|
Efendimiz’in (sav) Zekâtı-2

Dünkü yazımızda, Efendimiz (sav)’in, cömertliği ve zühdü üzerinde durmuştuk. Bugünkü yazımızda ise, O’nun (sav) zekat ve sadaka konusundaki mübarek öğretilerinden ve sözlerinden küçük bir demet arz edeceğiz.

Öncelikle şunu ifade edelim ki, “sadaka” kelimesi, Kur’an ve Sünnet’te hem farz olan zekat ibadetini, hem de nafile olan her türlü yardımı ifade etmek üzere kullanılmıştır. Dolayısıyla hadis-i şeriflerde geçen “sadaka” kelimesi, aksine bir karine olmadıkça her ikisine de şamildir. Bu itibarla zikredeceğimiz hadislerin çoğu, her iki ibadet türünü de kapsamaktadır.

Efendimiz (sav); ashâbını, -ister zekat ister sadaka yoluyla olsun- daima Allah rızası için muhtaçlara yardım etmeye teşvik ederlerdi. Bu hususta beş şeyin altını çizerlerdi: 1. Başkasına muhtaç olmayıp, bilakis insanlara yardım etmek için bol bol çalışmak 2. Kazancı helâl yollardan temin etmek. 3. Öncelikle kendisinin ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak, ondan sonra başkalarına yardımcı olmaya çalışmak. 4. Yardım ederken, yardım ettiği kişiyi asla incitmemek. 5. Yardım ederken, en kaliteli ve en iyi mallardan vermeye dikkat etmek. Bunları kısaca şöyle açıklayabiliriz:

1. Kur’ân-ı Kerim’de Müminlerin vasfı olarak namazla birlikte defalarca zikredilen zekat ibadeti, Efendimiz (sav)’in meşhur bir hadisinde İslâm’ın beş şartından biri olarak zikredilmiştir. Bu şartları yerine getirmek, her Müslümanın vazifesi olduğuna göre, zekat verecek bir maddî imkâna sahip olmak, aslında İslâm’da teşvik edilmiş, demektir. Bu manada, “Veren el, alan elden üstündür.” (Buhârî, “Zekat”) buyuran Efendimiz (sav); ashâbının, tembellik edip başkalarının yardımına muhtaç bir halde yaşamalarını asla tasvip etmezlerdi. Onları kendi ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde çalışmaya teşvik ederlerdi. Fakir bir kimsenin, hiç olmazsa eline bir urgan alıp odun toplamasını ve bunu satarak namerde muhtaç olmadan yaşamalarını tavsiye ederlerdi.

2. Efendimiz (sav), insanları yardıma teşvik ederken de, helâl yoldan para kazanmanın önemini sürekli hatırlatır ve Allah Teâlâ’nın, ancak helâl yoldan kazanılmış malla yapılan yardımları kabul edeceğini söylerlerdi (lâ yakbelullâhu ille’ttayyib).

3. Efendimiz (sav), kendisinin ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan birisinin, ailesinin bu durumunu görmezden gelerek, başkalarına yardımcı olmaya kalkışmalarını asla tasvip etmez; sadakanın en hayırlısının öncelikle kişinin kendisinin, eşinin ve çocuklarının ihtiyaçları için yaptığı harcamalar olduğunu söylerlerdi. Ayrıca akrabaya yapılan yardımı da önceler, onlara yapılan yardımın yabancılara yapılandan iki kat sevap olduğunu vurgularlardı.

4. Efendimiz (sav), yardım yapılırken karşı tarafı asla incitmeden, gurur ve kibir yapmadan, son derece nazik ve edepli bir şekilde davranmaya özen gösterilmesini tavsiye ederlerdi. Öyle ki, “Yardım yaparken sağ elin verdiğini sol elin görmemesini” isterler, gösteriş yapmadan, alan kişinin bile neredeyse aldığını hissettirmeyecek bir nezaket ve hassasiyetle yardım edilmesini salık verirlerdi.

5. Maalesef zaman zaman en adi, yıllardır satılamayan, depoda kalmış malların zekat ya da sadak olarak verildiğini üzülerek görmekteyiz. Aslında zekat ya da sadaka olarak verilen malın kıymeti, kişinin gönlünde Rabb’ine verdiği kıymetle orantılıdır. Bu hususun farkında olan Efendimiz (sav), zekat olarak verilecek aynî yardımın ya da canlının, kendi türünün en iyisinden verilmesini ısrarla tavsiye ederlerdi.

