|
‘Güzellik vergisi’

Önceki yazımda on yedinci yüzyılın büyük mutasavvıf şairi Niyazi Mısri’nin mürşidi Ümmi Sinan tarafından irşadından önce Elmalı’dayken tabi tutulduğu son büyük sınavını anlatmaya başlamıştım.

Bir Ramazan günü oruç ve hakikati üzerine camide verdiği vaazda cemaati gözyaşına boğduktan hemen sonra, mürşidinin yolladığı habere hiç itiraz etmeyerek, emredildiği gibi herkesin gözü önünde ekmek yiyen Mısri, cemaat tarafından tartaklanır ve zar zor tekkeye getirilir. Mürşidi Ümmi Sinan, sanki bunu emreden kendisi değilmiş gibi oruç yemenin cezası olarak onu altmış gün hücre hapsine sokar.

Süre sonunda Mısri’nin halvette dirençli bir vaziyette (belki kafa tutmaya hazır halde) öylece yaşadığını görür ve “sen hâlâ yaşıyor musun” diyerek kapıyı tekrar kapatır, kilidini de bu sefer kendi cebine koyar. Kırk bir gün boyunca hücrenin kapısını açmaz. (Bkz: Mustafa Tatcı, Niyazî-i Mısrî Halvetî / Divan-ı İlahiyat. Genişletilmiş yeni baskı; H yayınları, 2015) “Yüz bir günün sonunda Ümmi Sinan, hücre kapısını açar ve tekbirlerle Mısri’yi meydana getirir. Saçı ve sakalı ağarmış, latif ve nûranî bir hâl ile fevkalade değişmiş olarak ihvanın karşısına çıkmıştır. Bu arada kendi de Mısri hücredeyken kırk koyun aldırmış ve bu tavrıyla dervişleri merakta bırakmıştır.

Mısri halvetten çıktığı günün sabahı koyunlardan birini kestirip fırına gönderen Ümmi Sinan, sofrayı kurdurmuş ve koyunun biryânını bir bütün olarak getirtmiştir. Mısri’ye ‘ye’ diye emreder. Mısri bir kez daha hiç tereddüt etmeden koyunun tamamını yer. Bu hal böyle kırk gün devam eder. Sinan Ümmi hazretlerinin neden kırk koyun beslettiği anlaşılmıştır. Fakat bu arada bazı ihvan, ‘Mısri her gün bir koyun büryânını tek başına yiyor, sonu ne olacak bakalım’ diyerek dedikoduya başlamıştır bile.”

Burada bir duralım. Cemaati vaazıyla gözyaşı içinde bırakan Mısri’nin şeyhinden gelen emir üzerine itibarını, haysiyetini yerle bir edecek şekilde herkesin içinde oruç bozmasını biraz daha tefekkür edelim. İrşad olması için bu zorlu sınavı geçmek durumunda bırakılması beni hep çok düşündürür. Zira sonraki hayatında gerek devlet ricali tarafından, gerek bazı ‘kadızadeliler’ tarafından olmayacak iftiralara maruz bırakılacak, ne kast ettiğini anlamadan ona hakaret edenler yüzünden on altı küsur yılı sürgünde geçecektir, ayağında kilolarca ağır bukağısıyla.

Mürşidi onu işte böyle bir geleceğe hazırlamaktadır diye düşünürüm bu oruç yedirme olayında. Hayatının ilk büyük iftirasına maruz kalmayı mürşidinin emrine itaat ederek göze alan Mısri, sonraki seferlerde de hakikatten ödün vermeyecek ve başına gelen kanlı canlı her tür belaya sabırla katlanacaktır.

Bir şey daha düşündürür bu oruç yeme hadisesi bana. Müridin, bile isteye itibar putunu kırmayı göze alması, aşkın getirdiği her türlü belaya razı olması demektir ve bir bakıma Mısri’nin sonradan bir şiirinde bahsedeceği gibi bir çeşit ‘güzellik vergisidir’ bu. Mısri bu vergiyi tüm benliğini mürşidine vererek, tam bir teslimiyet sınavından geçerek ödemiştir. Nurla kaplanmaya giden yol zulmetle doludur mutlaka.

