|
bâbıâlî ne oldu?
sevgili okuyucularım; bizim gibi kıdemli gazeteciler için bâbıâlî hâtırâları ve bâbıâlî özlemi; hicranlarla dolu bir nostalji haline gelmiş olsa gerektir.. bâbıâlî deyince türk basınının aslı ve özü anlaşılır.. hattâ istanbul'un payıtaht (başkent) olduğu günlerden kalma bir hükümet karargâhı sayılmasıyla müşterek bir anlam kazandığına şüphe yoktur.. matbuat ve sadaret: iki deyim yıllarca karışmış ve kaynaşmış olarak siyaset ve entelektüel çevrelerde dilimize pelesenk olmuştur..

bugün artık bâbıâlî denecek bir mekân kalmasa da gazete adı altında küçük boy gökdelen tesislerinde basılan gazetelerin topunu birden anlatmak için bâbıâlî kelimesini hâlâ kullanmak zorunda kalıyoruz.. neyse ki bâbıâlînin bıraktığı boşluğu, her gazetenin bir de lâzımıgayrımufarık'i (ayrılmaz parçası) olan televizyon kanalları doldurmaktadır.. bâbıâlîde göremediğimiz yazarları, gazetecileri o sayede artık ekranlarda seyrediyoruz.. bâbıâlî, istanbulun tâ merkezindeydi.. hükümetle ve asıl istanbul'la koyun koyuna yaşıyordu.. muhabirler, muharrirler halkla esnafla içiçeydi.. çayhanelerde çay kahve içer; cağaloğlu, sirkeci ve sultanahmet lokantalarında, köftecilerde, işkembecilerde karın doyururlardı.. 60 senedir birlikte yemek yediğimiz gazeteci yazar arkadaşlarım, tanıdıklarım gözlerimin önünde âdetâ resmî geçit yapıyor, desem mübalâğa olmayacak.. meserret kıraathanesinde oturur (üstü oteldir) haberlerimi ve yazılarımı yazardım.. gazetesinde edebiyat sayfasını yaptığım necip fazıl'la meserret'te içtiğimiz çaylar, yediğimiz simitler ve pastaların (bir ara pastahane olmuştu) tadı hâlâ damağımdadır.. meserret'e, nahit sırrı örik ve celâl sıla'yla geldiğimizi hatırlıyorum.. birkaç sene çalıştığım istanbul ekspres gazetesinin az ilerisinde bulunduğu için aynı gazetedeki arkadaşlarım cevdet perin, ümit deniz, mehmet ataker, halit kıvanç gibi gazetecilerle sık sık çay içmek ve yazı yazmak için uğramayı adet edinmiştik.. caddenin karşı tarafında vakit gazetesi vardır.. hakkı tarık us ile ağabeyi ve kardeşi asım us, rasim us'lar da meserret'in devamlı simaları arasında idiler.. daha sonraları ahmet muhip dranas, tarık buğra, ahmet kabaklı, mehmet kaplan, faruk kadri timurtaş, muharrem ergin, mümtaz faik fenik, gültekin sâmanoğlu, divanyolundaki çınar ve karşısındaki çamlık lokantalarında köşe hanın altındaki “dörtler” et lokantasında (çağdaş türk yazarları komisyonu) mesaisi olduğu günlerde yemekli sohbet toplantıları yapardık.. komisyonun resmi dairesi klodfarer caddesinde idi.. nuru osmaniye caddesindeki sofra restoranında mümtaz faik fenik'in aşçıbaşına: “bana bir buçuk adam akıllı iskender yolla” diyerek üst kata çıkışı hatırımda kalmış.. oldukça cüsseli ve iştahlı bir adamdı.. rahmetlinin üslûbu çok akıcıydı.. son havadis gazetesinin o başyazarı biz de baş olmayan yazarıydık.. polis muhabiri ali karakurt, vakit gazetesinin müdürü ali sema aydoğdu, lütfü ballısoy, muzaffer celasun, talat kurdaloğlu, necmi onur, suat arın, tahir kutsi makal, muzaffer aşkın (dünya gazetesinden) tercümandan hasan çeliker, kadircan kaflı, türkiye yayın evi sahibi tahsin demiray, çeşitli gazetelerde imzası bulunan nizamettin nazif tepedelenlioğlu, selahattin şar, cafer zorlu, selim cavit yazman, niyazi ahmet banoğlu, sadettin çulcu, suat derviş, murat sertoğlu, etem izzet benice (son telgraf'ın sahibi), bilgin peremeci (akşam gazetesinden), ziya nebioğlu, cem atabeyoğlu, asaf ayçıl (cumhuriyet mensupları), nezih demirkent (hürriyet müdürü), tevfik erol, sadettin çulcu, ünal sakman (tercüman mensupları); cağaloğlu, sultanahmet ve nuru- osmaniye'nin meşhur köfteci ve çorbacılarında, çemberlitaş kıraathanelerinde sık sık rastladığım gazeteci arkadaş ve dostlarımız arasında idiler.. bir kısmiyle samimiyetimiz bir kısmı ile de aşinalığımız bulunmuştur.. raif karadağ (petrol şirketlerine dair haberler onun branşı sayılırdı), ismail oğuz, mehmet şevket eygi, mehmet emin alpkan (bizim anadolu gazetesi sahibi), gökhan evliyaoğlu, galip erdem, ömer öztürkmen, ergun göze, abdullah ışıklar; bâbıâlînin manevi tarafı ağır basan simaları arasında idiler..

bâbıâlî tabirinin bana hatırlattığı hemen dilimin ucuna geliveren isimleri saydım sayılır.. İrili ufaklı niceleri gazete sayfalarında hizmet etmiştir. adlarını saymaya satırlar yetmez..

şimdi bence asıl mesele: bâbıâli kavramının yok olmasını önlemektir.

cağaloğlu ve bâbıâlî'yi gazeteciden, yazardan büsbütün boşalmış hale düşmekten kurtarmanın bana göre bir tek çaresi vardır.. o da; bir büyük binada bütün istanbul gazetelerinin birer şubesini bâbıâlî, cağaloğlu veya sultanahmet'te açık bulundurmaktır.. her gazeteye birer veya ikişer geniş oda tahsis edilmeli, bu odalarda yerleşmiş muhabirler, temsilciler; bayazıt'ta ve cağaloğlu'nda, sultanahmet ve bütün istanbul semtlerinde gezip dolaşabilmelidir.. tâ ki haber toplasınlar, halkla kaynaşsınlar, resmi dairelere uğrasınlar… sultanahmet'te ki adliye sarayı bu iş için pek uygun olsa gerektir.. başka bir bina da düşünülebilir.. bu hususu başbakanlığın ve basın ilan kurumunun dikkatine sunarım.. basını halktan koparmamanın tek çaresi bu olsa gerektir…

gazete sahibi ve gazete yazarı arkadaşlarımızın bu hususta ne düşündüklerini öğrenmek ve katkılarını talebetmek için onları da görüşlerini bildirmeye ve insiyatif almaya davet ederim…
#bâbıâlî
#sultanahmet
#cağaloğlu
9 yıl önce
bâbıâlî ne oldu?
Çok çalışmak verimli çalışmak mı?
İçimize sinmeyen durumlar ile içimize tam sinen durumlar…
Organik iletişimi keşfedin
Üniversite idari personelinin özlük haklarına ilişkin sorunlar ve çözüm önerileri
Entelektüel terör, acımasız direniş..