|
‘Hunharca hisler’le katil olmanın cezası

Kötülüğü, şiddeti, saldırganlığı, katliamı, tecavüzü, sömürüyü, suiistimali tasvir edip ayrıntılarıyla anlatmak suretiyle insanın tahayyülünde canlandıran, özendiren, yücelten sözleri çoğaltmaktan ve gençlerin nefsini kamaştırmaktan imtina eden bir yayıncılık anlayışımız yok.

Gelgelelim ortada çok açık bir zulüm, hunharlık ve şiddet var. Hiç kimsenin bu yayıncılık üslubuna takılarak görmezden gelemeyeceği kadar vahim bir zulüm. Tecavüzcüsüne karşı bir genç kızın direnmesi sonucu katledilmesi. Sahiden de insana isyan ve intikam hisleri dışında pek az bir alan bırakıyor zulme karşı direnecek bir üslup tutturmak için.

Bizi bu derin yara karşısında birleştirecek ortak acı ise her saat başı daha fazla ayrıştırıyor ne tuhaf ki. Bizi çatıştıran, bölen, parçalayan tüm mayınlı hatlar aleni olarak bir kez daha patlamaya devam ediyor. Nasıl bir toplumsal cinnetse bu. Sözgelimi kimi başörtülü kadınların bu hunharlığı kınamayacağından hareketle onları açıklama yapmaya davet ediyor. Ne alaka derken, anlıyoruz ki, birileri örtülü kadınların daha az tecavüze maruz kaldığını söylemekteymiş.

Bu sefer bu erkek egemen bakışı yargılamaya kalkıyoruz ama yine isabet edemeden başka bir kategoriye saplanıyoruz. Dünyada en çok kadına tecavüz tam da kadınların örtülü bir hayat yaşadığı bizim geniş coğrafyamızda vukuu bulmaktaymış. O zaman yine dine hakaret etmek isteyenler devreye giriveriyor. Tabii buna razı olmayacak ne kadar mütedeyyin kitle varsa ayaklanıveriyor. Ne münasebet, bunlar din zannedilen ataerkil geleneklerdir, kadına zulmün dini imanı olmaz diyerek protesto gösterilerine başlıyorlar.

Kimi dans ederek, kimi siyahlar giyerek, kimi her fırsatta yine Erdoğan’a çatarak siyasi söylemlerinin merkezine alıyorlar bu çok vahim olayı. Kimi idam istiyor, kimi zorbalar hadım edilsin diyor. Yemeği sıcak gelmediği için karısını boğazlayanların, kızı arkadaşıyla telefonda konuştuğu için namusunu temizleyenlerin hiç eksilmediği ülkemizde: Bir acılı aile daha yas tutuyor bugün.

Bizler birbirimizi defalarca katlederken, birbirimizden nefret etmek için en acıklı vesileleri dahi bir çatışma alanı olarak kullanmaktan çekinmezken... Sussa da bağırıp çağırsa da, derdini içine atsa da, intikam yeminleri etse de... Bir daha geri gelmeyecek evlatlarının yasını tutan bir aile daha...

Bu hunhar saldırganlık karşısında birbirimize düşmek yerine biraz utanma, biraz sükunet, biraz dayanışma ve yapıcı olarak çare üretmesi gerekenleri teşvik eden bir üslup tutturmak düşüyor bize. Ama hepsi bu değil. Henüz kamuoyunda hiç konuşulmaya fırsat bulunmayan çok vahim bir durum daha var. Saldırganın babasının suç ortaklığı.

Maktûlenin psikoloji öğrencisi olmasıyla tuhaf bir örtüşme hali bu. Zira acı içindeki kendi babası bu elim olay karşısında güçlü bir irade sergileyerek, kimseyi nefrete, intikam ve öfkeye sevk etmemeyi başaran bir açıklama yaptı. Hepimizin ibret alması gereken bir açıklama:

“Memleketimizin, hatta dünyanın aslında öncelikle barışa ve sevgiye ihtiyacı var. Ben öncelikle kendim için şunu söyleyeyim; ben günahkarların günahkarı, fakirlerin fakiri, acizlerin acizi bir garibim. Rabbim özel yaratmış, güzel yaratmış, çok sevdi yanına aldı. Bu memlekette artık ikilik olmasın. Bu vahim olayı yapan insanlara da zulmedilmesin, adaletin karşısına çıkıp cezalarını çeksinler. Allah onların analarına, babalarına da yardımcı olsun (...)

“Sevmekten başka bir çıkar yolumuz yok. Teslim olursak içimizdeki bütün güzellikler ortaya çıkacak. Savaşırsak, sonunda nefsimiz kazanacak ve analar, babalar ağlayacak, meleklerin kanatları koparılacak, meleklerin çığlıklarını kimse duymayacak. Duyduğumuz kulaklarımızın, gördüğümüz gözlerin aslında bir anlamı yok. Memlekette herkes bir şey söylüyor; biz ne ocuyuz, ne bucuyuz...”

Özgecan’ın babası bu ibretlik konuşmayı yaparken, katilin babası ise oğlunu polise teslim etmek veya yaptığının yanlış olduğunu söylemek yerine onun suçuna iştirak etmek suretiyle ellerini kana bulayabilmişti. Buradaki soğukkanlılığın, oğlunun zorbalığını çoğaltan tavrının sosyal psikolojik bir okuma beklediğini göz ardı etmemeliyiz.

Zira bu okuma, olayı kısıtlı siyasi taraftarlılıklar içinde tartışmaktan daha derin alanlara bizi götürecektir. Öldürmenin insanlar nezdinde giderek meşruiyet kazanmasının altında yatan pek çok veri var çünkü. Entrika, cinayet ve şiddet görüntüleriyle reyting yapan filmlerden, şiddeti yücelten ve süslü gösteren hikayelerden çoktan geçtik. Artık öldürmek yetmiyor. Öldürme biçimleri teşhir ediliyor sanal alemlerde.

Annelerini, babalarını nasıl, hangi yöntemlerle öldürdüklerini anlatanlar bile var. Şiddet teşhir edildikçe sirayet ediyor ve meşrulaşıyor. Nitekim zanlı da cinayeti ayrıntılarıyla anlatırken hiçbirimiz ibretlik bir sonuca varmaktan, pişmanlık, vicdan azabı duymaktan bahsetmiyoruz. Bu ham ve aleni haliyle kötülüğün yaygınlaşmasında her birimizin payı olduğunu hatırlamak zorundayız.

Zanlının ‘hunharca hislerle öldürme’ ile yargılanacak olmasının cezası ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasıymış. Aflardan da muaf olacakmış. Umarım bu topraklarda kapanmayan yara olan kadın şiddetine karşı bu caydırıcı bir emsal teşkil eder. Zira hunharca hislerle katil olmak sadece maktûle karşı değil, katile ve tüm topluma karşı da bir zulüm.

#tecavüz
#psikoloji
#Entrika
9 yıl önce
‘Hunharca hisler’le katil olmanın cezası
Seçimi bırak sahaya odaklan
İsrail yalnızlaşırken Starbucks’ın açıklayamadığı gerçek
Sîdî Ukbe Ulucamii Müslüman Batı dünyasındaki dini yapılarının atasıdır
Randevu sistemi, kamu iletişimi ve ötesi
Şiddeti, ‘kültür’ ile aşabiliriz