|
Birlikte yaşama ahlakı ve ‘tevhid müfredatı’
Memleketimizde yirmi beş yıldır Nisan ayında Kutlu Doğum haftası kutlanıyor. Yıllar içerisinde hızla artan etkinliklerin bir de teması var nicedir. Diyanet'in organize ettiği hafta için bu yıl belirlediği ve etkinliklerinde ele aldığı tema 'Hazreti Peygamber ve Birlikte Yaşama ahlakı.'

Hafta öncesinde bir araya gelerek bizler de acizane soru ve önerilerimizi Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez hocayla paylaşma fırsatını bulduk. Türkiye'de din, devlet gibi bir kurum üzerinden kontrol edildiği sürece elbet tekke geleneğimizdeki sivil/ mahalli hayattan nasıl 'evrensel' maneviyatın ölçülerinin zuhur ettiğini anlamamız artık kolay olmayacaktı.

Diyanet gibi bir kurumun siyasetin de gündeminden inmeyen pek çok tartışmalı meselesinin eşliğinde: Bugün eskiye oranla çok daha nitelikli ve işlevsel çabalar içinde olduğuna toplumsal hayatımızda şahitlik edebiliyoruz ama. Bunun altını çizmek boynumuzun borcu.

Fakat bir araya geldiğimizde daha ziyade neler yapılması gerektiğine odaklandığımız için, kaçınılmaz olarak sorunları teşhis etmek gibi bir hareket noktamız var. Görmez hoca da bunu bildiğinden, elinden geldiğince dinin kalbe, hikmete, ilim ve irfana bakan yanını hatırlatma ve Diyanet'in bu yoldaki ülke ve dünya çapında çabalarını, faaliyetlerini paylaşma gereği duydu.

Her fırsata yazdığım gibi, bugün eğer İslam adına kafa kesen, çarşı pazarda bomba patlatan, kültür havzalarını, sanat eserlerini dinamitleyen insanlara bakıp “İslam bu değil” diyorsak, dinin ne olduğunu siyasi ve sosyolojik arka planından kopmadan ama ötesine geçerek hayatın kalbinden işitmeli, işittirmeliyiz...

Diyanet'in belirlediği tema, biraz da buradan hareketle bendenizde farklı bir boyutta tınladı bu yıl. 'Birlikte yaşama ahlakı'nı ille farklı kültür ve coğrafyaların, farklı inanç gruplarının ya da farklı kimliklerin bir arada olması üzerinden değerlendirmenin yetersiz kaldığını fark ettim. Zira aynı kültür ve coğrafyada, aynı etnik, ideolojik vs kimliklerden olan insanlar için de 'birlikte yaşama ahlakı'nın dilini konuşmaya çok acilen ihtiyaç var.

İnsan öyledir ki; nefret, saldırganlık, kin, haset, tamah, gıybet, hile, yalancılık, cimrilik, sahtekarlık gibi nefsin en sığ katmanlarına ait zaaflarına esir düştüğü her seferinde birlikte yaşama ahlakını terk eder. En yakınını bile 'farklı' addetmeye, 'öteki' ve 'düşman' olarak kodlamaya meyleder. Bu anlamda birbirine uyumlu gözüken eşler kavga ettiğinde evin içinde tabiri caizse bir tür 'medeniyetler savaşı' dahi çıkmaktadır.

Belki de işe sosyolojik farklılıklar üzerinden bakmazdan evvel, nefsimiz üzerinden bakmalıydık. Ve belki de çocuklarımıza kaç yaşından itibaren nasıl bir din eğitimi vereceğimizi kararlaştırmak için önce nefs eğitimine ihtiyaç duymalıydık. Sadece çocuklar için değil, yetişkinler için de. Çünkü vücudda ve hayatta tatbik edilemeyen din bilgisi, ölü bilgi olmaktan öteye gidemiyor. Birlikte yaşama edebi en ufak bir kıvılcımla aile arasında dahi şiddetle sonuçlanabiliyor.

