye razı oluyoruz demektir.

Peygamberler gibi velîler de daima zulme uğramışlar, uğramaktadırlar. Amaç gerçeğe yaklaşmak olmadıktan sonra, kendimizin ve hak aşıklarının zalimi olmaya devam ediyoruz, edeceğiz. Oysa insanlığın medeniyet arşivi aşk kayıtlarını yayınlayarak değil bizzat Aşk olanların güzelliğiyle oluşuyor, oluşacak. Ezelden ebede kadar.

#Aşk
#Yunus Emre
#Mevlana
9 yıl önce
Atıf aşklar, alıntı aşklar...
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!
Unutma sakın!