|
Rusları tasavvuf şiiri ve Yunus Emre’yle buluşturduk
Nisanın son haftası Moskova'daydık. Güncel siyasi olayları dünya devletleri üzerinden konuşurken sık sık genelleştirmeler yaparız. Rusya şunu yaptı, İran bunu yaptı, Amerika şöyle dedi vs. Devlet politikalarını analiz ettikçe halklarını da tanıyoruz hissine kapılırız. Oysa her seferinde, her ilk kez gittiğim ülkede aynı hisse kapılırım: Devletlerin siyaseti üzerinden halkların özelliklerini tanımamız çoğunlukla mümkün değildir.

Rusya'da da aynı şey oldu. Dostoyevski'nin, Puşkin'in, Turgenyev'in, Tarkovski'nin Rusya'sı bana Putin'in Rusyası'ndan daha tanıdık geldi. Putin'in olduğu kadar mesela Stalin'in de bu toplumda ne ifade ettiğini anlayabilmek için devlet ilişkilerinden, konjonktürden daha başka, daha sıcak ama karmaşık verilere ihtiyaç var. Bir de şu var. Bir yere gittiğinizde ne kadar değişik, otantik filan olursa olsun, taşa, toprağa, kapıya bacaya bakmakla o yeri tanımış olmuyorsunuz. Anlamak için illa insanına bakmak gerekiyor. İnsan yüzlerinde gezmek, soluklanmak gerekiyor.

İşte bu açıdan Rusya'ya ilk gidişim büyük bir ikram oldu benim için. Çünkü Ruslara tasavvuf şiiri ve Yunus Emre üzerine bir dizi konuşmalar yapmak üzere çağrılmıştık. Sık sık yazılarımda bir vesileyle değindiğim Yunus Emre yorumları kitabının yazarı Mustafa Tatcı, Sadık Yalsızuçanlar ve müzisyen Sedat Anar ile birlikte dört gün boyunca altı oturuma katıldık.

Farklı yaş ve mesleklerden insanların bir araya geldiği Moskova Çaykovski Devlet Konservatuarı'nda gerçekleştirdiğimiz üç konuşmada da spontan olarak çeviri yapıldı. Dolayısıyla her cümleden sonra durup tercüme edilmesini bekledik. Ki bu bende çok tesirli bir karşılık buldu. Rusların hangi terimlerden anlayacağını, hangi terimlerden anlamayacağını tartma fırsatını buldum beklerken. Sanırım bu diğer konuşmacılar için de geçerliydi.

Yunus Emre üzerinden tasavvuf şiirini, aşkı anlatmak aynı zamanda ayetlerden, hadislerden de bahsetmek demekti. Ama bunu hem onların anlayacağı şekilde, hem de kendi gerçeğimizden taviz vermeyecek şekilde nasıl yapacaktık? Ruslar'da da yer yer yaygın olan İslam fobisini körüklemeden, bugünlerin yıkıp döken ve birbirlerini İslam adına katleden savaşçılarını filan söz konusu etmeden, kendi derinleştiğimiz yolda onların bize eşlik etmesini nasıl sağlayacaktık?..

Bir yandan Dostoyevski ile Yunus Emre gibi şairlerin insana bakışları arasındaki benzerliklerden bahsetmek gibi kapsayıcı bir yaklaşıma gittik. Bir yandan da insanlığın evrensel dilinde anlaşabileceğimizden hareketle onların kendi kültürlerinden mecazlara başvurmayı akıl ettik. Örneğin Sadık Yalsızuçanlar Tarkovski'nin sanat anlayışından bahsederken Lale Müldür'ün bir şiirinden örnek verdiğinde ikisi arasındaki ortak dil kendiliğinden ortaya çıkıyordu.

Ya da Mustafa Tatcı hakikatin dilinden bahsederken; “Tasavvuf şairleri için aşk, Matruşka bebekler gibidir, içi vardır, içi vardır” dediğinde, Ruslar tebessüm ediveriyordu kafa sallayarak. Aynı şekilde vahiy dediğimizde onların dünyalarında bizdeki anlama yakın bir karşılık oluşmadığından biraz daha genelleştirerek mesela Tanrısal ilham demek durumunda kaldık. Yetkin ve terminolojiye hakim tercümanlar oysa daha iyisini önerebilirlerdi. İslam'da dört kadınla evlilik meselesi açılır açılmaz ise söz gelimi insanın hammaddesindeki dört unsurla birleşmesine (ateş, su, hava toprak) de bir gönderme yapan Tatcı hocanın sözlerinin kalplere değer değmez tefekküre yol açtığına tanık olduk.

