|
‘Romancı’ gençlerin dijital dünyası
Geçtiğimiz ay içerisinde birkaç kez üst üste kitap fuarlarına katılmak durumunda kalınca bildiğimiz şeylerin ne kadar hızla değiştiğine bir daha tanıklık ettim. İlk romanımın yayınlandığı 98 yılından bugüne yayıncılığın memleketimizde geçirdiği evreleri yeniden hatırladım. Eskiye takılıp kalmak gibi bir niyetim asla yok, buna rağmen bazı şeyleri kayda geçirmekte yarar var diye düşünüyorum, önümüze bakarken...

90’lı yıllar memleketin kültür sanat alanında da tıpkı siyasette olduğu gibi, darbe sonrası yeniden açılımlara girdiği bir dönemdi. Kameralar, tv kanalları bollaştıkça, bireysellik, görsellik, gündelik hayat, mikro algılar, özel ilişkilere dayanan popüler kültür hikayeleri vs öne çıkmaya başladı. Fakat elan aynı zümrenin tekelindeydi bu açılımlar paketi.
Her açılışta kaçınılmaz olan iki başlılık elbet bakiydi. Bir yandan arabesk sonrası yerli pop müziği patlaması yaşanmaktaydı mesela. Bir yandan da Batı’dan ithal etmeyelim derken son derece vasat, niteliksiz parçaların sayısı artıyordu. Değişimin kaderi böyledir. Hem icraat artar, hem muhteva zayıflar, içi boşalır. Paylaşım yerini tüketim alır. Engellemek anlamsızdır ama. Nereden ne çıkacağı, neye evrileceği bilinmez. Bazen suyun üzerinde dahi durmayı beceremeyenler, sizi en derin sularda kulaç attırmaya yöneltir.

Reklamcılık ve medya sektörü, müzik derken sırasıyla yayıncılıkta patlama gerçekleşti, ardından sinema ve plastik sanatlarda. Sanat galerilerinin, art direktörlerin, metin yazarı ve reklamcıların, ressam ve fotoğraf sanatçılarının olduğu kadar dizicilerin, gazeteci ve yazarların, yayıncıların son otuz yıl içinde rüya ve hayallerinden yitirdiklerine; kullandıkları gereçlerden okudukları kitaplara, dinledikleri müzikten gittikleri kafelere... Uzun seferlerinin zevk ve kahır duraklarını adlandırabilirim kolayca. Bunların içinde yaşayan, bu çevrelerdeki değişimin dinamiklerine saniyelerle şahitlik eden kuşaktan ve çevreden geliyorum zira.

Medyanın ve kültür sanat dünyasının trendlerini hasbelkader izlemek asla yetmez, o değişimin içinde siz de dönüşürsünüz durmadan. Dönüşmek istemeyenlerin hepsi değil tabii ama büyük kısmı ise bugün hâlâ memleketin gidişatının kendi kurguladıkları gibi gerçekleşmediğini görmekten muzdarip, eleştirmekten gayrı bir değer üretemez halde. Eskinin kültür sanat tekelini elinde tutanların bazılarından bahsediyorum. Muhalif sanat elbet anlamlı ve gereklidir ama onun da evrensel kodları olmalıdır, nefsin en sığ terimlerine insanlığı hapsetmekten başka...
Bu mevzuyu fazla uzatmadan derdimi anlatmaya geçeyim. İlk romanımın yayınlandığı 98 yılında henüz yayın dünyası çoksatanlar kavramına dahi aşina değildi. Eserinizi bastırmak için kapı kapı dolaşırdınız. Acizane ilk romanımı dosya halinde bir yarışmaya yollamıştım ve birinci olduğu için ödül olarak basıldı.

Sonraki yıllarda hızla yayınevlerinin sayısı arttı, yazarlar eskiye oranla isim yapmaya başladı, popüler kültür belki en fazla romancıları sevdi. Bugün gençlerin pek çoğundan şu soruyu duyduğumda tebessüm ediyorum bu yüzden: “Acaba roman yazmaya nasıl başladınız, ne tavsiye edersiniz?” Bu soruyu kitap fuarlarındaki imza ve sohbetler vesilesiyle giderek daha sık duyduğum için, ah diyorum, her seferinde bunu sorana, “sen de roman yazmak istiyorsun değil mi!”

Bugün gençlerin anlamlı bir kısmı daha ziyade roman yazıp tanınmak, bir köşe kapmak, meşhur olmak istiyor. Fakat edebiyatın Dostoyevski’lerini, Tanpınar’larını, Kemal Tahir’lerini, Yaşar Kemal’lerini, Balzac’larını vs okuyarak gelişmek, esinlenmek, zevk almak istemiyorlar. Onun yerine bugünlerde çok revaçta olan bir sitede yayınlıyorlar yazdıkları romanları. Tıklanma rekoru kırıyorlar. Onlar internette birbirlerini okuyarak romancı olacaklar, hatta oluyorlar.

Ailelerinden, sokaktan, gündemden, sanattan uzak ve kopuk, ekran odaklı bir iletişim içinde heyecanı, merakı, aşkı yaşamaya çalışıyorlar. En çok buldukları da şiddet ve şehvet oluyor. Geçen gün Bursa’daki fuarda 15 yaş kuşağı muhafazakar aile kızlarının pek çoğunun önünde metrelerce kuyruk oluşturduğu dijital dünya fenomeni bir genç kızın yazdıklarını getirdi bir sınıf öğretmeni bize. Biraz okuyunca...

Evet dedim, artık kuşaklar arası farklılığın klişe anlamda dahi sosyolojisi yapılamaz. Zira bu farklar artık saatlerle gerçekleşiyor. Eskisi gibi on yıllık dilimlerle filan değil. Endişelenecek elbette çok şey var ama gençlerin dilini, beklentilerini anlamadan, onlara bunca zamandır ne verdik diye kendimize eleştirel bakmadan, umutsuzluğa kapılmayı çok anlamlı bulmuyorum. Öte yandan ebeveyninden eğitimcisine herkesin en büyük sorunu bu. Gençlere nasıl bir eğitim verilecek... Bu can alıcı mevzuya inşallah devam edeceğim.
#roman
#edebiyat
#sanat
#gençler
#teknoloji
#kitap
9 yıl önce
‘Romancı’ gençlerin dijital dünyası
Yaralı coğrafyalarımızı konuşmaya daha yeni başlıyoruz
Sosyal Çürüme Yazıları 7: Dedelerden himmet umma cumhuriyeti
Paket iyi de ‘kampanya’ nerede?..
KDV artışının KDV indiriminden daha çok alkış aldığı ülke
Arapça tabelalar ve yeni CHP