|
İnsanlığın hikayesinde hazreti insanı okumak

Kocaları tarafından sudan bir sebeple öldüresiye dövülen kadınlar, masumları katlederek toprak işgal eden ordular, iç savaş fitnesi çıkaran kravatlılar, çarpıtılmış haber dosyalarıyla diplomatik ağızla tur atan bölge uzmanları... Ve bitip tükenmez yalan dolan, hile, rüşvet, sömürü, suiistimal, şantaj, nefret, intikam... Hayatımız bu.

Bu kavramlarla yazılıp duran insanlık hikayemizin içinde, hazreti insanın hikayesi yer almıyor ne zamandır. Bu ‘küresel’ hayata bakışımız ile veli olmak, Hak dostu olmak, arif olmak, aşk şahidi olmak arasında bir ilişki kuramaz hale gelmişiz.

Zira veli, önceki yazımda da değindiğim gibi köşesinde oturup cübbesiyle takkesiyle topluma vaaz eden kişi olarak algılanıyor. Onun bizzat hayatın içinde, işinin başında olduğunu, mühendisliğini, şairliğini, tezgahtarlığını, ırgatlığını, yöneticiliğini en iyi şekilde yapmaya çalışan bir beşer olduğunu düşünemiyoruz.

Siyasi liderler, toplumdaki kanaat önderleri ya da sıradan vatandaş olarak bizler arif olana, veli kimseye, ya da başka bir tabirle insan-ı kamil mertebesindeki hazreti insana yakınlaştığımız oranda kendi güzelliğimizin cevherine kavuşmuş olacağız ama farkında değiliz. Ya da vaktimiz yok. Ya da zaten bütün bu ‘şeyler’ hayatın dışında, uzakta, keşişler gibi yaşayanların seçimi sanıyoruz. İlgilenmiyoruz.

On yedinci yüzyıl büyük mutasavvıflarından Niyazi Mısri’nin (ks) Malatya’dan başlayan ve Limni adasında sürgündeyken ayağında bukağıyla son bulan hayatına dair tek kelime dahi duymadan, insan olma serüvenini (seyr- ü süluk) oya gibi işlemiş şiirlerini bir kez olsun can kulağı ile duymadan: Liseyi, üniversiteyi bitirdim, yıllarca gazetecilik yaptım, barış, kardeşlik, adalet vs için elimden geleni yapmaya çalıştım. Ve tüm bunları yaparken neyin eksik olduğunu bilmemem, asıl büyük cehalet imiş. Sonradan anladım.

Kulaktan dolma sözlerle yetindim belki daha ziyade. “Bu Mısri gibi, Yunus gibi, Mevlana gibi kişilere peygamber muamelesi yapılıyor. Ne gerek var. Kur’an ve Peygamber bize yeter!” Böyle diyenlerin ne kast ettiğini pek bilmezdim ama her kültürde idoller, ikonlar bir biçimde maneviyat ihtiyacını da karşıladığı için yadırgamazdım da.

Otuzlu yaşlarımda kalbim İbn Arabi hazretlerinin bir kitabıyla açılmaya başladı ilk olarak. Kur’an okumayı öğrenirken bir hatim yapabilsem ne mutlu bana dedim sonraki yıllarda. İlk hatmimi yaptıktan sonra ise usul usul anladım ki, hatim yapmanın anlamı sadece mushaf okumaktan ibaret değilmiş. Çünkü sahici bir insan olmak için ‘oku’ diye başlayan ilk inen ayetin de buyurduğu gibi kainattaki her şeyi okuyacak bir gönül gözüyle bakmayı öğrenmek gerekiyor.

Pratiğe dökülmeden öğrenilen ilim ve dahi ‘güzel ahlak’ insanı Rabbine yaklaştırmaya yetmiyor. Vücud birliğinin, tevhid hakikatinin canlı tefsirini vücudunda yaptırmaya yetmiyor. Şunu da acizane anlamaya başladım ki, insanın aslına dönmesi Rabbine dönmesi imiş ve bunun sırrı kendini bilme serüveni denilen seyr-ü süluk’tan geçiyormuş. Nefsin mertebelerini usul usul yükseltmek ancak Musa Hızır kıssasındaki gibi bir ‘hakiki mürşid’ ile gerçekleşebiliyor. Yani sevenlerin silsilesine dahil olup Muhammedî mührün tasdiklediği, ben’ini ‘biz’ kılmış bir hazreti insanın nefesi ile...

İbn Arabi hazretlerinin ‘canlı söz’üyle çarpıldıktan sonra Kur’an’ın billurlaştırdığı insan olan diğer Allah dostlarını ve bugünün sağ olanlarının (maalesef bir yığın sahtesi de var) nasıl ‘Kur’anla ikiz’ olduklarını kendimce izlemeye başladım. Bütün sıfatları, tanımları kaldırarak Mısri gibi, İbn Arabi gibi hazretlerin neden zamanı ve mekanı aşarak ‘canlı söz’ olduklarını anlamaya başladıkça, insanın evrensel niteliklerini taşıyan gerçek insanlarla bir yakınlık kurabileceğimizi biliyorum artık.

İnsan-ı kamil bir aşk sözcüsü değil. Bir alıntı / çalıntı aşık hiç değil. O halde soru şu: Onun bizzat ‘yaşayan Kur’an’ olmasının pratiklerini nasıl bugün yeniden hayata geçirebileceğiz insanlığın serüvenini yazarken? Önceki yazımda Niyazi Mısri Hazretlerinin Ege denizindeki Limni adasına ilk sürgüne gönderildiği vakit tekke ve tasavvuf düşmanları tarafından Bursa’daki Ulu Cami’de bulunan kitap ve defterlerini yağmalandığından bahsetmiştim.

Kamil insanlar kendilerini hep böyle yağmalatmak için var. Her sözleri, her tavırları bizler için kaynağından çektiğimiz hayat suyu. Etinden, sütünden yararlanmamız için en yorgun haliyle bile bize kendilerini verirler, ilimlerinden infak ederler her daim. Yağmalayın derler. Onların kesilmeyen nefesi bütün aşıkların nefesidir, sözlerin bütün aşıkların sözüdür, hilafetleri Hazreti Ali’nin ve Resulullah’ın hakikatini birlemeye hizmet eder.

İnsanlığın savaşlardan ibaret olan tarihi yazılırken Hz. Peygamber’in (sav) buyurduğu gibi, ‘büyük cihad’ kabul edilen nefsle savaşın tarihi de işte hazreti insanların önderliğinde medeniyet arşivlerinin kayıtlarına geçmektedir. Aşkın dilinde. Bizlere ise büyük medeniyetin kurucu değerlerinden dem vurduğumuz bugünlerde bu dili sökmek düşüyor. (Devam edeceğim.)

#Niyazi Mısri
#Mevlana
#İbn Arabi
9 yıl önce
İnsanlığın hikayesinde hazreti insanı okumak
Seçimi bırak sahaya odaklan
İsrail yalnızlaşırken Starbucks’ın açıklayamadığı gerçek
Sîdî Ukbe Ulucamii Müslüman Batı dünyasındaki dini yapılarının atasıdır
Randevu sistemi, kamu iletişimi ve ötesi
Şiddeti, ‘kültür’ ile aşabiliriz