|
Haklılığımızdan iki tutam kesip kurban etsek!

Bugünlerde kendini koşulsuz / mutlak haklı gören bir kitlenin durmaksızın şiddete meylettiğini ve saldırganlığı meşrulaştırdığını görüyoruz. O kadar ki, devletin bir savcısının görevi başında şehit edilmesini izlerken dahi katillerin yanında saf tutabiliyor, onların meşru bir direniş sergilediklerini düşünebiliyor ve bunu büyük bir pişkinlikle, ironik bir dille sosyal medyada yayabiliyorlar.

Kendi haklılıklarından öylesine eminler ki, bir başkasının da haklı olabileceğini hesaba dahi katamaz haldeler. İnsanın eli kanlı bir caniye dönüşmesi böylesi bir kendi haklılığına tapıcılık ile son derece mümkün. Zira diplomatik azmettiricilerin ve küresel çatıştırıcıların elinde alet olmak bu şekilde çok daha kolaylaşıyor. Bunun örneklerini defalarca gördük, görüyoruz.

Kendini haklı sanmanın, haklılığı sadece kendine maletmenin insanı gaflete düşürmesi an meselesi. Bunun insanı körleştirmemesi için, belki de en kestirme yöntem, haklılığımızdan bir tutam kesip kurban etmektir. Ne demek istediğimi yazı boyunca usul usul açayım...

Medeniyet ruh ile kuruluyor. Aşk ve irfanın bir arada devam ettiği bir eğitimden geçmeden, iktisadi veya siyasi gelişmelerde başarı kazanarak bu ruhun tamamını kuşatmamız mümkün olamıyor. Şimdi resmi veya sivil hemen her kurum, çevremizdeki ve bölgemizdeki kanlı gidişatın çözümünü hayatımızın maneviyatında bulmaya çalışıyor. Ruhu yükseltmek, yüceltmek için hemen her alanda atılımlar yapılıyor.
İkircikli bir kavram ama maneviyat. Zira nefret ve öfkeyi teşhir etmek de bir tür maneviyat veriyor insana, heves ve arzuları da. Hele bir araya gelip çoğaldığımızda, bu teşhircilik çok çabuk sirayet ediyor. İnsanı aşağı çeken, kötülüğü alenileştirdikçe sıradanlaştıran kitleler haklılığın dilini konuşamaz oluyor.

Kuşkusuz ki bazen mazlumiyetin getirdiği kudret ile kan dökmek gerekebiliyor, direniş olarak. Fakat bugünlerde gördüğümüz gibi, bazen de haklılığın hududunu aşan kitleler, haklılığının meşruiyeti adına saldırganlaşabiliyor. İkisi de maneviyat ihtiyacını gidermeye aday. Ama Haktan başka bir şey varmış sanıp kendimize müstakil varlık atfettiğimizde: Hakkı kendimize izafe etmiş oluyoruz. Bu; elbette sahih bir maneviyat değildir.

Saldırganlaşarak, öfke ve kinle kan dökmek de yeryüzünde kan dökücü olarak nitelenen insana ait. Peki nasıl oluyor da, yeryüzü halifesi olmaya aday olarak geliyor her insan dünyaya? Bunca kan dökücü niteliğiyle?
Kan dökmenin de iki boyutu var. İntikam hırsıyla dökülen kan ile, kendi benliğini feda etmek için dökülen kan mecazi olarak hemcins değil sanırım. Bizim bugün doğru maneviyat olarak tanımlayacağımız şey, bu durumda haklılığının hududunu ayarlamakla ilgili bir maharet olsa gerek.

Peki nasıl koruyacağız haklılığın hududunu? Haklı oluşumuza tapmayarak. Haklı olmamızdan bir güç devşirmeye çalışmayarak. Bunun mutlak olmayabileceğini göze alarak. Hak zira, sadece bizde değil, bize en haksız görünenlerde de tezahür ediyor. Bu anlamda haksız olan hiçbir şey yok. Hakk’ın kuşatmadığı iki tutam boşluk yok. Niyazi Mısri (ks)’nin dediği gibi, “Haktan başka bir nesne yok, gözsüzlere pinhân imiş.”
Direnişte bile kimin kanını, hangi niyetle, nasıl dökeceğimizi de hudutlarla belirlemek durumundayız vicdanımızda. O halde kurban etmenin metafiziğine eğilmemiz gerekiyor ilk olarak. Putlaştırdığımız ve zaafa dönüştürdüğümüz her şeyin kanı (evlat, mal, itibar, şöhret vs.) akıtılmayı bekliyor!

Bugün, kitleleri kendi haklılıkları üzerinden isyana teşvik eden güç odakları, o haklılığın hududunu koruyamadığımız için bizi suç ortaklığına alet etmiş oluyorlar. Memleketimizde, kan çanağına dönen bölgemizde, her yerde... Haklı olmanın getirdiği meydan okumayla ortaya çıkıyor, sonra ise nefsimizi dizginleyemeyip kesip biçiyor, eziyor, sömürüyor, suiistimal ediyoruz ayrım yapmadan herkesi.

Haklı olmanın getirdiği meşruiyeti suiistimal ederek ve hudutlarını saldırganlaşarak aştığımızda, en çok da masumların kanı dökülüyor. Masumun kanını akıtmak yerine “Canım feda sana ya Resulullah” demeye varan, Sevgili’ye doğru bir aşk ve teslimiyet yolculuğuna çıkmak, bizi asıl maneviyata doğru kanatlandıracaktır aynı zamanda.
“Gönül sahibi Hak ise gönül ziyareti yapmak da Hakkı ziyaret etmek demektir” diyor, İşitin Ey Yarenler (Yunus Emre yorumları; H yayınları) adlı başucu kitabımın yazarı Mustafa Tatcı: “Öyleyse niye gönüllere giremiyoruz. Niçin önceden de önce olan aşka, bir başka ifadeyle Hakka gidemiyoruz? Cevap belli, benlikten ötürü. Bu benliği terk etmek, Yunus gibi ‘Al gider benden benliği, doldur içime senliği’ demek lazımdır. Aşk terk ile temin edilir!”

Haklılığımızdan iki tutam kesip feda etmekle, ilk terkimizi gerçekleştirmiş olsak: Hem aşka doğru büyük bir adım atmış, hem de masumların dökülen kanını durdurmaya dolaylı / dolaysız bir katkı sağlamış olacağız vesselam.
#Yunus Emre
#KÖŞE YAZISI
#LEYLA İPEKÇİ
9 yıl önce
Haklılığımızdan iki tutam kesip kurban etsek!
Güney Amerika gezisi ve doğru farzedilen yalanlar
Bir Başka Mesele: Çözülme baba otoritesinin sarsılmasıyla başladı
Ayasofya’da namaz kılma zevki
ABD’nin raporu tutarsızlık abidesi..
Maskeli balo bitti: Gazze, dünyanın Siyonistlerin esareti altında olduğunu ispat etti!