|
İslamofobi kusurları örter mi?

Dün Paris’te yaşanan Charlie Hebdo dergisine yapılan terör saldırısında 12 kişi hayatını kaybetti. Dördü ağır, 10 kişi de yaralandı. Çok üzücü, sarsıcı bir olay. Öncelikle bu vahim olayı kınamakla konuya başlayalım.

Olay henüz çok sıcak ama bir takım öngörülerde bulunabiliriz. Soğuk Savaş döneminin sona ermesinden itibaren, medeniyetler çatışması konsepti üzerinden yeni kutupların “Batı ve İslam” olarak belirlendiği sır değildi. Bu süreçle bağlantılı olarak “Ilımlı İslam” ve “Radikal İslam” dikotomisine doğru İslam ülkelerinin yönlendirildiği/formatlanmak istendiği de belirgindi. Bu noktada, İslam’ı kategorize etmenin kendisi zaten sorunluyken, bu kategorizasyon SSCB’nin yıkılışından sonra yedek kolon olarak hızla yükseliyordu.

Bu modern paradigmaya dair bir strateji... İkili karşıtlıklar oluşturmak, bir tanesini kötücül/tehditkâr/çağdışı olarak tanımladıktan sonra, bu tanımın verdiği meşruiyetin gölgesinde hegemonyayı tahkim etmek... Haliyle, bu noktada çok saf olmamak, “İslam bu değil” türünden yüzeysel savunma/suçluluk psikolojilerine girmekten önce, konunun bir egemenlik kavgası, hem de epey kirli bir egemenlik kavgası olduğunu teslim etmek lazım.

Tabii ki bu dikotomi, “Ya benimsin, ya da kara toprağın” dayatması içeriyor. Yani konu İslam’ın gerçekte ne olduğu, İslam coğrafyasının geri kalmışlığının, şiddete gömülmüşlüğünün gerçek nedenlerini anlamak değil; bilakis, o İslam ülkesinin vesayeti ne derece kabul ettiğine göre bu ikilikten birine dahil edilmesiyle ilgili. Ne yazık ki, bu konuda bağımsız davranma ve kendini doğru anlatma gücüne İslam ülkeleri henüz sahip değil. Türkiye bu noktada ayakta kalabilen nadir bir ülke. Bu bile ne kadar zor oluyor görüyorsunuz.

Nitekim, dün saldırı duyulduktan sonra, sosyal medyada olayın Türkiye ile ilişkilendirilme operasyonu hemen başladı. DHKP-C’nin cinayetlerini AK Parti’nin “otoriterliğine” yönelik doğal bir tepki olarak güzelleyenler, ülkedeki azınlıkların Kemalist ideoloji döneminde çektikleri sıkıntıları son 12 yıla paslayarak Paris olayı arasında paralellik kuruyordu.

İşte bu tür dikotomiler bu amaçla inşa ediliyor ve o anki siyasi kavganın yönüne göre hedef ülke itibarsızlaştırılıyor. Mısır’da bir açık darbe demokrasi kazanımı olarak pazarlanırken, Türkiye’de 12 yıldır verilen demokrasi kavgası, yeni türden vesayet formatları reddedildiği anda birden suikasta maruz kalıyordu. Nasıl mı? Psikolojik savaşla... Yalan haberlerle, IŞİD ve EL Kaide ile ilişkilendirilerek, ülkedeki darbe girişimlerine göz kapanıp, nevi şahsına münhasır karmaşık iç süreçler “otoriterleşme/diktatörlük” şeklinde sunularak.

Ortadoğu’da El Kaide, IŞİD, Boko Haram gibi komplikasyonları, Batı’nın ve İsrail’in işlediği bunca insanlık suçu, siyaset mühendislikleri, milyonlarca insanın hayatına mal olan işgalleri, yazgı haline gelen ağır sefaleti konu etmeden, sadece İslam’ı tartışarak sorunsallaştırmanın kendisi aleni bir ikiyüzlülük ve ırkçılıktır.

Burada İslam ülkelerinin ve siyasetin vs. eleştiriden muaf, pirüpak olduğunu iddia ediyor değilim. Zaten hiçbir kesim için bu iddiada bulunulamaz. Ancak, bu operasyonu sorgulamadan satın almaya hele dindarların içinde dahi o kadar hazır olanlar var ki, stratejinin ustalığına şapka çıkarmak zorunda kalıyorsunuz.

Yani, ya ağır baskı altında suçlamaları içselleştirerek ezilip büzüleceğiz, ya da mağduriyet romantizminin, atarlı hallerle içe kapanmanın huzur veren retoriğine teslim olacağız. İkisi de öngörülen/arzulanan tepkiler zaten.

Rüzgâr ekilince fırtına biçiliyor. Üstelik bu tür eylemleri yapanların bile, gerçekte kimler tarafından yönlendirildiklerini bilmesi imkânsızdır. 1978 yılında, SSCB’nin Afganistan’ı işgal etmesini teşvik için ABD Taliban’ı Sovyet yanlısı hükümete karşı destekleme kararı almıştı. Jimmy Carter’ın güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski, yıllar sonra bir röportajda şöyle diyordu: “Hangisi daha önemli, işgal sayesinde SSCB’nin on yıl içinde çökerek Doğu Avrupa’nın özgürleşmesi mi, yoksa Taliban’ı desteklemiş olmamız mı?”

Sorun, artık bu türden bir real politik anlayışının yarattığı şiddetin Ortadoğu, Afrika veya Asya’nın derinliklerinde sınırlanamıyor oluşudur. İslamofobi’nin kışkırtılması, Batı’nın asli mesuliyetini perdelemeye artık yetmeyecektir.

#Paris
#Charlie Hebdo
#terör saldırısı
9 yıl önce
İslamofobi kusurları örter mi?
Kurtlukta düşeni yemek kanundur ama bizde düşenler kurt değil, insan
Hocaefendi değerli bir kıymet
Kuklaları oynatan Derin Kuklacılar?
‘Susadım çeşmeye varmaz olaydım’
Türkiye’yi devşirme kurtarıcılardan kurtarma mücadelesi…