Öyle ki, bazı Şiiler için Abdullah isimli bir kralın Hicaz’da ölmesi Kayıp İmam’ın gelişi için son alamet olarak görülüyor. Buna daha önce de Suriye’de İran’ın rolünü konu alan bazı yazılarımda değinmiştim; Şiilere göre, Abdullah’tan sonra Suudi Arabistan’ın başına hayır gelmeyecek, taht kavgaları ve ardından çöküş dönemi başlayacak, Kayıp İmam gelene kadar da çöküş devam edecek. Hâlihazırda çok yaşlanmış olan kralın ölüm vaktinin yaklaşmasını bugüne kadar ‘sonun başlangıcı’ olarak gören Şiiler arasında reelpolitiği buna göre okuyanların, hatta şekillendirenlerin sayısı hiç de az değildi. Ruhani’nin kazandığı son Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşırken, İran medyasında yüzü yeşil bir örtüyle kapalı erkek fotoğrafları, “Mehdi yakında yüzünü gösterecek,” şeklinde dolaştırılıyor ve Abdullah’ın yaşının ne kadar ilerlediğine bolca vurgu yapılıyordu. Orta Doğu’da İran tarafından yükseltilen vitesin, IŞİD ve el Kaide menşeili gruplara karşı mücadelenin de bu yaklaşım üzerinden bir açıklaması var. “Mezhepler Mehdi gelene kadar vardır,” inancı, Şiiler için Orta Doğu’da kazananın mezhep savaşını da kazanması anlamına geldiği fikrinin temelinde yatıyor.
Şimdi bir bakalım. Yemen’deki Husiler, ya da diğer adıyla Ensarullah Hareketi, Şiiliğin Zeydi kolundan geliyor ve anti-İsrailci, anti-Amerikancı, anti-emperyalist, anti-siyonist hatta anti-semitist bir ideolojiye sahip, bir süredir de iplerinin İran’ın elinde olduğunu herkes kabul ediyor. Yemen’e, Yemen el Kaidesi ile mücadele için 1 milyar $’dan fazla yardım yapan Obama yönetiminin, dört ay önce Yemen’i bir başarı hikayesi olarak adlandırmasının hemen ardından ülkede Husilerin yükselişi, Eylül’deki Sana saldırısıyla tekrar alevlendi ve geçtiğimiz hafta yönetime el koyma noktasına kadar geldi. ‘Başarı hikâyesi’ buraya kadar... Yemen el Kaidesi’yle insansız hava uçaklarıyla mücadele eden ve bolca sivil de haklayan ABD’den Husiler’e, Sünni katliamlarına ve arkalarındaki İran’a karşı cılız birkaç sesten ötesi çıkmıyor. Irak’ta geçen ay kabul edilen tasarıyla Bağdat yönetimine verilmesi kararlaştırılan 1,2 milyar $’lık askeri yardımın ve geçmiştekilerin dolaylı olarak İran destekli milislere yapıldığı aşikâr. Raporlar ve haberler bir yana, sosyal medyada Amerikan tanklarının üzerinde İran’ın desteklediği grupların bayraklarının yer aldığı fotoğrafları görmek mümkün. Örneğin Irak’ın en kanlı ölüm mangalarından Bedr Hareketi, IŞİD’e karşı savaşın yeni umudu. Hareketin lideri Hadi el Emiri, İran tarafından desteklendiklerini gururla açıklıyor ve Kasım Süleymani’yi bir dost, İran’ı bir abi gibi gördüklerini açıklıyor. Şii mezhepçiliğini körükleyen Bağdat yönetiminde de nüfuz sahibi olan grubun kafa kesmeden insan yakmaya giriştiği sistematik işkenceler çok kez İnsan Hakları gruplarının raporlarında yer aldı. Ancak ABD’ye bir kanlı ve vahşi grubu yok etmek için, öteki kanlı ve vahşi grubu dolaylı yoldan besleyip büyütüp silahlandırmak her zamanki gibi cazip geliyor. Suriye’de ise, Esad için İran tarafından verilen ölüm-kalım mücadelesi artık hepimizin malumu. Ne hikmetse, savaşın neredeyse başından beri Suriye’de muhaliflere karşı savaşan Hizbullah, Suriye raporlarını süsleyen ‘yabancı savaşçılar’dan sayılmıyor. İsrail geçen hafta, Suriye’de Hizbullah’a bir saldırı düzenledi ve Hizbullah savaşçılarının yanı sıra İran Devrim Muhafızları komutanlarından Muhammed Ali Allahdadi’yi öldürdü. Normalde bir başka ülkenin, mesela Türkiye’nin bir generali, Suriye’de öldürülse nasıl bir kıyamet kopardı tahmin edebilirsiniz, ancak İranlı olunca sorun olmuyor. Haberler Kasım Süleymani’nin Suriye ve Irak’taki bazı operasyonları, artık masadan değil, bizzat sahada, yerinden yönettiğini gösteriyor. Halep bölgesinde muhaliflerin çatışmalarda ele geçirdiği esir profiline bakınca, artık Suriye’de Irak’tan, İran’dan, Afganistan’dan ve benzeri ülkelerden gelen Şiilerin Kudüs ordusu yönetiminde savaştığını görebilirsiniz.