|
Donuk dünya

“İnsan kendisini nasıl inşa eder” diye sormuş ve bu sorunun cevabının dünyayı da belirlediğini iddia etmiştik.

Hasılı, iyi veya kötü habere göre, “kendi halimizde takılamıyoruz” bu dünyada. Bana göre bu zorlu/değerli dar bir yolu bizlere tekrar görünür kılıyor, ama dar yolun sonu daha yumuşak bir hakikat bilincine çıkabilir.

Her bireyin insanlığının kendisine özgü, ölçütlerinin de o bireye dair olduğu fikri modern bilincin temel argümanlarından birisi oldu. Yani “beni ilgilendiren şeylere kendim için karar verirken dış etkilerle biçimlenmiş değil, özgürüm” düşüncesi…

Bireyin, kendisi için en iyi olanı kendi içinde bulabileceğine dair düşünce, insanın kendisini başkalarıyla ilişkiye geçmeden özgürlüğünü berraklaştırmasının kimliği yaratabileceğini ilan etti. Modern birey, onu çevreleyen dünyaya karşı duvarlar örerken, bu duvardan geçişlere (ilişki) sadece eğer işine yarıyorsa geçit verdi. Yani çevremizdeki her şeyin anlamı, bizim işimize ne kadar yaradığı ölçüsüne indirgendi.

Oysa…

Charles Taylor ve çoğu komüniteryen kuramcının da altını çizdiği gibi, insan diyalojik bir varlıktır. İnsan, dillerin sağladığı imkânla, kendini anlama ve bu yolla kendini tanımlama yeteneğini kazanarak insan olur. Bu dil, geniş anlamda bir evreni ima eder, sevgiyi, sanatı, inancı, maneviyat biçimlerini içerir. Kişi sadece iç sesine kulak vererek değil, “anlamlı ötekilerle “ilişkiye geçerek (onlarla muhabbet ötekiyi anlamlı kılar), bu evrene çıkar, girer çıkar ve bu seyahat biçimi iç sesle senteze uğrayarak kimliğin inşasını sağlar.

Bu süreç, dili diyalog yoluyla bir kez öğrenip, öğrendikten sonra insanın kendi dünyasına çekilebileceğini de ifade etmez. Taylor diyor ki “Kendi görüşlerimizi, bakış açımızı, bir şey karşısındaki tutumumuzu önemli ölçüde tek başımıza düşünerek geliştirmemiz bekleniyor. Fakat, kimliğimizi tanımlamak gibi önemli konularda yaşanan bu değil. Kimliğimizi her zaman, bizim için anlamlı ötekilerin bizde görmek istedikleri kimliklerle diyalog, bazen onlara karşı savaşım içinde tanımlıyoruz. Bu ötekilerin bazılarıyla sohbetimiz, biz onlardan –örneğin ailemizden– ayrıldıktan ve onlar yaşamımızdan çekildikten sonra bile, yaşamımız boyunca içimizde sürer. (…) Kendimi tanımlamam demek, başkalarından farkımda anlamlı olan noktayı bulmam demektir.”

Hatta ve hatta, dağa çile çekmeye çıkan bir münzevi, kendisini sanatına veren bohem sanatçı veya bir hücrede yaşayan mahpus için bile diyalog insanın içinde devam eder. Çile çeken Allah, sanatçı yapıtı, mahpus anıları ile konuşur haldedir. (Kişi diğer türlüsünü tercih etmemişse.)

Bizi biz yapan bu muhabbet halidir. Bu muhabbet ikna olmayı, ikna etmeyi, reddetmeyi, kabul etmeyi, savaşmayı, didişmeyi içerir ve biz kendimizi böyle kurarız. Bunun için ihtiyacımız olan en önemli şey “anlamlı ötekilerdir.” Kendimizi gerçekleştirmek için ilişkilere ihtiyacımız vardır, ancak tanımlamak, işte o bizim kendi iç odamızda yaptığımız özel bir karardır. İkisi birbirinin yerini alamaz, yok sayılamaz, birbirinden koparılamaz.

Kendinizden pay biçiniz. Sizin için önemli olan o insanlar, hayatınıza girdikten sonra nasıl da değiştiğinizi hatırlayın. İyi, sevgi, doğru anlayışımızın başkalarıyla paylaşıldığında olgunlaştığını, ancak bu yolla tekamüle açık olduğunu da… “Bir roman okudum hayatım değişti” diyordu Orhan Pamuk. Bu insan doğasının yok sayılacak bir hayatiyeti değildir. Akıl yürütmek için bile başkalarına ihtiyacımız vardır. “Ahlaki konularda akıl yürütme her zaman bir kişiyle birlikte akıl yürütmektir. Karşınızda biri vardır ve onun bulunduğu noktadan ya da ikiniz arasındaki farktan yola çıkarsınız.” (C.T.)

İşte modern sahicilik/bireycilik kuramı bu durumu reddederek insanı atomuna indirgemiştir.

Tabii yok saymak, olgular ve ihtiyaçların da yok olacağını göstermiyor.

Atomize olmuş birey, her şeyi “kendini gerçekleştirmek” adına bir malzeme olarak gören araçsal akıl, seçme özgürlüğünün seçimlerin özünü anlamsızlaştırması, tüm bunlar donuk bir dünya yaratıyor. Donuk, ıssız, paylaşımsız, amaçsız bir dünya. Artık kahramanlık yok, fedakârlık yok, karşılıksız vermek yok.

Tüketilen bencil ihtiyaçlar, insanları ya daha çok tüketmeye, ya da new-age maneviyat tatminlerine yöneltiyor. Hayatın anlamının sırrını verdiğini iddia eden kitaplar marketlerde üç paraya satılıyor. İnsanlar bir kişiyi sevmenin gerçek anlamını yitirmiş durumda, ilişkiler bir ayakkabı kadar bile dayanıklı değil. Bu nedenle geçkin yaşlarda evler kedi köpeklerle doluyor. Nasıl olsa onlara mamasını verdikten sonra, başka bir sorumluluk almaya gerek yok. Hayvan dostlarımızı bile oldukları biçimiyle değil, boşlukları ikame etmek için araçsallaştırmış durumdayız.

Fark etmeden sevgi ve aşka da girizgâh yapmış olduk. Bakalım orada işler ne durumda. Haftaya…
#Charles Taylor
#birey
#dünya
9 yıl önce
Donuk dünya
Gerçekler unutulur ama yok edilemez
Kuklaları oynatan Derin Kuklacılar?
‘Susadım çeşmeye varmaz olaydım’
Türkiye’yi devşirme kurtarıcılardan kurtarma mücadelesi…
Ankara’da vekâletler çekişmesi