Efendimiz (sav), kişinin Allah rızası için yaptığı yardımları kalıcı bir ahiret yatırımı olarak görmüşlerdir. Meselâ, bir keresinde şöyle buyurmuşlardır: “İnsanoğlu ‘malım, malım’ deyip durur. Halbuki asıl malı ‘Allah için infak edip ahirete yatırımı olarak gönderdiğidir.” Efendimiz (sav); kendisine verilmiş olan “az sözle özlü konuşma (cevâmiu’l-kelim)” ve “fesâhat” yetenekleri sayesinde dinî ve metafizik meseleleri çok latif misallerle anlatırlardı. Bir seferinde, zekat ya da sadakanın Cenâb-ı Hak nezdinde nasıl kıymetlendirildiğini şöyle bir temsil ile anlatmışlardı: “Kim ki, helâl yoldan kazandığı malından Allah yolunda bir hurma değerinde bir şey tasadduk ederse, Allah onu kabul eder. Sonra o tek hurma kadarcık bir sadakayı, dağ gibi oluncaya kadar, sizin bir küheylan tayını büyüttüğünüz gibi sadaka veren kişi için büyütür.” (Buhârî, “Zekat”)

Ne kadar zarif bir misâl! Hayal etmesi bile ne hoş, ne kadar heyecan verici! Allah için bir muhtaca bir hurmacık ya da ona muadil bir şey veriyorsunuz. Hâlik-i Lemyezel Hazretleri; o hurmacığı kabul ediyor, sonra da sizin için onu özenle manen büyütüyor, nemalandırıyor ve o hurmacık, dağ gibi muazzam bir şey oluyor. Bir hurmacık ile, muhteşem bir ahiret yatırımı yapmış oluyorsunuz. Ne bereketli bir ticaret! Ne müthiş bir kazanç!

Efendimiz (sav)’in nazarında, hayrın kemmiyetinden ziyade keyfiyetiydi önemli olan. “Yarım bir hurma ile de olsa muhtaçlara yardım ederek cehennemden korunun.” buyururlardı. Ve ilâve ederlerdi: “Şayet yardım etmek için o kadarcık bir şeyiniz de yoksa, o zaman birbirinize güzel sözler söyleyin! (kelime-i tayyibe).”

Zekat ve sadakanın toplumsal faydası yanında, nefs terbiyesi bakımından da önemini vurgulamak üzere, kendilerine “Hangi zekat/sadaka daha hayırlıdır?” diye sual edildiğinde şöyle buyurmuşlardır: “Sağlığın yerindeyken, cimriliğin üzerindeyken, fakirlikten korkarken ve zenginlikten keyif alırken verdiğindir.” (Buhârî, “Zekat”)

Zekat ve sadaka toplayan şahısların ya da kurumların, toplanan yardımı itinalı ve dikkatli bir şekilde dağıtmaları hususunda da son derece hassastılar. Bu hususta dürüst ve güvenilir olan kişileri, büyük müjdelerle sevindirirlerdi. Meselâ; şöyle buyurmuşlardı: “Kendisine tevdi edilen bir yardımı, ona elini sürmeden ulaştırılması gereken yerlere veren emanetçi, o yardımı yapan iki kişiden biridir.” (Buhârî, “Zekat”) Bu hadis-i şeriften şunu anlıyoruz: “Kendisine emanet edilen yardımı, ulaştırılması gereken şahıslara olduğu gibi ulaştıran güvenilir kişi, sanki o yardımı yapmış gibi sevaba nâil olacaktır.”

Efendimiz (sav), malını Allah yolunda infak eden, iyilik yolunda sarf edenler hakkında o kadar büyük manevî müjdeler vermişlerdir ki, bunları duyup da heyecanlanmamak mümkün değildir. Meselâ; bir seferinde şöyle buyurmuşlardır: “İnsanoğlu sabahladığında yanına iki melek iner. Bunlardan birisi ‘Allahım! İnfak edene mislini ver!’ diye dua ederken, diğeri de ‘Allahım! İmkânı olduğu halde vermeyenin malını telef et!’ diye beddua eder.” (Buhârî, “Zekat”)

Efendimiz (sav), kendileri zekat ya da sadaka kabul etmedikleri gibi, ehl-i beytine de bunları kabul etmeyi yasaklamışlardı.

Ey insanlık güzeli! Ey rahmet elçisi! Ey benim cânım Efendim! Salât sana, selâm sana, bu canlarımız hep feda sana!

Dünyada sünnetinden, ahirette şefaatinden mahrum olmamak niyazıyla…

#Ramazan
#Hz. Peygamber
#zekat
1 ay önce
Efendimiz’in (sav) Zekâtı-2
Bir Başka Mesele: Sistemi psikiyatr ve psikologlar bozdu
Niçin Diyanet
Bi şey yapmalı!
Hayallerin ötesinde yaşanan bir zaman dilimi
Zengin millet fakir devlet