|
‘Yağmadır alan alsın!’

Birbirimizden nefret ettikçe kalbimizle katil oluyoruz. Her şey bir gerekçe olabiliyor katletmeye. Her gün sarsıcı cinayet, orantısız şiddet, katliam... Ömür geçiyor, nesiller geliyor geçiyor. Varoluşun şiirini yazmak oysa aşk ile mümkün. Cemal ile celal’in bir arada oluşuyla yazılıyor şiirimiz. Çiçek böcekten, kenar süsünden ibaret değil çünkü aşk; yoksa razı olmak çok kolay olurdu.

Dökülen kan oluk oluk iken, zulmün ortasında, razı olmak ise: Adaletle olan ilişkimizdeki en büyük sınav. Elbette direniş ahlakı, onurlu mücadele vesaire gerekiyor zulüm ve haksızlık karşısında. Ama celalinden razı olarak mücadele edebilmek, sabır ve tefekkürle haksızlıkların ortasına dalabilmek, insanın nefsiyle mücadelesi anlamına geliyor. Kutsal savaş.

Hazreti Peygamber’in (sas) “büyük cihada döndük” buyurması, nefsinle savaşmanın ölçülerini getiriyor. Varoluşun şiiri; celal ve cemali cem etmekle yazılıyor. Buradan oraya, içten dışa, ezelden ebede... Eskimeyen, değişmeyen ne varsa...

Toplumsal histerilerle, toplu cinnetlerle, zulme karşı koymak adına geliştirilen ölçüsüz nefret ve öfke patlamalarıyla vücudun birliğini idrak etmemiz ise çok zor. Alemde bir şey olduğunda, içimizde de bunun bir karşılığı bulunduğunu fark edebilmek için seyretmek yetmez, şahitlik gerekiyor. Ayetin dediği gibi bir tür okumakla gerçekleşiyor bu. Kainatın sayfalarını hece hece yutmakla.

Her şey ile her şey arasında kesintisiz bir bağ var. Bunun kopuk olduğunu sanmak bizim şaşı bakışımızla ilgili. Yeterince iyi yutamayışımızla ilgili tevhid hakikatini. Vücud bir bütün. İçi insan, dışı kainat. Vücudun birliğini gerçekleştirmek tevhidi nefsinde ve yaşantında tatbik etmekle mümkün olabiliyor ancak.

Bu tatbikatı insanın kendinde ve toplumsal alanda yaşantıya geçirebilmesinin yollarını döşerken, artık belki aşkın da sosyolojisini yapmamız gerekiyor. Yunus Emre’nin ‘canlı sözleri’nden hareketle tevhid sosyolojisi ve ‘biz’ kavramı üzerine bir süre önce başladığım yazılara bu vesileyle devam etme niyetindeyim.

Zira medeniyet kurma yolunda evrensel değerlerin ihyasından bahsediyorsak bu aşk ile mümkün ve bu afaki, soyut, romantik, hayali bir şey değil. Yaptığını hakkıyla yapmak demek mesela. İşini, ilişkilerini, evliliğini, müdürlüğünü, ırgatlığını, yöneticiliğini, siyasetçiliğini, öğretmenliğini, vaizliğini güzel yapmak. Böyle bakıldığında güzelin içinde çoğalan, paylaşılan, ifadesini bulan ve adeta yağmalanan aşkın mevcudiyetini fark ederiz. Aşk; bu anlamda herkese hem farz, hem sünnet! Celalinden razı olmayı talep ediyor bizlerden.

Allah’a ‘hakke’l yakin’ olmuş, canını kurban ederek canana kavuşmuş ve O’nun güzel isimlerinden ‘veli’ ismi’ne mazhar olmuş nice aşk şahidinin işi gücü tenhada oturmak veya kafasında takke ile vaaz vermek olduğu sanılıyor. Bugünün en kritik gündemlerine, sözgelimi kadına şiddete, hayatın her alanını kuşatan şiddete vesaire bakışımız ile veli olmak arasında bir ilişki kuramaz hale geldik bu yüzden.

Zira veli, köşesinde oturup topluma uzaktan vaaz eden kişi değildir, bizzat hayatın içinde, işinin başındadır. Adalet ve liyakat onun şaşmaz bakışıdır. Siyasi liderler, toplumdaki kanaat önderleri ya da sıradan vatandaş olarak bizler arif olana, veli kimseye, ya da başka bir tabirle insan-ı kamil mertebesindeki hazreti insana yakınlaştığımız oranda aşkın eğitimine de kavuşmuş olacağız.

Onun bir alıntı / çalıntı aşık değil, bizzat ‘yaşayan Kur’an’ oluşunun pratiklerinden yararlandıkça, toplumsal hayatımız da içten dışa güzelleşmeye başlayacak. Okumakla, alıntı yapmakla yetinen değil, bizzat ol’ma makamındaki bu kişilerin soyunun tükendiğini mi sanıyoruz yoksa?

Sözü şimdilik on yedinci yüzyılın büyük mutasavvıfı Niyazi Mısri hazretlerinin (ks) Ege denizindeki Limni adasına ilk sürgüne gönderildiği vakit tekke ve tasavvuf düşmanları tarafından Bursa’daki Ulu Cami’de bulunan kitap ve defterlerini yağmalanmasına getirmekle yetineyim. Hazret, bunu duyduğunda şu dizeleri yazar: “Sevdim seni hep varım, yağmadır alan alsın. / Gördüm seni efkarım yağmadır alan alsın.”

Böyle hunharca bir imha etme eğilimi ve zulüm bizzat insanın kendisini hedef almaktadır. Malını mülkünü kaptırmak gibi değildir bu, yazdıklarına, yaşadıklarına, seni sen yapan ne varsa ona kast edilmektedir. Bugün ve her çağda yaşadığımız nefret katliamlarının aynısı. Oysa onu susturmak isteyenlere Mısri meydan okumaktadır dizeleriyle: “Aldın çü beni benden geçdim bu can u tenden / Aklım dahi her varım yağmadır alan alsın.”

Beni soyup soğana da çevirseniz, üstümü başımı da paralasanız, bütün kelimelerimi silseniz, harflerimi katletseniz, hatta organlarımı birbirinden ayırsanız, varlığımı da paramparça etseniz aslında bir şey eksiltmiş olmuyorsunuz hakikatimden demektedir. Yağmacılara, tacizcilere, tecavüzcülere, kalbiyle katil olanlara ve dahi tüm zulmedenlere.

İmdi aşk sosyolojisine giriş cümlesi kabilinden söyleyelim: Aşık iseniz hep varsınız. Evvelde de, sonrada da. Aşıkların nefesi hiç kesilmez. Ne adada, ne denizde, ne devlette, ne dernekte... (Devam edeceğim inşallah)

#Cemal
#celal
#Yunus Emre
9 лет назад
‘Yağmadır alan alsın!’
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!
Unutma sakın!