Nihayetinde aşkın dili evrensel olduğundan İbn Arabi'nin Arzuların Tercümanı adlı eserinde anlattığı kadından Dante'nin nasıl esinlendiğini ve Yeni Hayat adlı eserinde anlattığı kadının özelliklerini nasıl benzer şekilde kurduğunu bizzat Avrupalı araştırmacılar tarafından ortaya çıkarılışına değindiğimizde... Evet, yine kapıyı aralamış oluyorduk. Gönülden gönüle yol vardı, yollar vardı. Ama asıl, en kestirme yol müzikti.

Sedat Anar, Yunus Emre'den, Niyazi Mısri'den ilahiler söyledi, üç bin beş yüz yıllık kadim bir çalgı olan santuruyla defle, tamburla izleyicileri coşturdu, kıpırdattı, ruhlarını diriltti. Hatta kimi zaman, tekke usulü gazellere tüm salonu eşlik ettirdi. Diğer oturumlarda da bir tarih öğrencilerine, bir de Türkoloji öğrencilerine konuştuk. Her seferinde izleyiciler çıkarken bize sarıldılar, bitip tükenmez bir biçimde teşekkür ettiler ve bununla yetinemediklerini, ille ders şeklinde bu sohbetlere devam etmek istediklerini belirttiler.

Özellikle Tatcı hocanın anlattığı şiir yorumları üzerinden İslam'ın iç yüzü... Onların yüzlerindeki manayı genişletti, gönüllerini şenlendirdi. Açıkçası böyle yoğun bir buluşma gerçekleşeceğini tahmin etmemiştim. Dünyanın neresinde olursa olsun, insanların sahih bir maneviyata ihtiyacı olduğunu, gündelik hayatın dip akıntılarında bunu paylaşmanın, birlikte çoğaltmanın ve içselleştirmenin her dilde mümkün olduğunu fark ettim.

Gelgelelim en büyük sorun tercüme işi. İslam'ın terminolojisine, (nefs, Mevla, nur, mürşid, seyr ü süluk gibi kavramların hakikatine) vakıf olan ehil tercümanlara ihtiyaç var. Sadece Rusça'da değil, diğer dillerde de. Bizdeki tercümanlar ise daha ziyade ticaret, işbirliği vs gibi konularda ehiller. İnsanlığın evrensel havuzuna katacağımız ilahi / evrensel değerlerimiz nedir diye baktığımızda, dönüp dolaşıp Yunus'lara, Mevlana'lara geliyoruz. Alıntı yapmak için değil, bugünün dilinde yaşamak, yaşatmak için dönmeliyiz artık onlara.

Bunun için acilen tercümanlar yetiştirilmeli ve devletin de katkısıyla dünyanın pek çok yerinde bu tür programlar organize edilmeli. İslam'ın ne olduğu, ne olmadığı ancak onu sahicilikle yaşayan aşk ehli kişilerin 'canlı' halini tercüme edebildiğimiz oranda gerçek anlamda bir paylaşım sunmuş olacağız. Ancak gönülden gönle yollar halis niyetle açıldığında işgallerin yerini fetihler alır.

Yalsızuçanlar'ın dediği gibi; “Yunus Emre Kültür Merkezi'nin acilen açılması ve sadece Moskova'da değil, Rusya'nın önemli merkezlerinde çoğalması gerekiyor. Akraba Topluluklar'ın, TİKA'nın, Diyanet Vakfı'nın, Kültür Bakanlığı'nın, TRT'nin ve diğer kültür kurumlarının Rusya'ya dönük çalışmalarını artırması, zenginleştirmesi gerekiyor.” Ama daha önce MEB'in yazarlarla yaptığı toplantıda da dile getirildiği gibi her şeyden önce tasavvuf klasiklerimizin de çevrilmesi için ve bugünün dilinde değerlerimizi hakkıyla aktarabilmemiz, paylaşabilmemiz için acilen bir tercüme bürosu kurulmalı.

Bizleri Rusya'nın başkentine bu anlamlı etkinlik için davet eden Moskova Büyükelçimiz Ümit Yardım'a teşekkür borçluyuz. Basın ataşemiz Orhan Gazigil ise etkinliğin son iki gününde yaptığı şahane çevirisiyle, ehil bir tercümanın nasıl olması gerektiğini hepimize kanıtladı.
#Sedat Anar
#Yunus Emre
#tika
#Yalsızuçanlar
#rusya
9 yıl önce
Rusları tasavvuf şiiri ve Yunus Emre’yle buluşturduk
Efendimiz’in (sav) Zekâtı-2
Yeni Şafak ve Akit gazetelerine yapılan saldırı talimatı Suriye’den
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı