|
‘Hiç senin senden haberin var mı?’
Seçimler yaklaşadursun... Geçtiğimiz hafta sonu Antalya'da ilk kez bir uluslararası Melamilik ve Seyyid Nurû'l Arabi sempozyumu düzenlendi. Ki bu da bir siyasettir. Zira, önceki yazımda da anlattığım gibi, uluslararası gönül faaliyetlerinin artması, arif ve velilerin canlı sözünü bugüne getiriyor. Bununla da kalmayıp, akademik düzeyden halka, gündelik hayatın maneviyatına karıştırıyor gerçeğimizi yeniden. Olması gerektiği gibi.

Nurû'l Arabi, Osmanlı'nın son döneminde yaşamış büyük bir zat. Halveti Şabânî, Nakşibendi, Üveysi ve Ekberî tarikatlarından icazetli olması bir yana, tüm kimliklerden azade olan kalbin seven ve sevileni bir kılması gibi, o da farklı meşrepleri birleştiren bir gönül sultanı. Zaman zaman yazılarımda bahsettiğim Niyazi Mısri Hazretlerinin muhteşem Divanı'na da çok kıymetli bir şerh yapmış. (Ergüneş tenkitli metni esas alınarak hazırlayanlar: Mustafa Tatcı - İbrahim Özay / H yayınları, 2014).

Hazreti Pir, 'Bir nokta olan insan hakikati hakkında' adlı eserinde insan yüreğinin tam ortasındaki kara noktadan bahsediyor, adı süveydadır diyor ve ekliyor: “İnsan hakikatinin merkezidir. Bedenin kutbudur, bâtıni güneşidir. Ve nutfenin membaıdır. Ve insan cinsi vilayetinin padişahıdır.” Gidenler tecrübe etmiştir; âlemlerin kalbi olarak nitelenen Kabe'de mevcut bulunan Hacerü'l-Esved de insan kalbindeki süveydayı temsil eder. Kara nur denir ona.

Süveyda denilen bu kara noktanın sırrı soyut bireydir: “Renklerden, nakıştan, siyah ve beyazdan uzunluk, genişlik, derinlik ve bedenlerden ne vakit bütün bunlardan soyutlanmış olursa insan; ezeli ve ebedi, kadim, duyumlarla algılanmayan ve gözle görülmeyen bir nur zahir olur. Bu nokta âlem noktasının tam mazharıdır. Bu noktanın kapsamından ise harf zuhur eder, zira harf noktanın kadim sıfatıdır. Ve kadim varlığıdır. Yani noktanın harf üzerine önceliğini bilmek lazımdır. Kuran'ın aslı harftir. Harf olmayınca ol emri nasıl verilir? Ne bâtıl bilinir ne Hak. Ne Adem kalır, ne âlem! Ayette Adem'e bütün isimlerin öğretildiği bildirilmişken... Harfler olmasa... Neyin küll'ünü ve cüzz'ünü bilebiliriz?”

Nitekim kendisinden asırlar önce yaşamış Muhyiddin İbn Arabi; “varlık bir harftir sen onun anlamısın” diyerek özetler bunu. Hazreti Pir kara nurdan noktaya, noktadan harflere aşamaları şöyle sıralıyor: “Kâtip kalemi aldı ve satıh üzerine koydu. Nokta zahir oldu. Noktayı çekti, harf oldu, bir daha çekti, kelime ve kelam oldu. Kâtibin yazdığı isimdir, müsemmaya ayna olur. O aynadan bütün varlık görünür.” Yani kâtibin noktasından harf olur, harften isim olur, isim her yanı gösteren aynadır. Ve o her yanı gösteren ayna sensin diyor nihayetinde Hazreti Pir. “Hiç senin senden haberin var mı?”

Böyle dedikten sonra yeni bir aşamaya getiriyor noktanın nurunu: “Harf, akıl ve nokta birdir. Yürek ortasındadır. Senin bâtının iç güneşinin kendisidir. Onun sırrı manevi nurdur. Zâhir ve bâtın hislerinin hepsi o manevi nur ile aydınlanır. Parlar, ferahlar. Ve dirilik kuvveti bulur. Gözün görmesi, kulağın işitmesi, dilin söylemesi, fikrin sayılması ve aklın idraki hepsi o manevi nurun tecellisidir. Arş hazreti âlemin üstadıdır. Arşın istivası sırrı çok büyük bir noktadır. Levh-i mahfuz odur derler. Aleme fazl ve feyz ondan ulaşır.”

Bu aşamada Nurû'l Arabi'ye göre noktanın bir başka anlamı daha idrak sınırlarını genişletiyor. Akıl kalbin nuru ve yürekten yukarı dimağa doğru tecelli eder; yani güneş ve arş yukarıdan aşağı tecelli ederken, gönül güneşi ise aşağıdan yukarı tecelli eder. Çünkü: İnsan âlemin aksidir. Alemin içini dışına çevirirsen Adem olur. Zira her ne ki âlemin zâhirinde var, Adem'in bâtınında var.

Ki bunu Mısri Hazretleri, “İçin dışa hayâlatı, dışın içe zuhurâtı” olarak anlatır. Bayezid Bestami Hazretleri ise bambaşka bir zaman diliminde devamını da anlatmıştır: “Yüce arş, cisimler âlemini kuşatır. Milyon kere arş ve içinde olanlar, arifin kalbinin köşelerinden bir köşeye konulsaydı, arif onu hissetmezdi. Çünkü gönül yerlere, göklere, arşa ve kürse sığmayanı Allah'ı içine sığdırmıştır. Onun bu derece genişliğine / sonsuzluğuna şaşılır mı?”

İnsanda cem olan kainatın tüm özellikleri ışığında noktaya yeniden dönelim. Zaten geride başka bir şey kalmadığını idrak edeceğiz. Nokta var. Hep vardı. Olacak. Bu ne demek? Nurü'l Arabi'nin dilinden gönül şahitleri bir arada veya ayrı ayrı şöyle yanıtlıyor bunu:

“Aslında amacımız sensin.” Yani insan. “Sendeki noktayı şerh etmektir.”

İmdi bu malumattan sonra Nurü'l Arabi'nin şerh ettiği bir Mısri şiirinin ilk dizelerini okuyalım: “Hak ilmine bu âlem bir nüsha imiş ancak / Ol nüshada bu âdem bir nokta imiş ancak / Ol noktanın içinde gizli nice bin deryâ / Bu âlem o deryadan bir katre imiş ancak...”

Adem'liğini her kim bildi ve buldu ise Adem odur. Vüs'at-ı ilahiyyeye nihayet olur mu? Böyle soruyor Nurû'l Arabi. Yani ilahi genişliğin sonu olur mu? Buradan hareketle şunu da sorabiliriz: Vuslatın yani kavuşmanın, birleşmenin, bir olmanın noktası olur mu?..

Seven ve sevilen aynı nurdandır denir. Vahdet aynasından bakıldığında hepsi 'bir'. Mâşuk nihayetinde bir kişidir; Hazreti İnsan. Resulullah (sas) için makam-ı Mahmûd'u istemenin nasıl sonu yoksa... Her devirde... Devranda... Kemâlâta doğru yol alırken, nefsin merhalelerinde usul usul yükselirken... Soralım kendimize: Ya 'Hazreti İnsan'ın sonu olur mu?
#Melamilik ve Seyyid Nurû'l Arabi sempozyumu
#Muhyiddin İbn Arabi
#şiiir
9 yıl önce
‘Hiç senin senden haberin var mı?’
AK Parti’deki “kan ve ruh kaybı” nasıl telafi edilebilir?
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!