|
Yeni Türkiye ve birlikte yaşamak…
Kabil'in kardeşi Habil'i haset yüzünden öldürmesi ve bunu şiddetle reddetmesi ile açığa çıkan “birlikte yaşama” sorunu hayatımızın merkezinde oldu ve olmaya da devam edecek. Bu, sürekli kendisiyle uğraşmak zorunda olduğumuz, ihmali ağır sonuçlar doğuran bir mesele.

İnsan uygarlığı, birlikte yaşamanın yollarını araştırmış, en otokton halklarda dahi, paylaşım üzerinden toplumlar kendi ayrıcalıklılarını ve dezavantajlılarını yaratmış. Demokrasi fikri, birlikte yaşamanın asgari şartlarını araştıran bir süreç. Demokrasi fikrinin temelinde mülkiyet hakkının olması, ulus devletleri tarihe armağan etmesi, Venedik gibi tacir kentlerde şifahen düzenlenmiş bu hakkın yazılı metne dönüşmesi, yasalaşması ve milli ordular sayesinde de sınırların belirginleşmesi sonucunu doğurdu.

Ama birlikte yaşamanın ve demokrasinin her toplumda geçerli evrensel bir yasası bulunamadı. Olmayan şey bulunamaz. Aranan şey nihai/mükemmel bir sonuçsa, böyle bir durum dünyanın hiçbir toplumunda gözlenemez. Çünkü insan uygarlığının yaratabileceği en iyi durum, kusurlarıyla da olsa iyi, yumuşak bir hakikat fikrinden neşet eden pozitif süreçlerdir.

Dünya kaynakları sınırsız olsaydı da sonuç değişmeyecek, belki mücadele daha da zıvanadan çıkacaktı. Sınırlı kaynaklar bizleri zorlasa da, çıldırma halini de sınırlıyor. Çünkü aslında bizleri zorlayan sınırlı kaynaklar değil, sınırsız iştahımız ve ahmaklığımızdır. Komşunun aç olduğu bir yer hiçbir zaman toklara da esenlik vaat etmez.

Ama öğreniyoruz. Tarihsel hafızamız bizi terk etmiyor ve biz ondan bağımsız davrandığımızı, bir şeyi ilk kez keşfettiğimizi zannetsek de bizlerin genlerinde yerini almış tecrübelere dayanıyor.

Tarih bu manada hem “gelenek” adını verdiğimiz “değişim içinde tutarlı ve faydalı” toplumsal alışkanlıklarımızı taşıyor, hem de bugün onları gelecek için yeniden yorumlamamamız, iyileştirmemiz, mümkün hale getiriyor.

Mesela bizler Osmanlı İmparatorluğu döneminde birlikte yaşamanın şartlarını, eksikleri, hataları ile birlikte bir istikrara oturtmuştuk. Fatih Sultan Mehmet'te devlet aklının zirvesine oturan şey, adalet merkezli bir yönetim anlayışıydı. Padişahlar, zorunlu olmadıkları halde, kendilerini Şeriat'a bağımlı kıldılar ve ahlaki bir üst ufku (sınır/had) yok saymadılar. Güçlü bir padişahın kendi yoluna gitmesini önleyecek bir zorunluluk yoktu. Ama Osmanlı padişahları, o dönemin şartlarında çoğulcu bir imparatorluğu bir arada tutmanın asgari adalet standardını oluşturmaktan geçtiğini bilecek ferasete sahiptiler.

Her birey, toplum ve devlet kendi hatalarını yapar ama hatalarından öğrenmeyenler hep aynı hataları yaparak zamanı durdurmuş olurlar. Bu işlerin daha da kötüye gitmesinin garantisidir.

18. yüzyıldan itibaren Osmanlı Batı'nın hamlesi karşısında gelen kazanın büyüklüğünü anlayamadığı, anlasa dahi çözüm üretemediği için 1908/1914'te tahakkuk edecek çöküşü satın aldı. Devlet adalet işlevinde zayıfladıkça, çok kültürlü yapı bir tehdit haline geldi. Doğu sorunu esasında bir devlet aczini gösteriyordu. Bu acz sergilenince rakip devletlerin bunu değerlendirmemesi tuhaflık olurdu.

Görünürde bir ülke kurmuş olsak da, aslında ortaya bir tür manda çıktı. Batıcılaşma ile önce bürokrasiye, sonra topluma sirayet eden mühendislik kısmen başarılı oldu.

Bu manada, Guardian'ın tesbit ettiği üzere bu ülkede demokratik hamlenin “Az Batılılaşmış yoksul dindarlardan” gelmesi (onlar bunu tehdit sayıyor olsa da) şaşırtıcı değil, beklenen durumdur.

Şimdi bu az Batılılaşmış dezavantajlı dindar kesime dayanan halk hareketi bir limite dayandı. Bize ve Batı'ya dair limitler… Batı'nın limiti, bu harekete ve liderine karşı “Yeter, artık söz milletin olmamalıdır” sloganlı savaşı açmasını zorunlu kıldı. Kabil yine Habil'i yok etmek istiyor aslında.

Ya bu eşikten geçeceğiz, ya da belirsiz bir sürece doğru kırılacağız. Ama tarih kendisini hiçbir şekilde tekrar etmeyecek. Çünkü olmuş olan şey olmamış sayılamaz. 2002'deki duruma asla geri dönülemez. Ve ilk defa kendi kaderimizi tayin etme hakkına bu kadar yaklaştık.

Bütün dünyanın bu halk hareketine karşı vaziyet alması, dünyanın 1914'te değiştiği yerde yeniden değişimi bulacağı gerçeğindendir. Osmanlı bir gerçeklikti ve dünyayı biçimlendirdi. Toplumsal hafızamız, kazanın olduğu yere çağırıyor bizi. Katil de orada. Karşılaştık, artık geriye dönülemez.

Daha uygun bir arada yaşama şartlarını oluşturmanın zekâsı ve cesaretini gösterenler, sadece Türkiye değil, dünya ve bölge için de çok hayırlı bir iş yapmış olacaklar.

Seçimlerin sonucu ne olursa olsun, her başarı kendi handikapları, her zorluk da kendi imkanlarıyla gelecek ve tarih ilerlemeye devam edecek. Ben hayırlı bir sürecin içinde olduğumuzu görüyorum.

Hayırlısı olsun.
#seçimler
#osmanlı
#yeni türkiye
#habil kabil
9 yıl önce
Yeni Türkiye ve birlikte yaşamak…
Bir Başka Mesele: Sistemi psikiyatr ve psikologlar bozdu
Niçin Diyanet
Bi şey yapmalı!
Hayallerin ötesinde yaşanan bir zaman dilimi
Zengin millet fakir devlet