|
Bir kısım “aydın” için obituary*

Türkiye’deki aydın müessesini kendi zaviyemden incelediğim son iki makaleyi bir kapanış/toparlama yazısıyla sona erdiriyorum. Kamuoyuna “Liberal aydınlar ile ittifakın sonu” şeklinde yansıyan durumun etkisi sadece bir grup ismin neler yazdığı, neler söylediği ile kısıtlı değil, tarihimizde önemli bir dönemece tekabül ediyor. O yüzden “köprülerin nerede ve niçin atıldığı” ile ilgili mesele hayli önemli.

Söz konusu aydın sınıfının son yedi-sekiz senede infilak etmesi, aslında ülkedeki değişimin ne kadar dipten ve etkili geliştiğinin de bir göstergesiydi. Medya bu manada büyük bir kriz içine girdi; çünkü statükoyu koruma veya oluşturma gücünü, dipten gelen değişim talebini siyasete taşıyan AK Parti/Erdoğan karşısında yitirmeye başlamıştı. Bu durum Türkiye’deki medyanın aslında gazetecilik değil, siyaset mühendisliği yapan bir egemenlik aracı olduğu gerçeğini daha da belirgin hale getirdi. Artık mühendislikler tasarlayıp sonra da yaşananı istedikleri gibi hikayeleştirememeye başladılar.

Hem bu aydın sınıfının, hem de gittikçe yanaştıkları statüko blokunun en büyük hatası ise, Erdoğan’ı sadece kendisinden menkul bir birey olarak değerlendirmeleri oldu. Menderes, Özal, Erbakan ve Ecevit gibi, alan yeteri kadar daraltıldığında liderin çökeceğini ve hareketin kolaylıkla biçimlendirileceğini düşündüler. Halbuki yolsuzluk susturucusu takılmış 17-25 Aralık darbesi muvaffak olsaydı bile süreci yönetemeyeceklerdi. Çünkü halkta ve ülkede “devrimci durum” oluşmuştu.

Teşhis yanlıştı... Erdoğan ne kadar standart sapması yüksek ve mücadeleci bir lider olsa da, sadece kendisinden menkul bir siyasi değildi. Bir tarihi momentumun ortaya çıkardığı toplam değişim arzusunun üzerinde sörf yapan bir ortak iradeyi temsil ediyordu. Hala, ne bu aydın sınıfı, ne CHP, ne TÜSİAD, ne de irili ufaklı statüko/imtiyaz grupları asıl savaş açtıklarının Erdoğan değil, halkın kendisi olduğunun farkına varmış değiller. (Bu kesimlerin içine sadece AK Parti tabanı değil, MHP ve HDP’li seçmen de giriyor.)

İşte çok erken bir tarihte, aslında hemen 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra bu aydınların hoşnutsuzluklarının belirmeye başlaması hiç sürpriz değildi. Bu kişilerin kafasındaki yol haritası ile Erdoğan’ın tabanın taleplerini dikkate alan siyasi tercihleri birbirini tutmadığında, muhtemelen AK Parti’ye tanıdıkları avans ve kendilerince verdikleri kefalet, sırtlarında yüke, kafalarında soru işaretlerine dönüştü.

Seçkin kolejlerde okuyan, Batılı endoktrinasyondan geçmiş, bu ülkede doğmuş olma talihsizliğine hep öfkeli, ancak eski rejim ile de sorunları olup düzenin değişmesini arzulayan bu grubun, AK Parti’nin 25 milyon seçmene dayalı gücünü hayallerindeki Türkiye’yi yaratmak için manivela olarak görmüş olmaları muhtemel. Ama bu manivela dikkatli kullanılmalıydı.

22 Temmuz 2007’de alınan yüzde 47’lik oyun muhtıra veren asker karşısında başta bir zafer hissi uyandırdığı, ancak hemen sonrasında “Bu hareket denetimsiz kalırsa ne olur” şeklinde ürpertici bir kuşkuya yol açtığı düşünülebilir. Bu manada 2008’in hemen başında, AK Parti’nin başörtüsü sorununu çözmek için cüretkâr bir risk alması patronun kim olduğunun gösterilmesi adına fırsat olarak algılanmış olmalı.

11 Haziran seçimlerinde alınan yüzde ellilik oyun ise bu aydın sınıfında hiç de memnuniyet yaratmadığı, sağduyunun tamamen yitirilmesine yol açtığı görülmekte. Bu anlamda AK Parti karşısında “ayakta kalan son büyük güç” olarak gördükleri Gülen cemaatine daha fazla yanaşmaları son derece anlaşılır. (İttifakın bir diğer kolonu Gülen ile bu aydınların Batı analizlerinin özdeş olmasıdır.)

Nitekim Gezi ve 17/25 Aralık’ta büyük bir iştaha ve coşkuya kapıldıkları her hallerinden anlaşılıyordu. Öyle ki, savruldukları zeminin ahlaki çürüklüğünü fark etmekten uzak kaldılar.

Hasılı, asıl sorun, işletim sistemlerinin ve demokrasiye ulaşma anlayışlarının demode olmasıydı. Kafalarındaki yeni Türkiye, Batılılaşma/laiklik, değişim ve demokratikleşme modelleri eski yüzyılın ürünüydü ve zaman onları tasfiye ediyordu. Erdoğan nasıl tüzel bir kişilik idiyse, onlar da küçük bir gruba dair ülke/yaşam biçimlerine endeksli düşünüyorlar, sorun şu ki, bunun meşruiyeti ve gerçekçiliğinden hiç kuşku duymuyorlardı.

Oysa bu ülke değişecekti ve bu değişim, bu ülkenin insanlarının istediği gibi olacaktı. AK Parti ve Erdoğan hatadan münezzeh olmadığına göre bu değişimin daha hızlı/isabetli olması için yapılacak eleştiriler çok değerli olurdu; ancak onlar kibirleri ile değişimi kendi arzularınca yönetmek istediler. Eleştiri yerine, eleştiri görünümü verdikleri bir egemenlik kavgasını tercih ettiler. Son iki yazımda “aydın vesayeti” dediğim şeyin açılımı budur.

Ortada bir savaş varsa, bir kazananı bir de kaybedeni olacaktı.

Halk kazandı, onlar ise kaybetti.

*Batı kültüründe bir ölü arkasından yazılan anma yazısına verilen isim. Mersiye sözcüğü ilgili grup için fazla yerel kalabilirdi.

#Türkiye
#Liberal
#Menderes
#Özal
#Erbakan
#Ecevit
9 yıl önce
Bir kısım “aydın” için obituary*
Kamu tasarrufu
BİT’lere kadrolu işçi alımında acilen tedbir alınması gerekiyor
Tarih bizi çağırıyor ama biz birbirimizle boğuşuyoruz!
İYİ Parti kongresinin kazananı kim
Şule öğretmen ve yeni maarif modeli