|
Aydının kaynama noktası...

Pazartesi günü modern dönemin aydın kavramı üzerinde durmuştuk. Bu aydın tipinin, pre-modern dönemdeki mütefekkir, kanaat önderi, çilekeş münzevi modelinden farklı bir kurumsallaşma üzerine oturduğunu, aydına yüklenen gücün onun kişisel dengesini bozduğu gibi, bunun aslında bir bilgi/iktidar yayma/kullanma ve meşrulaştırma düzeneği olarak da çalışabilirliğini ifade etmiştik.

Tabii bu hikâyede Sabahattin Ali’ler, Hrant Dink’ler veya münzevi/aykırı aydınlar olmayacağı anlamına gelmiyor. Bir “Parrhesiastes” (Hakikat Anlatıcısı) olarak bu kişiler genellikle ya suskunluk cezasına çarptırılırlar, ya da yok edilirler. Çünkü Parhessia’ya sahip olmak için kişinin kendisi ile kurduğu ilişkide dürüst olma ilkesini benimsemesi gerekir. Hata yapmamaktan değil, dürüst olmaktan bahsediyoruz. Hakikatten değil (çünkü onu sadece küçük bir parçasıyla kavrayabiliriz) hakikat ruhuna sahip olmaktan bahsediyoruz.

Dönelim modern aydının durumuna...

Bu tesadüfi gelişmiş bir sınıf değildir; oluşturulmuştur veya modernitenin açılış kurallarını koyduğu değer/öncelikler zemininde belirli bir tipe uygun gelişmiştir. Modern aydın, modern veya postmodern durumun ötesine geçemediği müddetçe, cama vuran kuşlar gibi kendi düşünsel sınırına çarpacaktır. Kendi kimliği/dini gibi algıladığı paradigmanın (modern yaşam/bilim/kültür biçimleri) kaynama noktasında, yani buharlaşma başladığı anda söze müdahale gücünü yitirdiğini hissedecek ve alarma geçecektir.

Bir paradigmanın yükselişini ve düşüşünü aydın sınıfının durumundan takip edebilirsiniz. Aslında onlar, paradigmanın doğal misyonerleridir. İnandıkları paradigma adına gönülleri, zihinleri ve coğrafyaları, bu arada tabii ki medya, akademiya ve bürokrasi gibi kurumları fethedeceklerdir. Modern zamanlarda artık bireysel, inziva hayatı süren gerçek kişilerden değil, paradigmaya dayalı klikler, bir tarza uygun gelişen stereotipler ve bunları üreten okullardan bahsetmek daha doğru olacaktır.

Modern bilim, sanat ve ideolojiler adına, birer sınır polisi gibi, ayrıksı, tehdit ve farklı olanı temizleme görevi bu sınıfa devredilir. Din etkisizleştirilir, toplum her gün şişen akıl hastalıkları listesi ile kontrol altına alınır, muteber olmayan düşünceler ve müsebbibleri yaratık muamelesi görerek itibarsızlaştırılır.

İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda, Almanya ve Japonya’nın teslim olması an meselesi iken, atom bombasının kullanılıp kullanılmayacağına dönük bir tartışma yaşanmaktaydı ABD’li bilim “adamları” arasında. Azınlık bir grup, bunun gereksiz ve insanlık adına büyük yıkıma yol açacak bir hamle olacağına dair direnmeye kalkmışlardı. Ancak diğer bilim “adamları”, fonların devamı için yaptıkları işin parlak bir sonuca yol açması gerektiği konusunda baskın çıktılar. Böylelikle bizler İkinci Dünya Savaşı’nın atom bombası sayesinde bittiğine ikna edildik. Oysa bu büyük ve ahlaksızca bir yalandı.

Modern uygarlık adına bugün bilim, sanat ve akademide büyük bir donukluk, tektipleşme ve mafyalaşma yaşandığı doğrudur. “Kral çıplak!” diyenler hem azınlıkta, hem de itibarsızdırlar.

Burada modern dönemi, moderniteyi kategorik olarak mahkûm etmek veya değersizleştirmek değil amaç. Modernite, en nihayetinde toplam insan uygarlığının bir ürünü olarak bize (Doğu’ya) da ait bir süreçtir ve ciddi kazanımları olmuştur. Bu kazanımları reddediyor veya kullanmıyor değiliz ki bu oldukça ahmakça olurdu.

Yapılmak istenen, modernizmin öncesiz/benzersiz ve pirüpak olduğuna dair söylemin bir inşa olduğunu ifade etmektir. İnsanı özgürleştirmek adına yola çıkan, bu amaçta önemli açılımlar da yapan modernitenin kurduğu sistem, dünyanın bir bölümünün lehine bir iktidar düzeni kurmuştur ve bu düzen kendi iddiasıyla çelişen yıkıcı taraflara da sahiptir.

İşte modern aydın sınıfı, kilisenin yerini devletin, cemaatin yerini bürokrasinin, bireyin yerini de anlamsızlığın aldığı düzenin ruhbanlarıdır ve dibine kadar kozmoloji üretmektedirler. Rasyonel söylemin altında ciddi bir metafizik süreç işlemektedir. Geçmişin kurumlarını kopyalamakta, ama bunu reddederek, tarihin bir noktasında öncesiz/benzersiz olarak aniden zamanda zuhur ettiğini iddia etmektedir.

Bu aslında bildiğimiz Yaratılış hikâyesinin seküler formudur. Exodus (Çıkış) bölümü ise kolonyal işgallerdir.

Yarın aydın/ruhban sınıfı ile onları yetiştiren kolej/manastır konusunu konuşalım.

#pre-modern
#Hrant Dink
#Sabahattin Ali
9 yıl önce
Aydının kaynama noktası...
Kuklaları oynatan Derin Kuklacılar?
‘Susadım çeşmeye varmaz olaydım’
Türkiye’yi devşirme kurtarıcılardan kurtarma mücadelesi…
Ankara’da vekâletler çekişmesi
Kibirleri boyunlarını aşan muhterisler kim?