|
“Walking Dead” aydınlar ve seçkin okullar...

2009 yılında, Açık Toplum Üniversitesi ve Bilgi Üniversitesi’nin ortaklaşa yürüttüğü ‘Seçkinler ve Sosyal Mesafe’ adında, sembolik önemi iddialı bir araştırma yayımlandı. Robert, Saint Joseph, Notre Dame de Sion, Amerikan ve Galatasaray Lisesi gibi prestijli kolejlerden mezun 40 kişi üzerinde yapılan araştırma, bu ‘seçkinler’in Lozan azınlıkları, Kürtler ve muhafazakâr kesimlere yönelik ayrımcı düşünceler ve “sosyal mesafe” geliştirdiklerini ortaya koymuştu..

Kırk kişilik örneklem grubu sayı olarak oldukça yetersizdi ve çalışmada biraz sonra özetleyeceğim semptomların 1980 darbesi sonrası eğitim sistemine bağlanması sorunluydu. Zaten dönemin Açık Toplum Vakfı Başkanı Can Paker, araştırmadan tatmin olmadığını söylüyor ama sonuçların tanıdık olduğunu da teslim ediyordu.

Prestijli kolejlerden mezun olan ‘seçkinler’in, kendilerini toplumdan ne kadar üstte gördükleri ve nasıl izole ettikleri dikkati çeken ilk unsurdu. Araştırmanın örneklemine konu olan denekler, ‘Orta üst gelir grubundan, eğitimli ailelerden, ağırlıklı olarak CHP seçmeninden, sırasıyla Hürriyet, Cumhuriyet, Vatan gazetelerini okuyan, interneti iyi kullanan kişilerdi.

Bu gençler kendilerini gelecekte bu ülkeyi yönetecek makamlara hazırlanan, ülkenin kaderini elinde tutan kişiler olarak görüyorlardı. AK Parti’ye karşı darbeyi destekliyorlar, avamdan bir kişinin cumhurbaşkanı olamayacağını savunuyorlardı.

Araştırmadan şu tesbitler bence oldukça isabetliydi.

“Kuruluşu genelde Osmanlı’ya kadar dayanan, yalnızca ‘köklü bir geçmiş’e sahip olmakla kalmayıp Türkiye’nin Batı’ya dönük yüzünün, Osmanlı-Türk modernleşme sürecinin de simgesi olan, eğitim-öğretim felsefesiyle seçkincilik geleneğini sürdüren, mezunlarına her türlü ‘iktidar’a aday olma güvencesi veren ‘prestijli’ okullar, 1950’lerden itibaren ‘çevre’nin ‘merkez’e taşınma süreciyle başlayan tüm dönüşümlere rağmen, seçkinciliğin son kalesi olarak varlığını sürdürüyor.”

Seçkinciliğin temeli okulda verilen eğitimle atılıyorken, tüm yaşam sürecek bir okul sonrası dayanışma da (cemaatçilik) fark edilen ikinci önemli unsurdu.

“Bu okullar, mezunlarının modern/Batılı yaşam tarzının taşıyıcıları olarak birbirlerini bildiği/tanıdığı, içeriği açısından özcü ve tüm zamanlar için sabit olması beklenen bir “okulluluk ruhu”ndan beslendiği, kimi zaman klientalizme kadar varabilen bir dayanışma pratiğinin egemen olduğu bir çerçeve sunuyor.”

Daha önce yazmıştım; Fransa’nın Sartre, Pompidou, Derrida, Althusser, Bodiou gibi ünlü filozoflarını yetiştiren elit-hümanist okulu, Ecole Normale Supérieure, (ENS) kurulduğu yıldan beri ülkenin en parlak zekâlarını toplar ve onları birer Normaliyen yapar.

Bizdeki kolejlerin hiçbirisi bir ENS olamadı ama, temeldeki amaç gerçekleşti. Toplumun ciddi bir bölümü dönüştürüldü, ülkenin yönetimi bu seçkinler üzerinden yapıldı. Üstelik taşralı kesimin ileri zekâlı çocukları da “dikey geçiş” yoluyla bu sınıfa alındılar. Böylelikle yetişmiş eleman deposu “seçkinler”de birikti. Bu ise “çeperdekilerin” asla bu ülkenin yönetiminde yer alamayacağını garanti altına almak demekti.

19. yüzyılın ortalarında başlayan bir süreçti bu. Tanzimat’ın işaret fişeğini yaktığı söylenebilir.

İşte aydın meselemiz de tam bu dönüştürme meselesinin merkezinde mühim bir rol oynuyor. Konu sadece Batılı yaşam biçimi, kültürü, bilimi ve sanatını sevmek/yaymak değil; bunlar üzerinden yapılan toplum mühendisliği ve kurumların ele geçirilmesi... Bürokrasi, büyük sermaye, akademi, medya, odalar ve STK’lar bu dönüştürme işinin merkezinde.

Bu sınıfın gerekli anlarda Gezi ve Ukrayna’da olduğu gibi birden uyanıp “düzeltme hareketini” başlatmaları adeta doğal bir refleks gibidir. Uzmanlık alanlarındaki başarıları ile taban tabana zıt şekilde politik anlamda kara cahildirler. Politik hayvan olarak gelişmemişlerdir.

Burada kritik nokta seçkin sınıfın işletim sisteminin Batı ile doğal uyumudur. Öyle ki, Batılı modelden farklılık arz eden her türlü oluşum/girişim, büyük tehdit olarak algılanacak ve ona karşı harekete geçilecektir. Bir çeşit “Walking dead” durumu...

Paralel yapı üzerinden 150 ülkede okullaşmanın sadece “hayır” işi olduğunu düşünen kaç kişi var bilemem. Bu okullar üzerinden ülkelerin önce seçkin çocukları, sonra kurumları ve nihayetinde ülkenin kendilerinin hedef alınmış olduğu yüksek olasılık. Böylelikle tüm İslam ülkelerini içeriden ele geçirmiş oluyorsunuz.

Batı’da Hıristiyanlık 19. yüzyılın üçüncü çeyreğinde sorun olmaktan çıkarılmış, teslim alınmıştı.

İslam ise hala ayakta kalan, “ehlileşmemiş” tek güç dünyada.

Türkiye’de özellikle son iki yıldır yaşananlara, Erdoğan’a yönelik nefrete ve çıldıran aydınlarımıza bir de bu perspektiften bakmakta fayda var...

#Bilgi Üniversitesi
#Saint Joseph
#Galatasaray Lisesi
9 yıl önce
“Walking Dead” aydınlar ve seçkin okullar...
Kuklaları oynatan Derin Kuklacılar?
‘Susadım çeşmeye varmaz olaydım’
Türkiye’yi devşirme kurtarıcılardan kurtarma mücadelesi…
Ankara’da vekâletler çekişmesi
Kibirleri boyunlarını aşan muhterisler kim?