Kendine kalsa asla yapmayacağı ve o anda kendisine son derece zıt gelen bir tavrı, bir an tereddüt etmeden gerçekleştirmek, insanın kendi zıddıyla bütünleşmesi tevhid hakikatini idrak etmesi anlamına geliyor biraz da. Hangimiz bize hiç yakıştırılmayacak, itibarımızı son derece zedeleyecek bir hareketi gözümüzü kırpmadan yaparız?

Bu ancak, mürşidine olan güven ve aralarındaki rabıtanın hakikati ile açıklanabilir. Yoksa ‘ben mürşidim’ diyerek insanları davet eden ve hakikate hizmet yerine kendi çıkarlarına hizmet için kendisine boyun eğdiren pek çok kişi var etrafta her zaman. Mürşid-i hakikî makamında olmayan, silsileye bağlanmamış pek çok sahte şeyh her zaman oldu, olacak. Onlara kulluk etmekle Resûlullah’ın hakikatini temsil eden, velayet makamına gelişi tasdik edilmiş Hak aşıklarının sözüne itaat etmek arasındaki fark hakikat kadardır tabiri caizse. Rabıta, o manevi silsilenin yaşayanları eliyle Resulullah (sav) üzerinden birbirine bağlanır, gönülden gönüle akar, gider kesintisiz zikir olarak.

İrşad olan Mısri’nin belli bir zümreye değil kainatın tekâmülüne hizmet vermeye hazır olmasıdır çünkü bu devamlılıktaki amaç... Bu sebeple bir deri bir kemik kalmış, midesi küçülmüş Mısri’nin, yine emir üzerine hiç zorlanmadan her gün bir koyun yemesi de böyle gerçekleşmiştir diyebiliriz.

Mısri’nin irşadı ve konunun devamı sonraki yazıya kalsın.

Mısri’nin aşk ile teslim olduğu, emrine itaat ettiği kişi, kendinden menkul benliği olan bir kişi değil, bu ilahi temsiliyet makamındaki zattır. İki cihanda tasarruf ehli ehlidirler. Hadisten mülhem, artık O’nun görmekliği, işitmekliği, konuşmaklığı olmuşlardır. Onların sözüne aşk ile itaat etmek Peygamberi (sav) ve ondan da Hakkı sevmenin ispatıdır salikler için. Sevmek ve vergisini ödemeye razı olmak bunun kanıtıdır, canlı tefsiridir ilahi sözün.

Aynı şekilde Mısri gibi midesine kırk gün yemek girmemiş bir insanı diri tutan bu aşkın sağlaması, mürşidiyle kurduğu rabıtadır diyebiliriz. ‘Külli vücûd’ sırrı, bu tevhid hakikati yaşandıkça açılmaktadır işte her gönülde. Halvette açılan mânâlar, gönle gelen hakikatler vs mürşidin müridi üzerindeki tasarrufudur bir bakıma. Bizzat mürşidin gösterdiği mânâdır zaten müridin hâlinde, rüyasında tecelli etmekte olan... Ne kadar idrak varsa, rabıta o kadar güçlü olmaktadır kuşkusuz. Bunun kaynağı ise aşktır. Daimi olarak.

Büyük ve evrensel değerler üzerine kurulu tevhid medeniyetin tohumu öncelikle işte insanın böyle içinde, katman katman içerilerde atılmaktadır. Kuşkusuz her ferdin irşad olmasına bağlı değildir toplumların kemâli. Fakat dışımızda, çevremizde ve toplumuda adalet eksenli bir evrensel dil konuşmak rıza ve gönül parametreleriyle vücudda tatbik edildiği sürece sağlam temellere dayanabiliyor.

#Niyazi Mısri
#Ümmi Sinan
#Mustafa Tatcı
9 yıl önce
‘Güzellik vergisi’
“Kerbelâ Ağıtları”
Mısır’la yeni dönem
Kamu yönetiminde bölüşüm sorunu ve çözüm yöntemi
Başıboş köpek sorunu nasıl çözülür?
Gazze yanarken Hac ve Umre