Toplu irşad diye bir şey ise bazı cemaatlerin iddiasının aksine, mümkün olamıyor, olamadı. Bunda inat etmekle sadece kendi cemaatini kollayan, kendi çalıp kendine oynayan, en doğru bilgi bizdedir, en güzel kitabı biz yazdık, en doğru İslam’ı biz temsili ediyoruz yaklaşımında olan cemaatler genişledi. Cemaat mensuplarının sayısı arttı. Müminlerin sayısı ise aynı oranda artıyor mu, cevabını herkes vicdanından verebilir kuşkusuz.
İşte on yedinci yüzyılda yaşamış velilerden Ümmî Sinan, önceki yazılarımda anlattığım gibi, müridi Niyazi Mısri’ye Elmalı’da uyguladığı ağır sınavdan sonra onu irşad eder. Ve Mısrî’ye hadi bakalım der, ‘yola çıkma vakti.’ Kâide bellidir, hiç arkaya dönülüp bakılmayacak. İstikâmet için bu önemlidir. Ümmî Sinân, Mısrî’nin önünden arkasından dedikodu yapan dervîşlerinden ikisini yanına çağırır ve görünmeden Mısri’nin arkasından gidin,’ der. Onları öyle bir işe memur eder ki, Mısri’ye karşı tüm kuşku ve dedikodularını giderebilecekleri bir kanıta şahit olmalarını sağlar. (Ayrıntılarını Mustafa Tatcı’nın Niyazî-i Mısrî Halvetî- Dîvân-ı İlâhiyat -H yayınları, 2015- adlı eserinden okumak mümkün.)
Gönülden gönüle, sevenlerin silsilesiyle kesintisiz zikir olarak aktarılagelen Resulullah hakikatinin Mısri, Yunus, İbn Arabi gibi temsilcilerinin vahiyden farklı, müstakil bir söz söylediğini kulaktan dolma bilgilerle, saldırgan üslupla, hakaretlerle vs iddia edenler hep vardı, olacak. Bu tür çeldiricilerin mürşid-i hakikilerin etrafında halis olmayan niyetlerle dolanan talipleri uzaklaştırmak bakımından da işlevsel olduğu söylenir. Ebû Hasan eş-Şazelî’nin hepimize tefekkür vaat eden bir sözüyle bitirelim: “Allah’ın veli kulları gelinler gibidir. Gelinleri günahkârlar göremez.”