İlim ve irfan geleneğimizde insanın 'evrensel / ilahi güzelliğe tuttuğu ayna sarih bir biçimde işlenir, aktarılır. Gerek mürit mürşit ilişkileriyle, gerek usta çırak, hoca talebe... Nihayetinde bir hiyerarşik yapılanma içinde, itaat ile hürmet arasında gönül dirilmeye, sevmeye, vermeye, adanmaya, cilalanmaya, temizlenip paklanmaya başlar...

Nefs eğitimi olmadan, din adına öğrenilmiş en yararlı bilgiler 'güzel ahlakı' tamamlamaya, kamil bir insan olma yolunda bir adım attırmaya yetmiyor. Yetseydi, arifler, kamiller, veliler çıkarmış bir Diyanet'imiz olurdu. Bize acilen lazım olan bir işi, bir ilişkiyi, bir sanatı hakkını vererek ve aşk ile icra etme şevkini ve azmini kazanmak. Elbette bu başlı başına Diyanet'in sorumluluğu değil, fakat bu noktada Milli Eğitim Bakanlığı ile ortaklaşa bir davranış bilimleri / kalp ilmi / hal ilmi eğitimi nasıl verilmelidir diye yoğunlaşmalı ve müfredata konulmalı.

Görmez hocanın da altını çizdiği gibi eğer İslam bütün alanları kapsayan, kuşatan bir hakikat dili sunuyorsa fizikte, kimyada, matematikte hep İslam'ın iç yüzünü, hakikat ruhunu hissedebilmeli öğrenciler. Bizler ne çekiyorsak, kutsal ve seküler, akıl ve duygu, iç ve dış, doğu ile batı gibi kavramların zıt ve birbirinden ayrı olduğunu varsayan bir öğretim metodundan çekiyoruz. Ayrıştırmadan, bölmeden, birleyerek bakmayı öğrenmeliler öğrenciler hayata. Bu yüzden acizane önerim, tevhid şuurunu hayatın her alanında güçlendirmeyi amaçlayan bir müfredat oluşturmak.

Zihni, kalbi, gönlü durmadan kavramlara, ideolojilere, yani ötekilik kompartımanlarına ayıran algı kalıplarını eğitim ve öğretimde hızla terk etmeliyiz. Zıtlığın, farklılığın, çeşidin ötekilik demek olmadığını, ötekini de kapsayan, bölmeyen, her şeye, tüm varlığa Hakk olarak bakan 'mümin kalb'in nasıl attığına ve tevhid ehlinin nasıl yaşadığına yakından bakmalıyız. İnsanlığın evrensel dilini nasıl konuştuklarını bugünün dilinde yeniden şerh etmeliyiz.

Öncelikle öğrencilere bu tevhidî eğitimi verecek donanımda öğretmenlerin hangi kaynaklardan beslenerek yetiştirileceğine dair çalışmalar yapılmalıdır. Bugün Yunus Emre, Mevlana gibi bu toprakları mayalayan değerlerden bahsetmekle yetiniyoruz fakat o değerleri haiz mimarları, bestekarları, şairleri sözgelimi bugünün Yunuslarını yetiştiremiyoruz.

Artık sızlanmak, geçmişi taklit etmek, küreselleşmenin getirdiği Batılı değerlerin hakimiyetini suçlamak veya birbirimizle cemaatler arasında çekişmek faslını kapatmalıyız. Ve daha da geç olmadan, Kuran'la ikiz olmanın, 'canlı Kuran' olmanın edebini, üslubunu bugünün dilinde konuşmaya başlamalıyız.
#Mehmet Görmez
#Kutlu Doğum haftası
#leyla ipekçi
9 yıl önce
Birlikte yaşama ahlakı ve ‘tevhid müfredatı’
Kamu yönetiminde bölüşüm sorunu ve çözüm yöntemi
Başıboş köpek sorunu nasıl çözülür?
Gazze yanarken Hac ve Umre
Fiîlî işgalden zihnî işgale kapitalizmin insanı ve hakikati yok ediş serüveni… 
Yeni anayasa tartışmaları ve siyasetin normalleşmesi