|
Ölüm...
Aslında o kadar da korkutucu değil; ölüm geldiğinde biz orada olmuyoruz çünkü...

Ölüm ve beden aynı anda aynı yerde var olamayan iki şey. Belki ölüm anında kısa bir süre ölüm bedene değip ondaki canı vakum gibi emiyor. Hatta ölüm anında birbirlerine çok çok yaklaşmaları, mıknatıs gibi etkileşmeleri, ama temas etmiyor olmaları da mümkün. Beyin sinirlerinin iletişimi gibi…

Kesin olan, ölüm varken bedenin artık olmadığıdır.

Tabii bunlar, son cümle hariç, büyük oranda spekülasyon. Çünkü ben hiç ölmedim.

Ama babam ölüp dirilmişti. Kalbi durmuş, elektroşokla geri getirilememiş, ölüm saati kaydedilmişti. Sanırım doktorlar buna “ex” diyorlar.

Olay yeri Atina, tarihi 1987... Ancak sanırım kendisini tanıyan İstanbullu Rum bir doktor hanım babamı fark edince, elektroşokla denemeye devam etmiş ve kalbin atmasını sağlamıştı.

Babam öyle ahım şahım inançlı bir kişi değildi. Ancak ruhunun nasıl bedeninden yükseldiğini, bedenini ve üzerine abanmış doktorları yukarıdan seyrettiğini bize anlatmıştı.

1995 Kasım başına kadar yaşadı, hiç de fena değil. Fazladan sekiz yıl daha; vadesi gelmemişti de denebilir ve bu da doğrudur. Ama sanırım her halükarda ilginç bir durumdu yaşadığımız...

***

Ölümden ziyade, ölebilmek zor belki… Ölüm var ölüm var çünkü. Çoğunluk yatağında huzurlu bir ölüm diler. Öyle feci ölümler görüyoruz ki. Hani Anadolu’nun o kadim sözü var ya; “Allah ölümün bile hayırlısını versin” der, doğru. Özgecan kardeşimizin başına gelenler mesela. Hem hayatının baharında, hem de o kadar feci bir şekilde...

Ailesine tekrar başsağlığı diliyorum. Gösterdikleri, sergiledikleri hikmetli tutum tüm dünyaya örnek olacak, cesaret verecek cinsten. Bu tavrı Rakel Dink’ten hatırlıyorum. İntikamcı olmayan, nefret üretmeyen ama adaleti de sonuna kadar talep eden bir hikmetli/dik duruş.

Adalet talebi intikam/nefret etme hakkı değildir. Bağışlamak da adaletten vazgeçmek anlamına gelmez.

Bir tahlil/gözlem olarak söylüyorum, bu türden hikmetli tepkilerin ardında, ölümün bir son olmadığına dair inanç da var. Yani onlara göre ölüm nihai bir son değil, bir vuslattır. Bedende devam edemeyecek başka bir yaşam formuna geçiştir. Aslına dönüş, gurbetin son günü, büyük sürgünün nihayetidir. Ölüme bu noktadan bakınca, seküler dünyanın tanımladığı türden, anlamsızlığa/hiçliğe mahkum edilmiş trajik nihai bir son değil, heyecanlı bir başlangıçtır. Hatta şu pörsümüş, sık sık sorun çıkarak eski dosttan kurtulmanın da en mükemmel yoludur; deri değiştirir gibi...

***

Sevdiklerimiz vefat ettiğinde çok üzülürüz; bu insani ve gerekli bir tepkidir. Lakin, o üzüntü kendi doğal vadesinde teselliye dönüşmüyorsa, ölüme biçilen payede sorun vardır. İnançlı kişi bir süreliğine sevdiğinden ayrıldığı için üzülür; ama yastan çıkılamıyorsa, ölüme “nihai son” payesi biçilmiş olduğu ortaya çıkar.

Parçalanarak, yanarak ölmekten korkabiliriz; ama ölüme düşman olmak, ona karanlık bir rol biçmek sorunludur. Hardal tanesi toprağa düşer ve ölürse bin kat ürün verir, yaşarsa tek kalır.

Bir de sanırım ölen yakınlarımızın ruhlarını bu dünyadan sürekli çekiştirmek anlamına da gelir yasın hayat biçmine dönüşmesi. Düşünsenize; bir annesiniz, çocuğunuz siz ölünce çok üzülüyor. Bundan memnuniyet duyarsınız; çünkü bu sevginin tezahürüdür. Lakin bunun yıllara yayıldığını, kişinin hayatını sürdüremediğini, perişan olduğunu gören o anne, çocuğu için çok mutsuz olacaktır. Hatta “Gidip şunun kafasına bir terlik fırlatsam” diyecek kadar sinirlenebilir: “Beni rahat bırak çocuk! Ben iyiyim, sen kendini düşün, güzel yaşa ve sapsağlam gel yanıma!”

İnfaz edilmeden hemen önce Thomas More’un dediği gibi, “İnsanın kellesinin uçmasıyla başına kötü bir şey gelmez.”

İyi pazarlar…
#ölüm
#hayat
#insan
#markar esayanın yazıları
9 yıl önce
Ölüm...
Analizler ve gerçekler
Bu başarı hepimizin
Bin Kayrevan’dan bir Kayrevan’a
Herkeste bir ‘ben’ var, bir de ‘gerçeklik’…
Yatırım grevi