|
Kültür-sanatın ğ’si
Son otuz üç yıldır sanat-edebiyat aleminde dere-tepe düz koşan biri olarak hangi faaliyetlerin “kültür sanat işi olduğunu” biliyorum ama hangilerinin olmadığını” hâlâ bilemiyorum.

Büyük ustaların son eserlerinin bir araya getirilmesiyle yapılan karma bir hat sergisi, bir mahalle derneğine üye hanımların engellilere araba temini için yaptıkları kermesle aynı faaliyet tanımı içinde eşitlenebilirken; bir musıki üstadının konseriyle, üniversiteli beş gençten oluşan bir çalgıcı grubunun canlı performansı; Şeb-i Arûs'taki muazzam bir sema ayniyle, Sultanahmet kahvehanelerinde def-dümbelek eşliğinde beyaz giysili birinin sema formunda oynatılması, ateşin içinden geçilerek yapılmış muhtelif çini nesnelerin görücüye çıkarılmasıyla, Paşabahçe sürahi ve bardaklarının allı-gülü boyanmak suretiyle güya katma değer yaratılmış olunarak pazara sunulması… da rahatlıkla eşitlenebilmektedir.

Bu nedenle bidayetinden beri AK Parti'ye yöneltile gelen “kültü-sanat adına ciddi şeyler yapmadılar” suçlamasının tarafı olmadım. Bilakis AK Parti'nin “ne olduğu değil, ne olmadığı” bilinmeyen kültür-sanat işleri konusundaki “çekinceli” tutumunu “akıllı bir politika” olarak değerlendirdim.

Çünkü “kültür-sanat faaliyeti”nin bir yüzü halka bakarken, diğer yüzü ideolojiye bakmaktadır. Mahallenin ortasında heykel sergisi açıp, dönüp bakan kimse olmayınca mahalleliyi kültür-sanattan anlamıyor diye suçlayamayacağınız gibi, sanatı halka indirebilmeyi suntadan eşek yapmak sanan sözüm ona sanatçıyı da suçlayamazsınız. İsterseniz suçlayın, her iki durumda da “çağdaş sanata hakaret var” naraları eşliğinde yobazlık darağacına geriliverirsiniz.

Hal, yani kültür-sanat algısı böyle olunca, faaliyet kısmının da yazılı karar ve uygulamalara bağlanmamasıyla, iktidarın kendisini dört cepheden saldırıya açık bir “abalı” durumuna sokmaması makul ve mantıklı bir durumdur.

Nitekim AK Parti de “bu hususta halk neyi istiyorsa o yapılsın” yönelişiyle, konuyu halkın nabzını en iyi tutabilen mahalli yönetimlere havale edip, her kesimin anlayışına, seviyesine, talebine uygun düşen faaliyetlerin yapılmasını teşvik etti.

Dolayısıyla bir kültür merkezinde, örneğin Seren Serengil tarzında büyük bir sanatçı şarkı söylerken, aynı kültür merkezinin fuayesindeki hat sergisi eş-zamanlı olarak gezilebildi; başka bir kültür merkezindeki yarışmada yemek kokuları asumanı tutarken, diğer bir köşesindeki ney meşkiyle ruhlar kanatlandırılıp semaya yükseltildi ki, bunlar kendi içlerinde de son derece olağandı.

Bu belirlemelerimi “aşırı bir indirgeme” olarak yorumlayıp, karşı çıkabilirsiniz. Elbette size hak veririm çünkü belirlemelerim işin “görünen kısmına mahsustur, bir de bunun görünmeyen kısmı var.

Örneğin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı Abdurrahman Şen'in, Şehir Tiyatroları'ndaki yönetim kurulu yapısının değiştirilmesi esnasında maruz kaldığı suçlamaları, saldırıları hatırlayalım ve “boşuna mıydı bunlar?” diye birlikte soralım. Hem bununla da kalmayıp o zamanlar Başbakan olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, yeni uygulamaların arkasında kaya gibi sapasağlam duruşunu hatırlayalım.

Evet, bunlar boşuna değildi. Yıllardır işgal ettikleri her yeri babalarının çiftliği sanan, “devletin malı deniz, yemeyen domuz” anlayışıyla haksız bir temellükü meşrulaştırmaya kalkışan, sanatçılıkları meşkuk ama ideolojik yobazlıkları aşikar kimi kişi ve gruplardan kültür-sanat işlerinin kurtarılması, hak edenlerine tevdi edilmesi zorunlu bir durumdu ve bu yönde yapılması gerekenler de yapılmaya çalışıldı.

O günden bugüne Şehir Tiyatroları'nda ne değişti, israflar ne oranda engellendi, sanatçı olmayanla olan arasında nasıl bir fark belirlendi, hangi oyunlar kimler tarafından nasıl bir maliyetle sahnelendi… İşte bunlara baktığımızda kültür-sanat faaliyetlerinin yukarıda zikrettiğimiz popülist kısmı hariç, hiç de “saldım çayıra, mevlam kayıra” aymazlığına mahkum edilmediğini, iyi adamların çok zor koşullarda onu sürekli doğru eylemler içinde üretmeye çalıştıklarını söyleyebiliriz.

Geçen gün, Büyükşehir'in Gösteri Sanatları Merkezi'nde dramaturg olarak görev alması nedeniyle Süreyya Su'yu tebrike gittiğimde, bu merkezin Genel Sanat Yönetmeni olan Mustafa Doğan'ı da ziyaret ettim.

Doğan, oyun sahnelemenin tiyatroda “görünen yüz” olduğuna, “yerli” bir sanat anlayışı içinde tiyatrocu yetiştirmenin ise ağır meşakkatine dikkat çekti ve Abdurrahman Şen'in teklifiyle, ilk bakışta varlığı hemen görünmeyen ama çok önemli olan bu işe bir ekiple birlikte el attıklarını belirtti.

Onların hummalı çalışmalarına, merkezdeki mevcut atölyelerden bakınca, buradan yakın zamanda bir konservatuvar yükseltilebileceğini düşünmek hiç de zor değildi.

Kültür ve sanatın, varlığı giderilemez “ğ”sine rağmen, neden olmasın?

Büyük işler bazen küçük soruların cevaplanmasıyla başlar. twitter.com/OmerLekesiz
#Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
#ak parti
#kültür sanat
9 yıl önce
Kültür-sanatın ğ’si
Dizilerde kadın imzası
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü